Emrah Yeşilırmak’ın kolu gerektiğinde havaya kalksın diye dokunulmazlığını kaldıramadılar!
Şimdiiiii, Emrah Yeşilırmak “dokunulmaz”!
Ne demek “dokunulmaz”?
Yani “yargı”, O’nu yargılayamaz!
Ne zamana kadar?
Hükümetin sağ eline ihtiyacı bitene kadar!
Ne acı!
Ne ayıp!
-*-*-
Haaa Emrah Yeşilırmak suçlu mu?
Elbette değil!
Ne zaman “suçludur” diyebiliriz?
Yargı, kararını verdikten sonra!
Verirse!
-*-*-
Pekiiiiii, Emrah Yeşilırmak ile aynı “suçlamadan” muzdarip başkaları yok mu?
Var!
Mesela Fatoş Ünal var…
KKTC siyasetinin şu andaki en güçlü isimlerinden biri hatta belki de birincisi!
O yargılanacak mı?
Belki biraz yavaş ilerleyen bir süreç söz konusu ama kesinlikle yargılanacak!
-*-*-
Bu ülkede “milletvekili” seçilmenin elbette “Anayasa” veya “ilgili yasalardan” kaynaklanmış bir “dokunulmazlık” hakkı olacaktır da bunu bu şekilde yaparsanız; “ayrımcılığa” da girmiş olmaz mısınız?
-*-*-
Yeşilırmak’ın dosyası hazırdır ama yeni bir seçim yapılana kadar bekleyecek…
Peki yeni seçimi kazanırsa?
Beklemeye devam!
Ve siz buna “adalet” diyeceksiniz!
-*-*-
Emrah Yeşilırmak yargılanmalıydı…
Suçu varsa cezasını çekerdi…
Yoksa…
Hayat devam edecekti…
Şu anda sırf elini havaya kaldırsın diye adalet engellenmiştir!
Benzer suçla yargılanacak olanlarla da arasına “sınıf farkı” getirilmiştir!
-*-*-
Sakın kimse bana “bu işten Türkiye’yi yönetenlerin hiç haberi bile yok” demesin!
Memleketin her anlamda içine edilmiştir ve hala edilmektedir!
Ne yazık ki!
-*-*-
Tekrar ediyorum; Emrah Yeşilırmak’ın iki kolundan biri, gerektiğinde havaya kalksın diye, dokunulmazlığının kaldırılmasına izin verilmemiştir!
Türkiye ve çevresinde esen rüzgarın Kıbrıs’ta tersine esme şansı olamaz!
Her şeyden önce, Çin ile Amerika arasındaki ticaret savaşının gereksiz olduğu anlaşıldı…
İki ülke de geri adım attı…
Bir çeşit huzur yükselişi, çözüm cinsi ile alakalı rüzgar esmeye başladı!
-*-*-
Suriye’de öyle veya böyle, bir çözüm söz konusu…
İsrail oraların “egemeni” ve “güçlüsü”…
İstesek de istemesek de kabul ettik mi?
Ettik!
Hatta itirazımız hiç olmadı!
(Çok özür dilerim ama Türkiye adına konuşmuş oldum, affedin)…
Suriye’deki rüzgar da hafif ve huzurlu esiyor gibi…
-*-*-
Kürt sorunu!
Kusurluydu, sıkıntılıydı, oydu, buydu geçin!
PKK’nın adını bile değişmesi, “Sadece Türkiye’de” silah bırakması dahi çok olumludur…
Ve bu olumlu hava – ılımlı rüzgar esintisi anında Türk Lirası’na bile yansımıştır…
-*-*-
Evet Gazze’de kan akmaya devam ediyor ve ne acıdır, yeni Papa dışında herkes bu vahşete gözünü kapamış durumdadır…
Bir şekilde – çok acı ve çok utanç verici – ama Gazze meselesini de kapattık!
Oradaki rüzgar da zararsız gibi esiyor…
-*-*-
Yarın, Putin ve Zelenski “anlaştık” der ve çekilecek fotoğraflarda Tayyip Erdoğan da hafiften gülümser bir şekilde yer alırsa; Ersin Tatar’ın yapacağı iki şey kalır!
-*-*-
Ya siyasetini değişecek ve “evet, federal çözümden ve Avrupa Birliği’ne yaklaşmaktan başka şansımız yoktur” diyecek ya da çok üzgünüm ama rezil ederek o koltuktan indirecekler!
-*-*-
Türkiye çevresinde esen rüzgar, huzur ve barış, çözüm ve uzlaşı içeriyorsa; bu rüzgarın Kıbrıs’ta tersine esme şansı olamaz!
Bilmem anlatabildim mi?
Allah yine sırayı bozdu!
Yıllar önceydi, Gemikonağı’nda, bahçede atılı bir Landrover gördüm…
Çok eskiydi…
Ağaçlar, dallar, otlar, çamur kaplamıştı her yanını…
-*-*-
Kim bilir belki İngiliz askerleri, EOKA’cılar veya ne bileyim, 1964’ten sonra BM askerleri kullanmış olabilirdi…
Atıldı…
Ömer Faruk kardeşimin bahçesindeydi ve “al abi” dedi…
Aldım!
Taaa Ozanköy’e gönderdi Ömer Faruk!
-*-*-
Aylarca, yıllarca uğraştım, “yürüyecek” dedim, birkaç milden fazla yürütemedim…
Çok para lazımdı veya çok uğraşmak gerekiyordu…
-*-*-
Bir küçük tepeceğin üzerine park etmiştim…
Haftalarca çalışmadı…
-*-*-
Bir gün o dönemin şampiyon rallicilerinden Mustafa Bulutoğlu’na bahsettim…
“Abi, Sanayi’de Yıldız Garaj var, onlar tamir eder” dedi…
Ama aracın Lefkoşa Sanayi’ye gitme şansı da yoktu!
Öyle bir yerdeydi ki, çekmek, bağlamak, çekiciye yüklemek de adeta imkansızdı veya çok ciddi ustalık gerektiriyordu ve gerçekten tehlikeliydi…
-*-*-
Mustafa, “sen merak etme” dedi…
Bir gün sonra “O” geldi…
Çekici aracı tepenin alt kısmına yerleştirdi…
Yani o günlerde aklıma gelse, filme alsam, izlenme rekoru kıracak bir performans sergiledi…
-*-*-
Antika Landrover’i boşa aldı, Kıbrıslı deyişiyle tepecikten aşşşa doğru akıttı, sağ tekerini hafifi kırıp bir selvi ağacına vurdurttu ve aracı yavaşlatıp, doğrudan çekicinin arkasına yerleştirdi… Tam bir ustalık, müthiş bir pratik zeka hatta inanılmaz bir sirk cambazlığıydı yaptığı…
Araçtan atlaması, çelik halatı bağlaması birkaç saniyelik işti…
Gerçekten anlatmak kolay değil…
-*-*-
O kişi, Ömer Yıldız’dı…
Kibarlığı, hızı, her türlü araç kullanımındaki ustalığı…
O, belki de az bilinen bir efsaneydi…
-*-*-
Arkadaşlarının çok sevdiği biriydi, babaydı, eşti, kardeşti…
O, bizdik…
Ve Ömer Yıldız ile aslında biz de kısmen öldük…
-*-*-
Evet, Allah sırayı bozmasın deriz ve birçok ölümü “doğal” karşılar, “Allah rahmet eylesin”le geçeriz…
Da bu öyle değil…
Allah, yine sırayı bozdu…
-*-*-
Ailesine, sevenlerine, ülkemize başsağlığı diliyorum…
“Acılarını paylaşıyorum” diyeceğim ama paylaşılabilecek bir acı değil…
Ateş, düştüğü yeri yakıyor…
Çok büyük bir kayıp…