1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. 1930’lu ve 1940’lı yıllarda, Yukarı Arodez’den hatıralar... 1
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

1930’lu ve 1940’lı yıllarda, Yukarı Arodez’den hatıralar... 1

A+A-

KIBRIS’TAN HATIRALAR...

“TALES OF CYPRUS” yani “Kıbrıs’ın Öyküleri” sosyal medya sayfasının yöneticisi, Avustralya’dan çok değerli arkadaşımız, akademisyen-grafik sanatçısı, araştırmacı yazar Konstantinos Emmanuelle, Yukarı Arodez’den bir öykü paylaştı... Konstantinos Emmanuelle’in bu öyküsünü derleyip özetle okurlarımız için Türkçeleştirdik. Konstantinos Emmanuelle, şöyle yazıyor:

***  Yakın geçmişte ABD’nin Ohio eyaletinden harika bir yaşlı Kıbrıslı’yla tanıştım, o da bana 1930’lu ve 1940’lı yıllarda Kıbrıs’ta büyürken yaşadıklarını ve eğitime sahip olabilmek için yürütmüş olduğu mücadeleyi anlatarak bunu paylaşmayı kabul etti. Hristos Horattas, kendi hayat hikayesini yazma öngörüsüne sahip kendi kuşağından ender Kıbrıslılar’dan biridir. Kendisinin izniyle bugün sizlerle onun öyküsünü paylaşmak istiyorum...

***  Hristos Horattas, 9 Şubat 1928 tarihinde karma bir köy olan Yukarı Arodez’de dünyaya gelmişti – köyde 500 kadar Kıbrıslırum ile 100 kadar Kıbrıslıtürk yaşıyordu.

s1-295.jpg

***  Hristos, altı çocuktan ikincisiydi (Sofoklis, Andreas, Agabiyos, Antulla, Katsonuris) – babasının adı Yorgos, annesinin adı Olga Horattas idi. Annesi Olga (bekarlık soyadı Agabiyu) ilk çocuğunu dünyaya getirdiğinde henüz 18 yaşındaydı ve üç gün sonra çocuk vefat etmişti. Olga, çocuğunun doğumdan sonra neden ağlamadığını ya da meme emmeye yanaşmadığını sorgulayacak olgunluktaydı. Dikkatli bir inceleme ardından, zor doğum esnasında ebenin bebenin kafatasının üstünde kalmış olan üç derin parmak izini farkedecekti...

***  “Ebe yaşlı bir kadındı, herhangi bir eğitimi de yoktu” diye anlatıyor Hristos. “Görünen o ki, Yukarı ve Aşağı Arodez’de dünyaya gelenlerin yüzde doksanını o doğurtmuştu...” Hristos’un annesi bebeğini kaybedince derin bir hüzne kapılmıştı, gece gündüz ağlıyordu, ta ki ikinci kez hamile kalsın – bu kez Hristos’a hamile kalmıştı...

***  “Okuma yazma bilmeyen bir insan, kör bir insan gibidir” diyordu Hristos’un babası Yorgos sık sık... Bunu söylemesinde iyi bir neden vardı. Hristos’un dedesi bir değirmenci olarak tüm işini ve tüm mallarını ve arazilerini, okuma yazma bilmediği için kaybetmişti... Anlatılanlara göre, 100 Kıbrıs Lirası ödünç para alma anlaşmasına başparmağını bastırmıştı. O dönemde parmak izini bastırarak kredi almak, Osmanlı dönemi Kıbrısı’nda çoğunlukla okuma-yazma bilmeyen nüfus için yaygın bir hukuki uygulama idi.

***  Hristos’un dedesi, kendisine ödünç para veren tefecinin kredi miktarını bir sıfır ekleyerek 100 yerine 1000 lira yaptığını farketmemişti. Hristos’un dedesinin borcu, böylece Hristos’un babasına kalmıştı. Ondan sonra aldığı her mala, tefeci göz koyacaktı. Hristos’un babası, başka büyük toprak sahipleriyle ürünlerini paylaşacak ve geçinmeye çalışacaktı, zaman zaman da bir taş ustası olarak çalışmak zorunda kalacaktı.

s2-258.jpg

***  1924 öncesinde, Kıbrıs henüz bir Britanya sömürgesi olmadan önce, adadaki ilkokullar yalnızca büyük köylerdeydi ve Kilise tarafından finanse edilmekteydiler. Britanyalılar, aileleri çocuklarını okula göndermeye zorunlu tutmuştu ancak adada çocuk işçiliği daha önemli bir zorunluluk olarak görüldüğünden, pek çok aile buna yanaşmıyordu.

***  Yukarı Arodez’in kendi okulu vardı, köyün ortasındaydı bu okul. Hristos, ilkokula 1934 yılında başlamıştı, altı yaşındayken. “Okuldaki ilk günümde babam öğretmene, “Eti senin, kemiği benim” demişti, bunu hatırlıyorum. Öteki öğrencilerin önünde öğretmen tarafından dayak atılması normal sayılıyordu o günlerde. Buna gerekçe olarak çeşitli nedenler gösteriliyordu, verilen ödevleri yapmamış olmak, okul saatleri içinde densizlik yapmak, Pazar günleri kiliseye gitmemek veya kilisede yeterli dikkati vermemek gibi... Ailene de bu dayaktan söz edemez ve şikayette bulunamazdınız çünkü bu defa, bir de onlardan dayak yiyebilirdiniz...” diyor Hristos. Hristos, Pazartesi sabahlarından nefret ediyordu çünkü Pazartesi günleri, kimlerin dayak yiyeceği hakkında duyuru yapılıyordu. Hem kendi adının çağrılmasından korkuyordu, hem de başka herhangi bir öğrencinin kırbaçlanmasını seyretmekten nefret ediyordu.

***  Yukarı Arodez’deki okul tek bir odadan oluşuyordu, bu oda tüm altı sınıfı içine alıyordu. Tek bir öğretmen, tüm sınıflara, tüm dersleri veriyordu. “Öğretmenimiz Hristodulos Liasidis, bir sınıfa ders verirken, diğer sınıflar da ödevlerini yapıyordu” diye anlatıyor Hristos. “Ben okulu seviyordum, özellikle okumayı öğrendikten sonra... Daha ileri sınıfların derslerini dinlemeyi de seviyordum. Kimi zaman daha büyük sınıflara sorulan bir soruyu yanıtlamak için elimi kaldırıyordum. Size şunu söyleyebilirim ki, cevap vermekteki bu istekliliğim, daha yetişkin bazı öğrencilerin bana okul sonrası düşmanlık göstermelerine yol açmaktaydı...”

***  Hristos, okulda elektrik olmadığını ve sınıfa giren tek ışığın ve havalandırmanın, sınıftaki iki büyük pencereden geldiğini hatırlıyor... “Isınma için öğrencilerin listelenmiş bir zaman çizelgesi uyarınca, metal kovalar içerisinde sınıfa yanmakta olan kömür getirmeleri bekleniyordu. Bu yorucu ve kirli bir işti... Soğuk mevsimin yalnızca üç ay olması nedeniyle şanslıydık...”

***  Pazartesi günleri, trahom hastalığına karşı öğrencilere gözdamlası damlatıldığı gündü aynı zamanda... Öğrencilere birer kaşık acı kinin ilacı da veriliyordu, sıtmaya karşı. Her öğrencinin okula bir kaşık getirmesi zorunluydu, büyük bir şişeden uygun doz bu kaşıklara dökülüyordu. Bu ilaç o kadar acıydı ki, kusmayı önlemek maksadıyla, öğrencilere bir parça ekşiyi ısırmaları talimatı veriliyordu. Tüm bu önlemlere karşın Hristos yine de sekiz yaşlarındayken sıtmaya yakalanmıştı...

***  Hristos, neredeyse köy nüfusunun beşte birinin ailesine akraba olduğu bir köyde büyümesinin bir şans olduğunu düşünüyor. Aslında Yukarı Arodez’de herkes birbirini tanıyordu ve herkes ötekilerin mallarını da biliyordu... Böylesi bir ortamda büyümek güvenlik ve sürekli olaak insanların çevrenizde bulunması ve sizi desteklemesi anlamına geliyordu. Hristos’a göre böylesine yakın ve birbirine bağlı bir toplumda olmak, uygun davranmayı da gerektiriyordu... “Her zaman sizden büyüklere saygı göstermeniz bekleniyordu. Onlar da uygunsuz davranışlarınız için her zaman sizi azarlayabiliyordu...”

***  11 yaşında ilkokuldan mezun olmuştu Hristos... Bu, tüm ada halkına sağlanan ücretsiz eğitim düzeyiydi. İlkokuldan sonra köydeki oğlanların çoğu, babalarının mesleğini ya da yaptığı işi sürdürüyordu – çoğunluk da tarımla uğraşıyordu... Bazıları yerli zanaatkarların yanına çırak olarak veriliyordu. “Benim babam yarı zamanlı bir taş işçisiydi” diye anlatıyor Hristos.   “Kendi mesleğini öğrenmemi önerdi bana ve uzman bir yapıcı ustası oluncaya kadar bana küçük bir maaş ödemeyi önerdi. Bu işten tutkuyla nefret ediyordum. Düzensiz bir taşa şekil vermem, bunu omuzlarıma alıp bir merdivenle skaloşanın üstüne çıkarmam gerekiyordu. Sonra da samanla karıştırılmış çamurla inşa edilmekte olan duvara taşı yerleştirmem gerekmekteydi.”

***  Taş işçiliği, 11 yaşındaki bir çocuk için ağır bir işti. Hristos ve babası, gündoğumundan günbatımına kadar, çoğunlukla da evden millerce uzakta çalışmaktaydılar. Genellikle yerli kahvehanenin zemininde uyumaktaydılar. Orada, kahvehanede, yetişkinler politik tartışmalar yürütür veya oyun kağıtlarıyla çeşitli oyunlar oynarken, bir gazyağı lambası ışığında kahvehane sahibinin müşterileri için aldığı gazeteyi okuyordu.

***  Bir gün, gazetedeki küçük bir ilan, Hristos’un dikkatini çekmişti. Kasaba’da (Baf) yeni bir ortadereceli okul açılıyordu. Toplam 50 liralık duhuliye parası karşılığında bir öğrenci buradan mezun olabilir ve Hükümet’te bir iş için gereken sertifikayı alabilirdi. Hristos bu gazetenin bu ilanını keserek gömlek cebine koydu. Bir şekilde babasını Kasaba’daki bu orta dereceli okula kendisini göndermesi için ikna etmesi gerekiyordu. Ayrıca babasının kendine olan borcu en az 50 lira idi çünkü iki senedir babasının yanında çıraklık yapmaktaydı...

***  Bir duvar inşası sırasında babasıyla tartışan Hristos’un karşısına böyle bir fırsat doğmuştu... “Babam ince iş yaparken dilimi dışarıya çıkarmaktan beni alıkoymakta kararlıydı. Harç olarak kullandığımız çamuru dilime sürdü babam... Çok sinirlenmiştim, küreğimi yere savurttum, önlüğümü çıkardım ve babama artık onun yanında taş işçisi çıraklığımın bittiğini söyledim. Bana borcu olan 50 lirayı talep ettim kendisinden. Derhal benden özür diledi ve yalnızca benim kötü alışkanlığımı önlemeye çalıştığını söyledi. Eve dönünce bir haftalığına izin yapabileceğimi söyledi...”

***  Eve dönmek için on millik yolu katetmeye başladıklarında, Hristos babasına hala öfkeliydi. Bilinçli olarak babasından on adım önde yürüyordu ki aralarında herhangi bir konuşma olmasın. Babası bir kez daha özür dileyerek bu sessizliği bozmuştu. “Taş işçiliğinden memun değilsin, bunu biliyorum oğlum” dedi Hristos’a, “Bu çok zor bir iştir, bunu da biliyorum. Eğer bir dülger veya terzi veya başka herhangi bir çıraklık istersen, sana yardım edeceğim...”

***  Hristos babasına baktı ve ona gazeteden kestiği ve cebine koyduğu ilanı verdi. “Ben orta dereceli okula gitmek istiyorum baba” dedi. “Ben eğitimime devam etmek istiyorum. Yanında çalıştığım iki sene boyunca en azından bunu bana borçlusun...”

***  Babası ona cevap vermedi. Eve kadar olan yolun geriye kalanında sessiz kaldı. Yukarı Arodez’e vardıklarında akşamın ilerleyen saatleriydi. Aylardır uzakta oldukları için ailesi ve komşular onları görünce heyecanlanmışlardı ancak Hristos yorgundu ve gidip yattı. Yatırken, babasının annesine nasıl kavga etmiş olduklarını anlattığını duydu. “Birşeylerin tamam olmadığını anladım zaten, ne oldu?” demişti annesi.

***  Babası derin bir iç geçirerek, “Çocuk Kasaba’da açılacak yeni bir okulun ilanını gördü ve oraya gitmekte kararlıdır. 50 liradır bedeli. Bizde para yoktur. Bu yaz boyunca yaptığımız tüm işlerin karşılığında insanlar bize öte beri verdiler. İnsanlarda para yoktur. Beş galon zeytinyağı, on kile buğday ve 20 okka peynir aldık. Nakit olarak üç liradan fazla bir para kazanmadık” dedi.

***  Annesi, “İnşallah Allah oğlumun sesini duyar... Ben bir hizmetçi olarak çalışacağım, yeter ki istediği olsun oğlumun... Ayrıca Stella Fotos ve Eleni Pellas da oğlularını aynı okula gönderiyorlar” dedi. Hristos, annesinin kendi hedefini desteklediğini duymaktan memnun olmuştu. Anne ve babası gecenin ilerleyen saatlerine kadar bu konuyu tartıştılar, ta ki babası oğlunu Kasaba’daki okula göndermeye razı olsun...

***  Ağustos ayının son haftasıydı ve Kasaba’daki Ticari Lise’de dersler başlayacaktı. Hristos, hızlı hareket etmesi gerektiğini biliyordu. Köy muhtarı Bay Polidoros Bedasi’yi ziyaret etmeye karar verdi. O günlerde köyde en eğitimli kişi oydu, ona danışacaktı Hristos.

***  Muhtar, Hristos’u Kasaba’ya götürüp okula yazılmasına yardım etmeyi kabul etti. Hristos, ilk kez Kasaba’yı ziyaret ediyordu. Her yerde insan kalabalığı vardı, gelişigüzel dolaşıyorlardı. Hristos, Muhtar’a yakın durmaya çalıştı bu kalabalıklar arasından geçerken. Ansızın Muhtar bir bastonla yavaşça yürüyen ve bir torba sebze taşıyan yaşlı bir adama yaklaştı... Yaşlı adamla kısaca konuştuktan sonra Muhtar Hristos’a dönerek, “Bu Bay Paskalis Paskalidis’tir, sana yardım edecek” dedi. Ve bu sözleri söyledikten sonra Muhtar, kalabalıkta kayboldu.

***  “Bay Paskalidis’in sebzelerini taşımayı önermiştim kendine... Kentte yürürken, geçmişim, ailem, ekonomik durumumuz hakkında beni sorgulamaya başlamıştı. Ben ise hedefimden ve daha iyi bir gelecek isteğimden söz etmek istiyordum. Bay Paskalidis, büyük fakat klasik görünümlü bir bina önünde durdu. Girişteki tabelada “Baf Elen Cimnasiyosu” yazıyordu. “Efendim, bir yanlış anlama olmalı” dedim ona. “Ben, Baf Ticaret Lisesi’ne kaydolmak istiyorum...”

***  “Yanlış anlama yoktur” dedi bana Bay Paskalidis empatik biçimde ve bu neoklasik binanın basamaklarından çıkmaya başladı, iki tarafta hurma ağaçları vardı. Yelek cebinden büyük bir anahtar çıkararak büyük kapıyı açtı. “Bu oturmuş bir okuldur, Lise’den daha üstündür” dedi yaşlı adam kararlılıkla. “Eğer giriş imtihanlarında 90’ın üstünde not alırsan, bir seneliğine ücretsiz bu okula katılabilirsin. Eğer notların 90’ın üstünde devam ederse, tüm duhuliyeni içerecek bir burs alacaksın” diye konuştu.

***  Bir kez binaya girince Bay Paskalidis, Hristos’a birkaç sayfalık bir belge vererek onu boş bir sıraya oturttu. “Bu, giriş imtihanıdır” diye anlattı. “Şuraya otur ve her bir soruyu yanıtla, bitirdiğin zaman da bunları bana iade et...”

***  Hristos uçarak geçti soruların üstünden... Bir burs düşüncesi onu en iyi biçimde motive etmişti. İmtihanın sonunda Bay Paskalidis giriş imtihanını geçerek okula kabul edilmiş olduğunu teyit etti.

***  Hristos yerinde duramıyordu. Bu iyi haberi annesiyle babasına vermek için bekleyemiyordu... Yapmaları gereken tek şey, haftada bir sepet yiyecek göndermek ve giysilerinin yıkanmasını sağlamaktı. Hristos, orta dereceli bir okula giden aileden ilk kişi olduğu için gururluydu. Tüm dünyaya bunu duyurmak istiyordu. ABD’de bulunan (ancak hiç tanışmadığı) amcalarına mektup yazarak bunu haber verdi, kendisini mali olarak destekleyeceklerini umuyordu. Okul ücretleri ayda yaklaşık 15 şilin idi.

 

(DEVAM EDECEK – Bu metin, Hristos Horattas tarafından yazılmış orijinal metinden yazarın izniyle düzenlenmiştir...)

(TALES OF CYPRUS’ta Konstantinos Emmanuelle’in yazısını derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).

 

 

Bu yazı toplam 1106 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar