1. YAZARLAR

  2. Cenk Mutluyakalı

  3. DEMEDİ OLMASIN
Cenk Mutluyakalı

Cenk Mutluyakalı

DEMEDİ OLMASIN

A+A-


- "İnsan bazen sırf kendisi olmaktan bile yorulur" - (Dücane C.)



Kasımın sonları ile aralık ayının arası bir yer, gazetecilik öykümde emekleme günlerimdir.
Sene 89!..
Yani çeyrek asır bitmiş.
Çüş!..
Tabii "alaylı" olunca 4-5 sene kazanımınız oluyor.
İşlerken ışıldayıp, eğitimi de içine katmışız, ‘Mehmet Ali Akpınar Üniversitesi’nde!..
Gel gör ki diploma yok ya, barem içi artış vermiyorlar !..
Sahi ‘müdür’ de olamazdım ben kamuda...

***

25 senedir her sabah, gazete satın alıyorum!..
Çalıştığım ya da yönettiğim gazeteyi!
Her sabah!.
Hâlâ!..
İlk beş seneyi çık aradan, 2 de askerlik, 18 senedir de her gece yarısı ya da sabaha doğru, baskı öncesi gazeteyi görüyorum üstelik!..
Hep!.
6 bin 500'den fazla bal kabağı saati bu!..

***

İlk seneler daha az insan tanıyordum, çok güzel insan, daha çok.
Sonra daha çok insan tanıdı beni, ben onları, çoğunlukla sevimli, sevecen...
Giderek daha çok insan tanıdım, tanıdı...
Sevenler de çok oldu, sevmeyenler de hissettirdi kendini, az az...
Sonra sonra sevenleri ayırmaya başladım, "seversen sevenler"
bir de "hem de nasıl sevenler..."
Hani bu “seversen sevenler” nasıl bir kalabalık, nasıl bir gösterişli, bilirsiniz.
Ama bir de 'nefret edenler' oluştu tabii.
Çünkü seneler senelere eklenirken giderek daha çok insandan sözünüzü sakınmıyor, daha fazlasına 'duymak istemediklerini' söyler oluyorsunuz...
Dokunduklarınız gölleşiyor, damlaya damlaya...
Elbette hatalar da birikiyor ister, istemez...
Böylece sevenler artarken, nefret edenler de artıyor.
Sonra dostlarınız ve yakınlarınız dahi nasibini alıyor bu nefretten.

***

Çok daha fazla yüz görüyor, daha fazla yüzü unutuyor, daha fazla yüzsüzlükle yüzleşiyor insan, bu meslekte, her yeni sene...

***

25 sene devrildi ha!..
Beden de direnmiyor ki; ilginçtir tabii hastalıklar genelde "sinirsel."
Hekim dostlarım "gerginsin" falan gibi nezaketle anlatıyorlar artık, psikolojik iflasları...
Ne desinler !..
Bir dönem, 3 ay mesele, entellektüel bir arkadaşın adıyla andığım tansiyon dayandı, geçti!..
Midede spastik kolon kaldı.
Baş ağrılarına kıç eklendi...
Fissür falan bahane çizdirdik dert değil de bu aralar yutkunurken takılıyorum, dört hekim baktı, hiçbiri bir şey görmedi !.
"Gevşe" diyorlar!..

***

Bu mesleğe öyle böyle değil de çok tutkuyla sarılıyorum..
İyi ki de, hâlâ...
İlk defa "vazgeçsem kurtulurum” gibi geliyor ama!..
Gel gör ki "emekliliğe" de epeyce var sayılır, çok gürültüsü çıkmıyor da, yeni yasalarla ilk özel sektöre geçiriyorlar!..
Siz yine de çok umursamayınız bana,
- derdinizdi sanki, kim bilir sizin halinizi- öyle gelir, sonra geçer...

* * *

Hani bu kadar senenin ardından kendi adıma bir elektrik faturam bile olmadığı gerçeğiyle yüzleşince, biraz da o fenama gitti doğrusu...

Hepsi yetmiş kelime laf, toplasan on beş sloganla, yirmi beş senede varlıklarını şişirenlerin ve nasıl başarıyorlarsa hem sistemden beslenip hem de sisteme isyanla köpürtenlerin hakaretlerine katlandıktan sonra...
Sine de çekmiyor ki!

***

Genç meslektaşlardan Ali Kişmir kardeşim, ne güzel anlatmış öyle...
"... İnsanların duymak istediklerini söylediğinizde sevgilerini, duymak istemediklerini söylediğinizde nefretlerini kazanırsınız... Çoğunlukla söylediklerinizin ya da yazdıklarınızın doğruluğu ile gerçekliği pek sorgulanmaz..."
Tam da budur ha!..

***

Şimdi düşünüyorum da öyle çocuk, ev, aile - ki aile, iş yeridir aynı zamanda, çok özel dostlardır, sevdalardır- olmasa...

Bu ülkede durulmaz!..
Yok yok depresyonda falan değilim...
Öyle ihtiyaç hissettim, bu yazının okuru ergen ve genç varsa eğer diye, söylemek istedim.
(Bu kadar da uzun okumazlar ki şimdi!)
En fazla bir beş sene daha sıkınız dişinizi, çözüm olmazsa eğer, bir dakika durmayınız sakın!..
Çözüm yoksa bu coğrafyanın kuzey üçgeninde bir halt olmaz!..
"Olacak olacak" derler, beklersiniz, olmaz!..
Gidiniz, "dünyaya" bir yere...
Dedim ya, en fazla bir beş sene... 
Hani, hayatı kurmadan daha!..
Sonra kalırsınız...
Gün gele demedin, demesin kimse!..

***

H A F T A N I N   N O T C U K L A R I

‘Medeniyet Korosu’nun konserinde anlatıldı.
Bir papaz, bir haham bir imama sormuşlar, “nasıl para topluyorsunuz”.
Papaz demiş ki, “yere üçgen çiziyorum, gelen bağışları havaya atıyorum, üçgen içine düşenler klisenin, gerisi benim.”
İmam “yere daire çiziyorum, havaya atıyorum” demiş.
“Dairenin içinde kalanlar caminin, dışında kalan benim.”
Musevi Haham’a gelmiş sıra, “havaya atıyorum” demiş, “hava alacağını alıyor, gerisi benim!..”

***

Şimdi ‘Bütçe’ zamanı ya, aklıma geldi!

***

Arda’nın Barfly’ında bir gece... Genç adam, sahneye çağırdı kız arkadaşını, yere diz çöktü, benimle evlenir misin, dedi... Herkes çığlık çığlığa!.. Böyle ‘diz çökmeye’ can kurban...

***

Kimi insanların kıymeti gidince anlaşılırmış...
Hey memleketim hey!..

 

Bu yazı toplam 2288 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar