1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Acının ötesinde, cesarete doğru: Savaş dönemi cinsel şiddet travmasıyla ilgili öyküler...”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Acının ötesinde, cesarete doğru: Savaş dönemi cinsel şiddet travmasıyla ilgili öyküler...”

A+A-

s3-120.jpg

Kosova’da savaş dönemi tecavüze uğrayıp hayatta kalanların öykülerinden oluşan kitap yayımlandı...

Kosova’da, savaş dönemi tecavüze uğrayıp hayatta kalan 13 kadın ve erkeğin öykülerinden oluşan “Acının ötesinde cesarete doğru: Savaş dönemi cinsel şiddet travmasıyla ilgili öyküler” başlıklı kitap yayımlandı. “Beyond Pain, Towards Courage: Stories about the Trauma of Wartime Sexual Violence” başlıklı kitap İngilizce, Arnavutça ve Sırpça olarak Kosova İşkence Kurbanlarını Rehabilitasyon Merkezi ve Kosova ZFD Forumu tarafından yayımlandı.

Balkan Insight’ın haberinden derlediğimiz bilgilerde, kitapla ilgili şöyle deniliyor:

***  Yeni bir kitap, 1998-99 yıllarında Kosova çatışmaları esnasında cinsel saldırıya maruz kalan 13 kadın ve erkeğin travmatik deneyimlerini ortaya koyuyor ve bunu savaş dönemi cinsel şiddet ile bunun sonuçları hakkında daha derin bir anlayış yaratmak girişimiyle yapıyor.

***  “Bizi Ştime’de polis karakoluna götürdüler ve teker teker içeriye alınmaya başlandık. Benim sıram geceyarısı gelmişti. Yağmur yağıyordu... İçeride işkence yapılan kişilerin çığlıklarını duyabiliyorduk. Sonra iki polis beni yakaladı ve beni banyo odasına soktu. Ben bağırıyordum, polislerden birisi beni tutuyor ve başımı aşağıya doğru kaktırıyordu. Diğer polis ise pantolunumu ve kemerimi çıkardı bir bıçak kullanarak ve sonra da bana tecavüz etti...” Bu sözcükleri söyleyen şahsın adı Luli (gerçek adı bu değil, kitapta kullanılan adı bu), Ştime/Stimlye’de bir polis karakolunda Kosova savaşı esnasında 1998 yılının Eylül ayında nasıl tecavüze uğradığını anlatıyor.

***  Tecavüzden sonra polis onu başkent Priştine’ye göndermiş ve orada da acıları devam etmiş... “Bir kez daha ciddi biçimde tecavüze uğramış ve dövülmüştüm... Bana olup bitenlere tanık olmamak için beni öldürmeleri için dua etmekteydim...”

***  Luli’nin öyküsü, kitaptaki öykülerden bir tanesi... Tecavüz kurbanlarının anlattıkları kitapta İngilizceü, Arnavutça ve Sırpça olarak yayımlanmış.

***  Kitap tecavüzlerle, işkenceyle ve travmayla ilgili çok güçlü bir kayıt oluşturuyor ama aynı zamanda da umut ve cesaretin de öyküsü bu – savaş esnasında cinsel şiddete maruz kalmış olanlar üzerinde bunun uzun vadeli etkisine derinlemesine bakıyor.

***  1998-99 yılları esnasında yaşanan Kosova savaşı esnasında binlerce kadının cinsel şiddet kurbanı olduğuna, bu şiddeti de Sırp kuvvetlerin gerçekleştirdiğine inanılıyor. Nihayetinde NATO, Yugoslav Cumhurbaşkanı Slobodan Miloseviç’in egemenliğine son vermişti...

***  Feride Rüştü, Kosova İşkence Kurbanlarını Rehabilitasyon Merkezi Başkanı olarak kitap hakkında BIRN’e konuşuyor... Bu merkez savaş esnasında tecavüze uğramış olan kurbanlara tıbbi, hukuki ve mali yardımda bulunuyor. Feride Rüştü, kitapta yalnızca kadınların ve kız çocuklarının değil, erkeklerin ve oğlan çocuklarının da birer tecavüz kurbanı olarak öykülerinin anlatılmış olduğuna dikkat çekiyor ve “Bu da, Kosova savaşında toplumsal cinsiyet dinamiklerii daha derin biçimde anlamak için bir girişimdir” diyor.

***  Feride Rüştü, “Savaş esnasında cinsel saldırılar hakkında sessizlik, erkek kurbanlar arasında daha belirgindir... Gurur duyguları yaralanmıştır ve bu da onları sessizleştirerek, çektikleri acıyı ikiye katlamıştır” diye konuşuyor.

***  Kitap, tecavüz kurbanlarının acılarının kendilerini, ailelerini ve çocuklarını yirmi seneden fazla bir süredir nasıl etkilemiş olduğunu inceliyor... Rüştü, “Çünkü böylesi korkunç bir travmanın etkileri hiçbir zaman yalnızca tecavüz kurbanlarıyla sınırlı değildir” diye konuşuyor.

***  “Başka yerlerde olduğu gibi, Kosova’da da tedavi görmemiş olan kurbanlar, travmalarını bir sonraki kuşağa aktardılar” diyor Feride Rüştü...

***  2017 yılında benzer bir kitap yayımlanmıştı. Başlığı da, “Sesim Duyulsun: Kosova’daki Son Savaşta İşkence Kurbanı Kadınların Hatıraları” başlığını taşıyordu – bu kitap da savaş esnasında cinsel şiddete uğrayanların deneyimlerini inceliyordu, kitap ayrıca toplumsal dışlama ve bu konuları inkarla ilgili süreçlere de bakıyordu.

***  Balkanlar’ın batısında geçmişle yüzleşme konusunda çalışmalar yürüten Kosova ZFD Forumu başlıklı sivil toplum örgütünden Korab Krasniki ise “Bu kitap bu konuların yaşanmış olduğunu insani biçimde kabullenme ve empati göstermek için bir çağrıdır... Zor bir geçmişle sağlıklı biçimde yüzleşebilmek, sosyal dokuyu ve sürdürülebilir bir barışı kurmak için tecavüz ve travmalara akabilmeliyiz” diyor.

***  Kitapta pek çok tecavüz kurbanı, cinsel şiddetle bağlantılı utanç ve dışlanma korkusunun, neler yaşadıklarını başkalarına anlatamamakla sonuçlandığını söylüyorlar.

***  2018 yılının Şubat ayında hükümetin Kosova Savaşı Esnasında Cinsel Şiddete Uğramış Olanların Tanınıp Teyid edilmesi Komisyonu, savaş esnasında cinsel şiddete uğramış olanların resmi statü kazanmaları için başvuruları kabul etmeye başlamıştı.

***  Böylesi bir statüye kavuşmak bir kurbanın nasıl acı çektiğinin resmi düzeyde tanınması manasına gidiyor ve aynı zamanda her ay 230 Euro’luk bir ödenek alma gibi çeşitli yararlar sağlıyor. Ancak buna karşın pek çok kişi başvuru yapmakta tereddüt ediyor çünkü böylelikle toplumdan dışlanabileceklerinden korkuyorlar...

***  Bugüne kadar 1,510 başvuru yapılmış ve bunların 976’sı kabul edilmiş. Ancak 217 tanesi reddedilmiş, bunun nedeni de yeterli destekleyici belgelerin eksikliği – bu da 20 seneden fazla bir zaman önce yaşanmış saldırılarla ilgili verileri ortaya koymanın ne kadar zor olduğunu yansıtıyor.

***  Rüştü, başvuruları reddetmenin, başka potansiyel başvuru yapabileceklere “cesaret kırıcı bir mesaj verdiğine” dikkati çekiyor ve “Böylesi bir başvuru için kendi aileleri içerisinde mücadele eden başkalarını bu durum etkileceyektir” diyor.

***  Geçmişin travmalarını inceleyen kitap, aynı zamanda umut yüklü öykilerin de altını çiziyor. Kendi öyküsünü aktarırken Luli, onca yıl acı içerisinde yaşadıktan sonra eşiyle yeniden bir araya gelmeyi ve tıbbi tedavi görmeyi başardığını da aktarıyor. Başka kurbanlara da bir mesaj veriyor, onlara sessiz kalmamalarını salık veriyor ve “Tüm bu acıları içinizde tutmayınız” diyor.

(BIRN – 20.7.2021 – Derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).


 

12 savaş kurbanı daha Bosna’nın Pridor kentinde defnedildi...

s1-263.jpg

Bosna’daki savaşta öldürülmüş olan ve yakın geçmişte toplu mezar kazılarında kalıntıları bulunarak kimliklendirilen 12 savaş kurbanı daha Bosna’nın Pridor kentinde defnedildi.

