Kimi insanlar inadına kirlenmezler
“Dünya iyisi” sözü var ya…
Tam da Perihan Aziz’i anlatır.
Bir insan bu kadar mı iyi olur, bu kadar mı sevecen, dost canlısı…
Kimi insanlar inadına kirlenmezler.
Kirlenmiş bir dünyada ve ülkede, yine de temiz kalırlar, yine de masum…
Çiçek gibi insanlardır bunlar, Ahmed Arif’in tarifiyle…
Yüreği güzel, samimi…
Perihan abla gibi…
Sesinin rengi titrek, tavrı mahcup, sözcükleri özenliydi ve kimseyi üzmek istemezdi.
Yıllarca bu meslekte hepimize ablalık yaptı, hepimizin hayatına dokundu, değer kattı.
Türk Ajansı Kıbrıs’ın yıldızıydı kuşkusuz…
70'li yıllarda, onca adamın içinde, omzunda fotoğraf makinesi, elinde kağıt kalemi ve o günün teknolojisinde, tuğla misali ses kayıt makinesi, ne Saray bıraktı, ne Meclis!
Bir kadın gazeteci olarak en zor zamanlarda direnmişti, onca tabuya…
Son yıllarını hastalığına karşı direnerek geçirdi.
Ankara’ya gitti, geldi, o en zor pandemi günlerinde…
Hep "üstesinden geleceğim" diyerek ve her defasında, yeniden başlayarak güler yüzüyle, umuduyla, heyecanıyla, azmiyle meydan okudu hastalığına...
***
Kadın Öyküleri Derneği’nin hazırladığı belgeselde, yine mesaj veriyordu topluma: “Ben kendimi çok ihmal ettim. Kadınlar rutin sağlık kontrollerini yaptırsınlar.”
Bir de böylesi yönü vardı…
Öğretici, uyarıcı, ders verici…
Lefke yakınlarında dünyaya geldiği o şirin köyü Ambeligu’yu nasıl da çok severdi.
Ambeligu ya da değiştirilen ismiyle Bağlıköy son yıllarda hayata bağlandığı yerdi.
Unutulmuş bu şirin köyü Onun sayesinde tanıdık.
İki sene önce sofrayı kurmuş, bizleri davet etmişti.
Unutulmaz bir gündü…
Ninesinden, annesinden, atalarından yadigar evi, geleneksel bir butik otele dönüştürmüştü.
Sardunya ve begonvil çiçekleri, üzüm bağları ve badem ağaçları ortasında, maviye boyalı eski kapıları, kerpiç duvarları, mandallı kapıları, mertekli tavanları, dokuma perdeleri ve hasır iskemleleri ile ada kültürünü toplamıştı koynuna…
Denizle dağ arasında, göğün göğsünde, gülüşleriyle doğuyordu gün…
***
Kıbrıs Türk Gazeteciler Birliği’nin son etkinliğinde çok eğlenmiştik.
Sahnenin ortasında dans ediyorduk bir ara…
Perihan Abla çocuklar gibiydi adeta…
“Gören de hep böyle oynak sanacak” demişti, unutmuyorum.
Yine mahcup ama samimi…
Öyle ya…
Öyle “oyunlar” yoktu hayatında…
Neyse oydu…
***
“Soluk aldığım sürece yaşadığımı hissettirecek işler yapacağım” diyordu belgeselinde…
Öyle de yaptı…
Kendisine değil yalnızca…
Hepimize soluk aldırdı.
Sessiz, sakin, içine kapalıydı ama çok güzel gülerdi Perihan Ablam…
Dolu doluydu kahkahası…
İçten…
Hep güzel gülüşüyle yaşayacak anılarımızda…
İkisinin de önemli emeği var, basınımıza… İkisi de hayat kaynağı, dünyalar iyisiydi… Üstelik birbirlerini çok severlerdi; hem Perihan Aziz, hem de Uğur Karagözlü… Çok erken ayrıldılar bu dünyadan… Umarım, buluştular… O yer, o sonsuzluk, o bilinmezlik, neresiyse… Böylesi bir teselliyle avunmak dışında, ne söylenebilir ki…