Gazın Kalbinde Barış Var mı?
Doğu Akdeniz’in gazı kıvılcım; barışsa hâlâ barut fıçısında. Ekim 2025’te Kıbrıs’ta seçilecek lider, Christodoulidis’in karşısına ilk kez eşit bir muhatap çıkarabilir ve federasyon, yalnızca çözüm değil, artık jeostratejik bir zorunluluk olabilir.
Dalgaların dili vardır; kimi zaman huzuru fısıldar, kimi zaman yaklaşan fırtınayı haykırır. Doğu Akdeniz’deki dalgalar ise bugünlerde tarihin yüküyle kabarırken geleceğin ihtimallerini de kıyıya taşıyor. Bu suların derinliklerinde üç isim yankılanıyor: Aphrodite, Glaucus ve Cronos. Bunlar kulağa mitolojiden fırlamış tanrılar gibi gelebilir; oysa bu kez efsane değil, jeoloji konuşuyor. Bu isimler, Akdeniz’in karanlık katmanlarında, deniz tabanının yüzlerce metre altında sessizce yatan doğalgaz rezervlerinin kod adları. Toplamda 341 milyar metreküp (bcm) hacmindeki bu enerji potansiyeli, yalnızca bir ekonomik kaynak değil aynı zamanda bir jeopolitik sınavın başlangıç noktası.
Bu rezervler ne dev bir enerji devriminin habercisi olacak kadar büyük, ne de göz ardı edilecek kadar önemsiz. Yani bu gaz, Kıbrıs adasının kaderini değiştirebilir ama bunu nasıl yapacağı hâlâ belirsiz. Kimi gözler onu refaha açılan bir kapı, bölgesel iş birliğinin kıvılcımı olarak görürken; kimileri yeni bir gerilim dalgasının ilk işareti olarak okuyor. İşte tam da bu yüzden, Doğu Akdeniz’in kalbinde yatan bu enerji, bir hammadde olmanın ötesinde bir sınavdır: Tarihin bölmeye doyamadığı bir adada, doğalgaz birleştirici mi olacak yoksa ayrıştırıcı mı?
Kıbrıs, yarım asırdır iki kıyıya bölünmüş bir ada değil yalnızca; iki hakikat, iki hafıza, iki beklenti arasında sıkışmış bir kader. Şimdi bu kaderin tam kalbinde, denizin altından bir ışık sızıyor. Bu gaz, yalnızca ekonomik bir kaynak değil; adeta geçmişle geleceğin çarpıştığı bir turnusol kağıdı. Eğer akıl ve cesaretle yoğrulmuş bir siyasi zemin bulunamazsa, bu ışık ne yolu aydınlatır ne de yarayı sarar. Aksine, yeni bir fırtınanın şimşeği olur.
Orta Ölçekli Rezervler
Bu rezervler, ne dev bir enerji devrimini başlatacak kadar büyük, ne de göz ardı edilecek kadar küçük. Avrupa Birliği’nin yıllık 295 bcm (milyar metreküp) civarındaki tüketimini ya da Türkiye’nin 50 bcm'lik ihtiyacını düşündüğümüzde, Kıbrıs açıklarındaki bu gaz, kıtanın açlığını tek başına doyuramaz. Ama fiyatların dalgalandığı, enerji kaynaklarının çeşitliliğinin siyasi güce dönüştüğü bir dünyada, bu rezerv tam da pazarlık masasının ortasına koyulacak cinsten: Ne çok, ne az.
Kritik Seçim, Yeni Zemin
Gazı çıkarmak kolay değil. Teknik olarak da, siyasi olarak da. Türkiye, Trans Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı (TANAP) ve TürkAkım gibi projelerle Avrupa’ya doğrudan gaz sevkiyatını artırmış durumda. Güney Kıbrıs ise İsrail ve Mısır’la yakınlaşarak enerji diplomasisini başka bir kulvarda yürütüyor. Ancak tüm bu enerji manevralarının ortasında, çözüm anahtarı hâlâ siyaset. Ve belki de ilk kez, kilidi açacak anahtar Ekim 2025’te seçilecek.
Bu seçim, sadece bir siyasi lider değişikliği değil; aynı zamanda Doğu Akdeniz’in enerji haritasını yeniden şekillendirecek bir muhatap yaratma potansiyeli taşıyor. Şayet KKTC’de iki toplumlu, iki bölgeli ve siyasi eşitliğe dayalı federasyonu içselleştiren bir liderlik iş başına gelirse, Güney Kıbrıs Cumhurbaşkanı Nikos Christodoulidis artık masada gerçek bir muhatapla karşı karşıya kalacak. Bu, yıllardır donmuş olan federasyon müzakerelerine yeni bir ivme kazandırabilir.
Zira yatırımcılar için yalnızca doğalgazın bolluğu değil, hukuki güvenlik de önemli. Sınırların net çizildiği, gelir paylaşımının belirlendiği, uluslararası hukuk çerçevesinde tanınan bir siyasi yapı, şirketlerin çok milyar dolarlık yatırımlarını ancak o zaman sahaya indirir. Aphrodite sahasına ayrılan 4 milyar dolar, bu potansiyelin sadece bir fragmanı.
Enerji Yatırımı: Sadece Teknoloji Değil, Diplomasi de Gerektirir
Teknoloji burada çözüm değilse bile çözüme en yakın araç. Kıyıya boru döşemeden üretim sağlayan FPSO (Floating Production Storage and Offloading – Yüzer Üretim ve Depolama Ünitesi) sistemleri ve karbon salımını azaltmaya yönelik CCS (Carbon Capture and Storage – Karbon Yakalama ve Depolama) çözümleri, enerji piyasasında sürdürülebilirliği sağlamaya aday. Ancak, yatırımcının iştahını kabartacak büyüklükteki rezervler olmadıkça, bu teknolojilerin uygulanabilirliği sınırlı kalır. Kıbrıs açıklarındaki 341 bcm, bu eşiğe (500 bcm’lik büyük ölçekli rezervler) yakın ama henüz aşmış değil. Ek 160 bcm’lik bir keşif olmadan, yatırımcıların ilgisi sınırlı kalabilir.
Bu nedenle belki de gerçek yatırım, yeraltından önce masada yapılmalı. Diplomatik masa, enerji sahasından çok daha zorlu bir zemin sunuyor. Ama sağlam bir federasyon mimarisi inşa edilebilirse, yalnızca enerji paylaşımı değil, barışın kendisi de kalıcı hale gelebilir.
Üç Senaryo, Tek Karar
Önümüzde üç olası manzara var:
- Federasyon Mucizesi gerçekleşir, 2026–2028 arasında sınırlar çizilir, uluslararası konsorsiyumlar devreye girer ve gaz, 2029 itibarıyla Avrupa'ya akar.
- Yatırım Krizi patlar, 2025–2027 arasında siyasi çıkmaz finansmanı dondurur; Türkiye, Mısır ve İsrail arasında enerji rekabeti tırmanır.
- Kademeli Ortak İşletme modeliyle küçük adımlarla ilerlenir; güven ortamı oluşursa federasyon görüşmeleri yeniden başlatılır.
Bu üç senaryo arasında fark yaratacak şey, Ekim 2025’te KKTC halkının sandıkta vereceği karar olacak. Bu karar yalnızca siyasi bir tercihi değil, aynı zamanda barışa atılacak ilk adımı da temsil ediyor olabilir.
Gazdan Önce Güven
Sonuç olarak, Doğu Akdeniz’in derinliklerinde yatan enerji rezervleri, başlı başına bir barış formülü değildir. Çünkü enerji, siyasi irade ve toplumsal uzlaşıdan yoksunsa, yalnızca yeni krizlerin yakıtı olur. Ancak bu gerçek, barış olmadan da o rezerve asla tam anlamıyla ulaşılamayacağı gerçeğini değiştirmez. Sondaj kuleleri kurulur, anlaşmalar imzalanır, şirketler gelir geçer… Ama kalıcı olan yalnızca güvenin ve eşitliğin üzerine inşa edilen siyasi mimaridir.
Bu nedenle Kıbrıs’taki gaz, ne mucizevi bir çözüm, ne de tek başına bir tehdit. O, doğru siyasal zeminde hem Kuzey’in hem Güney’in refahını besleyecek ortak bir kaynak olabilir. Bunun yolu da hukuki teminatlardan, tanınmış muhataplıktan ve en önemlisi siyasi eşitliğe dayalı federatif bir yapıdan geçer. Aksi hâlde, denizin altındaki hazine, yeryüzünde krizleri besleyen bir hayal kırıklığına dönüşür.
Belki de bu kez, enerji ilk defa barışı tehdit eden değil, barışı besleyen bir ateşe dönüşebilir. Ama bu ateşi harlayacak olan, ne doğalgaz kuyusu ne de boru hattıdır. Gerçek kıvılcım, halk iradesiyle şekillenecek seçim sandığında gizlidir. Çünkü Doğu Akdeniz’de geleceği belirleyecek şey artık teknik değil, siyasidir; mühendislik değil, liderliktir.
Gazdan önce güven gerekir.
Ve bu güvenin tetikleyicisi kuyu değil; seçim sandığı olur.