Balkan Araştırmacı Gazetecilik Ağı BIRN’in haberine göre, cenaze töreni bayramın ilk günü olan 20 Temmuz 2021’de gerçekleştirildi.

Daniel Kovaçeviç’in haberine göre cenaze ve defin töreni, Prodor kenti yakınlarındaki Kozaraç’taki Kamicani Anı Merkezi’nde yapıldı.

Cenaze törenine üçlü Boşnak başkanlığından Boşnak ve Hırvat üyeler Şefik Dzaferoviç ile Zelyko Komsiç de katıldı.

12 savaş kurbanının kalıntıları Koricani Tepeleri’nde, Tomasiça’da, Hrastova Glaviça’da ve Kozaraç’ta bulunan toplu mezarlardaki kazılarda bulunmuştu.

Pridor bölgesinde her sene savaş kurbanları için cenaze töreni 20 Temmuz tarihinde yapılıyor, bu yıl bu tarih, Kurban Bayramı’nın ilk günüydü...

Cenaze töreninde bir konuşma yapan Boşnak İslam Toplumu Başmüftüsü Hüseyin Kavazoviç, “Bayramın sevinciyle hüznümüz karışıyor bugün” dedi. “Aradan 29 sene geçti ve hala cenaze törenleri yapıyoruz ve bu cenaze törenlerinin daha ne kadar süre devam edeceğini sadece Tanrı bilir – ancak en son kardeşimizi, babamızı, kızkardeşimizi ve annemizi toprağa gömünceye kadar devam edecek” dedi Başmüftü.

Hüseyin Kavazoviç, buna karşın bu suçu işleyenlerin pişman olduklarına dair herhangi bir belirti bulunmadığına dikkati çekti ve “Böylesi suçlar ancak inancı olmayan, aylakı olmayan, utanç duymayan insanlar tarafından işlenebileceği açıktır. Bizim görevimiz adaleti talep etmek ve savcılara bu katilleri işaret etmektir” diye konuştu.

Predor’da defnedilen 12 kişiden en genci 21 yaşındaki Fikret Marosliç idi. Babası Himzo ise öldürüldüğünde 47 yaşında idi, o da aynı gün defnedildi. Her ikisi de 1992 yılında Koricani Tepeleri’nde öldürülmüştü. Burası ünlü bir infaz yeri idi çünkü 1992 yılında Pridor bölgesinden Müslümanlar, bir uçurumun kenarına dizilerek Boşnak Sırp kuvvetler tarafından kurşuna dizilmişlerdi. 1992 yılında Boşnak Sırp kuvvetleri, Pridor bölgesine bir dizi saldırıda bulunmuştu. O günlerde savaş esnasında esir olarak bir kampta tutulan Mirsad Duratoviç bir televizyon kanalına yaptığı açıklamada, sözkonusu yerde 3,176 kişinin öldürüldüğünü, pek çoğunun naaşının hala buunamadığını ve bunların “kayıp” olduğunu aktardı. Duratoviç, “Son yıllarda kayıpların kalıntılarının bulunmasındaki süreç aksıyor. Bu kayıpların nereye gömüldüğü hakkında bilgimiz yoktur” diye konuştu.

Lahey Uluslararası Mahkemesi’nde ve Boşnak devlet mahkemesinde görülen davalarda Pridor bölgesinde savaş suçu işlemekten toplam 38 kişi mahkum edilmiş bulunuyor. Bunlar toplam 628 yıl hapisliğe mahkum edildi, o dönemin Boşnak Sırp siyasi ve askeri liderleri Radovan Karadziç ile Ratko Mladiç’e ise ömür boyu hapislik cezası verildi.


Selanik Belgesel Film Festivali’nden...

“Çocuk askerler... Karadeniz’de Rum kıyımı...”

s2-231.jpg

Murat TÜRKER

23.Selanik Belgesel Festivalinde dikkat çeken filmlerden bir seçki daha…

Ortadoğu’da ve bilhassa Suriye’de, IŞİD’in yürüttüğü savaş için çocukların eğitilerek acımasız birer katil haline getirildiği artık herkesçe biliniyor. Din öne sürülerek aslında Müslümanlıkta kabul görmeyen hurafelerle beyinleri yıkanmış çocukların, Kuran kursu olarak lanse edilmiş eğitimlerde cihatçı zihniyetle yüklendikten sonra bölge halklarına musallat olması sağlandı. Çocuk askerler yetişkinler gibi kadın, çocuk, yaşlı ayrımı yapmadan işkence uyguladılar, cinayetler işlediler, katliamlara dahil edildiler; aynı zamanda hayatları boyunca psikolojik olarak atlatamayacakları dinamiklere maruz bırakılmış oldular.

Behrouz Nouranipour’un yönettiği Children of the Night başlıklı belgesel karanlık bir dünyadan bize seslenirken İran sinemasının gücünü bir kez daha ispat ediyor.

Filmin kahramanları olan beş çocuk yakın zamanda bilhassa Yezidilere karşı işlenen savaş suçlarının faili olarak karşımızda ve belgeselde çocuk asker trafiğini yürütenlerin Türkiye bağlantısı da bu vesileyle afişe ediliyor.

Birleşmiş Milletler mülteci kampında kamera karşısına geçmiş mevzubahis çocukların kaderi belirsiz, çünkü memleketleri Afganistan veya Pakistan gibi ülkelere teslim edilmeleri durumunda başlarına nelerin gelebileceği meçhul. Aslında savaş suçlusu oldukları için yargılanmaları gerekiyor, fakat çocuk oldukları için durumlarının hukuki çerçevesini çizmekte zorluk yaşanıyor.

Kameranın yakından takip ettiği bilhassa beş çocuğun büyük travmalara sahip olduğu kesin, fakat becerikli yönetmenin kahramanlarını rahat ettirmesiyle içlerinden ateşi hiç sönmemiş birer cihatçının fışkırması vaziyetin ne kadar vahim olduğunun ispatı. Aralarında yalnız kalaşnikov silahlarına değil eroine de bağımlılık geliştirmiş olanlar var ve onları iyileştirmek için gerekli desteğin nereden geleceği meçhul. Psikopatlık derecesindeki dışavurumları bir yana, kaybolmuş çocukluklarının silik izlerini de başarıyla kaydeden usta yönetmen, kıvrak montajla elde edilmiş dozunda bir akıcılıkla seyirciyi avucunun içine alıyor; muhteşem ışık yönetimi ve gayet estetik şiirsel bir yaklaşımla bizi çocukların ve aslında tüm insanlığın dramına dahil ediyor.  

 

“KARADENİZ’DE RUM KIYIMI...”

İttihat ve Terakki’nin önderliğinde Anadolu’nun Müslüman olmayanlardan “temizlenmesi” süreci devam ederken Pontus Rumları’nın başına gelenler “2 Miles from home” başlıklı belgeselde irdeleniyor... Talanın, tehcirin, tecavüz ve cinayetlerin izleri aradan dört nesil geçtikten sonra bile genetik hafıza sayesinde sanki dünmüş gibi yaşanıp aktarılıyor. Julia Speropulos’un yönettiği filmde bilhassa müzik, dans ve geleneksel kıyafetlerle Pontus geleneklerinin göç edilen Yunanistan’da aynen yaşatıldığına bir kez daha tanık oluyoruz.

Mülteci olarak geldikleri yeni topraklarda Karadeniz Rumlarının yerleşik Yunanlılar tarafından dışlandığı, aşağılandığı, onlara “Türk tohumu” dendiği de tekrar hatırlatılıyor. Karadeniz bölgesinde halen konuşulmakta olan, Yunanca’nın dünyadaki en antik biçimi Yunanistan’a göç etmiş olanlar için de kimliklerinin birincil kanıtı oluyor ve ana dilleri aynı zamanda Anadolu köklerine bağlılıklarının temelini de oluşturuyor.

84 dakikalık film fazlasıyla durağan bir ritme sahip, sanki kısıtlı imkanlarla çekilmiş, esasen röportajlardan müteşekkil, eski tarz bir televizyon belgeseli niteliğinde. Neyse ki uzmanların beyanatları, hadiseleri birebir yaşamış insanların dramatik tanıklıkları, dönemin gazeteleri, resmî yazışmalar ve muhtelif tarihi evraklarla korkunç süreç inandırıcı biçimde aktarılıyor.

Mesele hakkında yıllardır araştırma yapmış, Karadeniz doğumlu olup Rum Pontuslu kimliğini sonradan keşfeden Tamer Çilingir’in Türkçe açıklamaları da belgeselde mühim yer tutuyor.

Aynı mevzuya eğilen festivaldeki diğer film 19.5.1919 başlıklı, Angeliki Paikopulu imzalı Almanya yapımı 24 dakikalık kısa belgesel...

(BİANET.ORG – Murat TÜRKER -  3/17.7.2021)

 

 

 

 

 

 

Bu yazı toplam 1088 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar