1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Kayıp” İsmail Bekir için cenaze töreni Boğaz’da yapılacak…4
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Kayıp” İsmail Bekir için cenaze töreni Boğaz’da yapılacak…4

A+A-

Tekke Bahçesi’ne “Önder İbrahim” adı altında 1974’te defnedilen İsmail Bekir, Kayıplar Komitesi’nin kazıları ardından DNA testleriyle kimliklendirildi… Ailesi “kayıp” İsmail Bekir için 43 yıl aradan sonra 16 Ekim 2017 Pazartesi günü Boğaz Şehitliği’nde cenaze töreni düzenliyor…

Haziran 2012’de bu sayfalarda yayımladığımız röportajlarımızla, “kayıp” İsmail Bekir’in sevgili eşi Fatma İsmailoğlu ve sevgili kızı Ülfet Canseç’in söylediklerine geniş yer vermiştik…

O günlerde yazdığımız yazının son bölümü şöyle:

SORU: Tekke Bahçesi’ni açtırmadılar...
ÜLFET CANSEÇ:
Açtırmadılar, önce Boğaz’da ve çıktı. Hatta Hasan Kutay söyleyinca bulundu dendi bana, bilmiyorum tabii doğrusu nedir. Murat Bey dedi ki “Dilekçe vermeniz lazım... Sizi arayacam ve isim vereyim” dedi. Dedim ki “Benimle ilgilenecek bir isim olsun, gidersiniz askere bazan da içeri bile koymazlar sizi... Yani gerçekten ilgili birisi olsun...”
“Tamam” dedi. “Doğrudan dilekçe yapacan, ben da ekibi yönlendiriyorum, bu araştırmayı yapsın” dedi.
Orada kaldı... Şu anda daha haber beklerim. Babamın resmini istediler, gönderdim Sermet Bey’e... İstedi resmi ki göstersin arkadaşlarına bakalım hatırlayan biri var mı diye... Daha haber gelmedi...

SORU: Umarım bu röportaj yayımlandığı zaman belki hatırlayan birileri çıkabilir inşallah...
ÜLFET CANSEÇ:
Benim istediğim açıklığa kavuşsun artık bu konu... Tekke Bahçesi’ni açtırmak için ben yardım istiyorum, bize bir an önce babamızı bulmak için fırsat versinler. Allah kimseyi babasız bırakmasın, açık söylerim... Büyüdük sonra içine daha da oturur, çocuksun aklın kesmez... Kesmez, gene keser aslında...

SORU: Ne dediydi anneniz size?
ÜLFET CANSEÇ
: Babamız kayboldu, biz öyle bilirdik... Ben hatta o resim karşıda asılıdır, çocuktum, yasemin var burada bahçede, küçüktüm, dizerdim yaseminleri, asardım babamın resminin altına, kokusu olsun vursun babama derdim, belki gelir... Hiç unutmam, komşunun kızı bisiklet sürer. Geldim oturdum, mahzunlaştım. Annem dedi “Noldu?”
“Hiç anne” dedim.
Gördü ama bisikleti...
“Bisiklet isten?” dedi bana.
“Hayır anne” dedim...
“Bisiklet isten sen, suratın asıldı” dedi.
“Ama senden istemem, babamdan isterim” dedim. “Ona babası aldı” dedim kendine... Biz bunları yaşadık Sevgül Hanım... Yani bu devlet bize yardımcı olsun, biz babamızı bulalım... Artık yeter, içimizde kalan bu uhdeyi... Bir tarafım ister bulayım, bir tarafım umudumu yitireceğimi söyler... Şimdi bana şey gelir, babam hastadır, çare bulmak isterim... Anlatamam size içimdeki duyguları, çok yaşadık bunları... Yani insan evlenir, babası görmez, çocuğu olur, babasını tanımaz... Benim çocuğumun ilk sorduğu bana, küçücüktü ikisi da, “Senin baban nerde anne? Noldu da öldü?” Anlattığımda anlamazlardı, şimdi şimdi, onlar da benimle birlikte üzülürler. Hatta kızım der, “Anne bulunmasın çünkü çok üzülecen, çok hasta olacan...”
“Annem” derim, “bulunmazsa, daha fazla hasta olacam...”
Çünkü isterim artık. Ben da bir Babalar Günü, gidip da bir çiçek olsun mezarına koymak isterim, bir bayramda çocuklarımı alıp da babamı ziyaret etmek isterim. Bütün ailemi gezerim her bayram, kızımla, oğlumla... Oğlum 18 yaşındadır, düşünün gelir benimle, giderik mezarlığa, gezerik, çiçek koyarık... Ve babama dua ederim... Sadece dua... Babam yok... Nerdedir? Bulmak isterim artık... Nolur yardım edin bulayım babamı... Yıllarca bu çokluğu çektim, en azından kalan ömrümde bir mezarı olsun, gideyim, bir çiçek koyayım da duamı okuyayım... Bileyim artık, ne oldu... Mesela ölür birisinin babası, ağlarlar, bilirmisiniz ne derim? “Şükrediniz ki babanızla yaşadınız, birşeyler paylaştınız...”
Ben ne paylaştım? Beş yaşına kadar, sadece paylaştığım onlar... Yetmiş yaşında ölür babası mesela, üzülür, ağlar. Derim ki “Ağlamayın, sevinin çünkü siz yaşadınız, baba sevgisi tanıdınız, ben babamın sevgisini bilmedim...”
Benim annem hem annem, hem babam oldu. Ayakları yıkanıp suyu içilecek bir kadındır. Evlenmeden, üç tane çocuk, aynı yaşta hemen hemen, okuttu... Hala daha elini üzerimizden çekmedi... Bir taraftan da şükrederim ki böyle bir annem var... O da olmasa ne yapacağımı bilmezdim...
Devlet bize yardım etsin, nolacak? Açtırırsa ne olacak Sevgül Hanım? Açtırmazsa bir ömür biz bu yokluğu hissedeceyik... Bunu vurgulamaya çalışırım, belki dinlerler, sesimizi duyarlar, bize yardım ederler... Benim gibi kaç kişi var öyle... Tekke Bahçesi’nde gömülü birçok kayıp var... Siz de biliyorsunuz size gelen bilgilerden... Tekke Bahçesi’nde bayağı var, açın, nolacak, çıksın varsa, yoksa da ortaya çıksın... O zaman yapılan devletin hatası varsa, o da ortaya çıksın. Neleri kabullenmedi bu halk? Nelere boyun eğmedi? Bu da unutulur gider... Ama biz en azından babalarımıza kavuşuruk... Bilirim ki bir mezarcığı var, giderim en azından çiçeciğini ekerim, suyunu dökerim... Başka yapabileceğim bir şey yok benim, benim elimden gelen bu Sevgül Hanım... Kime gideyim? Kime başvurayım? Gördüğüme sorarım, biraz daha deli deycekler, her komutana sorarım... Ama bu, anlatılmaz bir şeydir...
Annem mesela neler yaşadı... Biz çocuktuk, sorardık “Babam nerdedir?”, cevap veremezdi... “Neden bulman?”
“Nasıl bulayım?” derdi.
Gezmediği, bakmadığı yer kalmadıydı... Mezarlara kadar açtırtı... En son görünürlerdi kendine, o kadar bozulduydu bu mezarları açtırdığı zaman Ağırdağ’da... “Aç kapıyı da kıvırcık saçlı biri geldi” derdi, açardım kapıyı, kimse yok...
“Anne yok biri...”
“Görmedin? Yeşil da tulum giyerdi” derdi...
Elinden geleni yaptı, bizi büyütmek için da elinden geleni yaptı... Biz bu kadar zaman babasız yaşadık, bu kadar fedakarlık gösterdi bu kadın. Bundan sonra olsun akıbetini bilelim, noldu, ne yaptılar... Uçurum dediler, sorduk, inilmeyecek uçurum yok dediler. Şimdi öğrenirim ki gerçekten o uçurum varmış Doğruyol’da. Gerçekten atılmış ve askerler çıkarılmış onun içinden daha sonra. Neden bir var, bir yok derler. Yani kimden öğrenebilirim ben bu en iyi bilgileri? Kimi bulayım, kime gideyim, artık şaşırdım Sevgül Hanım... İnşallah yazınız bir sonuç verir ve bilen birileri çıkar gelir, anlatır... Belki bir çare olur...
Tek ipucumuz Tekke Bahçesi, geri kalan başka bir şey var mı? Yoktur... Ağırdağ açıldı, şimdiki Boğaz Şehitliği... Annem tek tek açtırdı, onlarda yok, Türkiye’de yok, olsaydı bilgi verilecekti. E nereye gitti bu adam? Uçmadı ya... Sadece bir görgü tanığı var, Tekke Bahçesi’yle ilgili... Bir da Hasan Kutay’ın tanıklığı var, “Önder İbrahim’in mezarı çifttir” diye. İkisi da Boğaz’da şehit oldu, demek ki Tekke Bahçesi’dir, başka bir şey değil...

SORU: En azından içinizin rahat edebilmesi için bunun mutlaka yapılması lazım...
ÜLFET CANSEÇ:
Kazılması gerekir... Bir imza kampanyası mı başlatayım? Tekke Bahçesi’nde gömülü olduğu sanılanların akrabalarından imza toplayıp bunları mı sunalım ilgili makamlara? Ya da Tekke Bahçesi’nde gömülü olduğu sanılanlar bir araya gelsin ve birlikte bir imza kampanyası mı başlatalım? Öyle bir şey yaparsak, belki sesimizi duyurabilirik... Küçük kardeşim Aysan da araştırma yaptı, o da Tekke Bahçesi’ne ulaştı... Tekke Bahçesi’nde tıkandı çünkü açılmıyor Tekke Bahçesi...
Bizim hikayemiz böyle... Belki sizin da yardımlarınıznan bir şeyler başarabilirik...”

sevg-023.jpg

(YENİDÜZEN – Kıbrıs: Anlatılmamış Öyküler – Sevgül Uludağ – Haziran 2012)


 

BASINDAN GÜNCEL

“Kimsin sen?”

NATALİ HAMİ

”Peki, sen kendini daha çok Kıbrıslı Rumlarla mı özdeşleştiriyorsun?” Bodamya’da yapılan bir röportaj dizisi sırasında benimle yapılan söyleşide karşılaştığım en zor soru buydu.

Son derece şaşırdığımı ama kayıt yapıldığından hızlı düşünmek zorunda olduğumu söylememe gerek bile yok sanırım. Tam olarak ne dediğimi hatırlamıyorum, ama bu sadece bir başlangıçtı. Zira daha sonra bu soruyu kendi kendime defalarca sordum.

Kendimi daha fazla kiminle özdeşleştiriyordum? Bütün hayatım boyunca onlarla yaşayıp dilini konuştuğum ve geleneklerini öğrenip paylaştığım bir toplumla mı yoksa büyük çoğunluğunu tanımadığım ve dilini hala daha iyi konuşamadığım bir toplumla mı?

Kuşkusuz ki, dil bunda ciddi bir rol oynuyor. Bir defasında bir yakınım beni sinirlendiren bir soru sordu: ”Dili konuşamıyorsan eğer, nasıl Kıbrıslı Türk olabilirsin?” Sanırım, söylemeye çalıştığı şey dilini konuşamadığım bir ulusal kimliği nasıl sahiplenebileceğimdi.

Dil şimdi olduğu gibi hayatıma yeniden girmeden önce dahi duygusal olarak her zaman Kıbrıslı Türk hissetmişimdir. En azından Bodamyalı Kıbrıslı Türk hissetmişimdir.

Belki de en nihayetinde önemli olan kendimi kiminle özdeşleştirdiğim değil kiminle daha rahat hissettiğimdir. Zira Kıbrıslı Kıbrıslıdır. Çünkü iki toplum arasındaki tek fark dildir. Dürüst olmak gerekirse, ‘’kendimi kiminle daha rahat hissettiğim’’ sorusu, beni ‘’hangi toplum beni daha fazla kabul ediyor’’ sorusuna çıkarıyor.

(mycyprus-NATALİ HAMİ – 4.10.2017)

Bu yazı toplam 2014 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar