1. YAZARLAR

  2. Niyazi Kızılyürek

  3. Hulus İbrahim ve Hazin Bir Kuşağın Hikayesine Dair Notlar
Niyazi Kızılyürek

Niyazi Kızılyürek

Hulus İbrahim ve Hazin Bir Kuşağın Hikayesine Dair Notlar

A+A-

hi.gif

 

Onlarla ilk defa Londra’da tanışmıştım. Haklarında bir şeyler okumuştum ve trajik hayatlarına dair bir fikrim vardı. Kıbrıs Türk Solunun “birinci kuşağı” olarak anılıyorlardı ve resmi Türk tezi olan Taksime cesaretle karşı çıkıyor, Kıbrıslı Rumlarla barış içinde bir arada yaşamayı savunuyorlardı.

1958 yılının Mayıs ve Haziran aylarında TMT üstlerinde tam bir terör estirdi. Korkutmak için öldürdü, öldürdüğü için korkuttu.

Tek dertleri TMT terörü değildi. Çıkış kapısı olmayan bir labirentin içindeydiler. Anti-komünist Kıbrıslı Rumların da hedef tahtası idiler. Ayrıca, ülkenin komünist partisi AKEL, popülist yaklaşımlar sergileyerek Kıbrıs’ın Yunanistan ile birleşmesine destek veriyordu. Bu durum, yalnızlıklarını daha da büyütüyordu. Gidecek yerleri yoktu. Ülkelerinin bütünlüğüne ve toplumların kardeşliğine inanmışlardı ama sonunda yersizliğe-yurtsuzluğa mahkum edilmişlerdi. 

1958 yılında maskeli adamlar, çobanın sürüsünü ağıla tıkar gibi, ellerinde silahlarla Kıbrıslı Türkleri “etnik-ağıla” tıkamak için kovaladıklarında, bölünmeye karşı çıkan bu yurtsever insanlar iki ateş arasında kaldılar. Mağusalı işçi Mustafa İbrahim’in başına gelenler, bu hazin kuşağın serüvenini bütün çıplaklığıyla gözler önüne seriyor.

Mustafa İbrahim TMT’nin terör dalgası karşısında hayatını kurtarmak için tanıdığı Kıbrıslı Rumlardan yardım isteyerek ailesi ile birlikte Aşağı-Mağusa’ya (Rum bölgesine) taşınmıştı. 20 Temmuz (1958) günü, Yannis Manusiu’nun dükkânından alış veriş yaptıktan sonra, evine giderken saldırıya uğradı ve sırtına tam altı kurşun saplandı. Kanlar içinde yere yığılan Mustafa İbrahim’in başına üşüşen Kıbrıslı Rum kadınlar, çok iyi tanıdıkları EOKA üyesi katile beddua ederken, olay yerine gelen Mihalis Bumburis, Mustafa’yı arabasına koyarak hastaneye kaldırdı. Yolda giderken Mustafa, “ben Kıbrıslı Rumlara ne yaptım, beni neden öldürmeye kalktılar, yaşamak için nereye gideyim” diyerek acı içinde söylenip iç geçirirken, katilin adını da mırıldandı. “Ölürsem, beni Tumazo’nun oğlunun vurduğunu bilin” diyerek bayıldı. Hastanede sağlığına kavuşan Mustafa ailesiyle gerisin geriye Tük mahallesine taşındı. Bu olaydan birkaç ay sonra, hayatını kurtaran Mihalis ile bir araya geldiğinde Mustafa’nın ağzından şu sözcükler döküldü: “Yoldaş Mihali, bana bir tavsiyede bulun… Ruhumu hangi cehenneme teslim edeyim? Türklerin cehennemine mi Rumların cehennemine mi? Önce şoven Türkler tarafından öldürülmekle karşı karşıya kaldım. Kurtulmak için Kıbrıslı Rumların onayıyla Aşağı Mağusa’ya geldim ve sırtımdan vuruldum. Mecburen Türk semtine geri döndüm ama kendimi güvende hissetmiyorum. Ne yapayım? Bu çilekeş canımı hangi cehenneme teslim edeyim?”

Böylesine acımasız ve çıkışsız bir ortamda yaşayan, “cehennemden cehennem beğenmek” zorunda bırakılan solcu işçilerin bir kısmı, Derviş Ali Kavazoğlu’nun teşvik ve desteğiyle Londra’ya giderek yaşamlarını orada sürdürmeye başladılar. Londra’da adeta sürgündeydiler. Yaşadıklarını “sır” olarak saklıyor, susuyorlardı. Fakat bu suskunluğun içlerinde derin yaralar açtığı her hallerinden belli oluyordu. Aramızda güven duygusu güçlendikçe yaralarını göstermekten daha az çekiniyor oldular ve benimle konuşmaya başladılar...

 Londra’da tanışıp yakınlık kurduğum isimler arasında, geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz Hulus İbrahim de vardı. Bizim Hulus Abimiz...

Bana, AKEL’in Enosis politikasından duyduğu rahatsızlığı anlatıyor, başlarına gelenleri peşi sıra sıralıyordu. Vurulmaya başladıkları 1958 yılında yardım için PEO sendikasına gittiklerinde yaşadıklarından başlayarak, 1967 yılında Köfünye köyüne saldıran Grivas’ın 24 Kıbrıslı Türk’ü katletmesinden sonra bir protesto bildirisi yayınlaması için AKEL’e yalvarışlarına kadar, bir dizi trajik olay anlatıyorlardı. AKEL ne vuruldukları zaman onlara sahip çıkabilmişti, ne de Köfünye saldırısını kınayacak bir bildiri yayınlamayı kabul etmişti.

Hulus Abinin anlattıkları tarihe ışık tutacak bilgilerdi. Bunların mutlaka yazılması gerektiğine inanıyordum. Teklifimi geri çevirmedi ve Toplum Postası (Londra) gazetesine röportaj vermeyi kabul etti. Sanırım 1989 yılıydı. Röportaj büyük ilgi görmüştü. Özellikle Derviş Ali Kavazoğlu ile Hulus Abinin yer aldığı fotoğraf çok beğenilmişti. Bir tabu yıkılmıştı. TMT’nin son kurbanı Derviş Ali Kavazoğlu basında yer almıştı.

Hulus Abiye anılarını mutlaka yayınlaması gerektiğini söyleyip duruyordum. Sonunda 2010 yılında “Mücadele Yılları” adlı anı kitabı çıktı.

Kendisini en son birkaç hafta önce Londra’da hastanede ziyaret ettim. Güçten düşmüştü ama zekası pırıl pırıldı. Mücadele azmi de yerindeydi. Etrafındakilerle Türkçe, İngilizce ve Rumca konuşuyordu...

Hastaneden ayrılmadan kitabını Yunancaya çevirip yayınlayacağımı söyledim. Sevindi. “Biliyorsun, bende yalan yok, neyse o... sonra yoldaşlar darılmasınlar...”

AKEL’e yaptığı eleştiriyi kast ediyordu...

“Darılsınlar Hulus Abi, darılsınlar... Sen yaşadıklarını yazdın,  kitabı yayınlayacağız” dedim.

Kitabın çevirisi bittiği gün, Hulus Abinin ölüm haberi geldi. Çeviriyi yapan öğrencim Marialena hıçkırıklara boğuldu. Hulus Abinin yaşamından o kadar etkilenmişti ki, onu artık kendi ailesinden biri sayıyordu...

Ayakkabısız büyümüştü Hulus İbrahim ve bu yüzden ayakkabıcı olmuştu... Yaşadığı bütün dertlere ve acılara rağmen yaşam sevinci hiç azalmamış, yaşamdan hiç kopmamıştı. Onda Eros güdüsü Thantos güdüsünden daha ağır basıyordu. Ölüm nihai zaferini ilan edinceye kadar her zaman çok şık giyiniyor, çok güzel Münir Nurettin şarkıları söylerdi. Bu özelliği anı kitabına da yansıdı. Örneğin ilk öpüşmesini hatırlıyor ve şöyle anlatıyordu: “Bir gece o kız geldi. (...) Öptü beni... Heyecandan ölüyordum. Bir ara pantolonumun ne renk olduğunu sordu. Bir baktım, o kadar çok yaması vardı ki, ne renk olduğu anlaşılmazdı. Üstünde her renk vardı. Kız da öptü bizi ya, dedim ki artık yeni bir pantolona ihtiyaç vardır. 1-2 sene içinde bir pantolon bir gömlek, bir çift de beyaz ayakkabı almayı başardık...”

Güle Güle Hulus Abi, çok yakında kitabını Kıbrıslı Rum okurlarla buluşturacağız...    

Bu yazı toplam 4386 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar