1. YAZARLAR

  2. Niyazi Kızılyürek

  3. Garantiler ve Garantörlük Üstüne
Niyazi Kızılyürek

Niyazi Kızılyürek

Garantiler ve Garantörlük Üstüne

A+A-

Kıbrıs Sorununun en çetrefilli konularından biri olan Garantiler ve Güvenlik konusu maalesef kafa karışıklığının ve bilgi kirliliğinin en yoğun olduğu konuların başında geliyor. Garanti Antlaşmasının toplumların ve bireylerin güvenliği ile doğrudan bir ilgisi olmadığını kimse anlamak istemiyor. 

Garanti Antlaşmasının metnine ve bu antlaşmanın ortaya çıktığı koşullara baktığımızda, bunun, ağırlıkla Enosis ve Taksim tehlikelerine karşı Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını, toprak bütünlüğü ve anayasal düzenini korumayı öngördüğünü daha iyi anlarız.

1950’li yılların sonuna kadar Enoisis ve Taksim için mücadele eden taraflar, 1958 yılının sonunda birdenbire bağımsız devlet fikrine yönelmek zorunda kaldığında, özellikle Türkiye Makarios’un bağımsızlığa yönelmesini samimi bulup güvenmediği için, bağımsızlığın “garanti altına alınmasını” istiyordu. ABD ve NATO da bunu “anti-komünist” çıkarları açısından uygun bulduklarından bağımsızlığın garanti altına alınmasını herkesten önce gündeme getirip desteklediler.

Nitekim ABD Başkanı Eisenhower 1957 yılının Mart ayında İngiliz Başbakan Macmillan ile Bermuda’da yaptığı görüşmede İngiltere’ye “adayı üs” olarak tutma yerine “adada bir üs” fikrini önerdiğinde, “Türk-Yunan gerginliğine son vermek için de adaya “garantili bağımsızlık” verilmesini önermişti. Dönemin NATO Genel Sekreteri Spaak da 16 Temmuz 1957 tarihinde Başbakan Adnan Menderes’e gönderdiği bir mektupta Taksim fikrine karşı olduğunu belirterek “garantili bağımsızlık” tezini dikkate almasını istemişti.
Kısacası, Kıbrıs’ın bağımsız devlet olması gündeme geldiğinde “garantili bağımsızlık” formülü de dillendirilmeye başlandı ve ada bağımsızlığa doğru yol aldığında bu formül hayata geçirildi. Başka türlü söylersek, bağımsızlığın garanti edilmesi, Enosis ve Taksim tehlikesini bertaraf etmek için gündeme getirildi.
Bu yoldu ilk adım, Türkiye ile Yunanistan arasında imzalanan Zürih Antlaşması oldu. Bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasının değiştirilemez Temel Maddelerini içeren Zürih Antlaşması, Garanti Antlaşması kapsamına da alındı. Nitekim Garanti Antlaşmasının ikinci maddesi imzacı taraflara anayasanın Temel Maddeleri ile kurulan düzeni tanımak ve garanti etme yükümünü yüklüyor.

Aşağıda, Garanti Antlaşmasının içeriğine daha yakından bakalım.
Kıbrıs Cumhuriyeti, Türkiye, Yunanistan ve İngiltere arasında 15 Ağustos 1960 tarihinde gece saat 11’de imzalanan ve 16 Ağustos günü yürürlüğe giren Garanti Antlaşmasının birinci maddesiyle Kıbrıs Cumhuriyeti bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü, güvenliğini sağlamayı ve  anayasasına saygı göstermeyi taahhüt ediyor. Kıbrıs Cumhuriyeti ayrıca, herhangi bir devlet ile tamamen veya kısmen, siyasi ve ekonomik birliğe katılmama yükümü altına giriyor ve başka bir devletle birleşmeyi veya adanın bölünmesini doğrudan veya dolaylı olarak teşvik edecek her hareketi yasaklıyor.

Görüleceği gibi, Garanti Antlaşması Enosisi ve Taksimi sadece dışlamıyor. Bu doğrultuda teşvik edici etkinliklerde bulunmayı, örneğin propaganda yapmayı da yasaklıyor. Yani, cumhuriyet kurulduğunda yargı kurumu doğru dürüst çalışsa idi, siyasi aktörlerin çoğu Enosis ve Taksim propagandası yapmaktan yargılanabilirdi.

Antlaşmanın ikinci maddesi, Türkiye’ye, Yunanistan’a ve İngiltere’ye, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü, güvenliğini ve anayasanın Temel Maddeleri ile kurulan düzeni tanımak ve garanti etmek yükümünü yüklüyor. Görüleceği gibi, burada bir haktan çok, bir yükümlülük söz konusudur. Ayrıca, Kıbrıs Cumhuriyeti için geçerli olan doğrudan veya dolaylı olarak başka bir ülke ile birleşme veya adanın bölünmesine dönük faaliyetleri yasaklamak, bu üç ülke için de geçerlidir. Açıkçası, ikinci madde, diğer garantör ülkeler gibi Türkiye’ye de Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü ve anayasanın Temel Maddeleri ile kurulan düzeni garanti etme sorumluluğunu yüklüyor. Sözü edilen anayasanın Temel Maddelerinin Yunanistan ile Türkiye arasında imzalanan ve devletin iki-toplumluluk esasına göre kurulmasını öngören Zürih antlaşmasının maddelerinden oluştuğuna yukarıda değindik.

Üçüncü maddede Kıbrıs Cumhuriyeti ve Türkiye ile Yunanistan, İngiltere’nin egemenliğinde kalan üsler bölgesinin bütünlüğüne saygı göstermeyi taahhüt ediyor.

Dördüncü maddede, Garanti Antlaşmasının ihlali durumunda antlaşmanın hükümlerine uyulması için Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’ye birbirleriyle istişare etme yükümü yükleniyor. Birlikte veya anlaşarak harekete geçmek mümkün olamıyorsa, üç devletten her biri, Garanti Antlaşmasıyla oluşturulan düzeni yeniden kurmak ve sadece bu amaçla kendi başına harekete geçme hakkını saklı tutar.

Antlaşmanın beşinci maddesinde, antlaşmanın imzalandığı tarihte yürürlüğe gireceği ve antlaşmanın orijinal metninin Lefkoşa’da saklanacağı belirtiliyor.

Bu noktada, kısaca İttifak Antlaşmasına da değinmekte yarar vardır. Kıbrıs, Türkiye ve Yunanistan arasında imzalanan ve Türkiye ile Yunanistan’a adada asker bulundurma hakkı tanıyan İttifak Antlaşması ile imzacı taraflar “ortak savunma için işbirliği yapmak” ve “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığına veya ülke bütünlüğüne karşı yöneltilen doğrudan veya dolaylı saldırıya karşı koymak” yükümünü yüklendiler.

Yükümlü Taraflar Ne Yaptılar? Kısa Bir Hatırlatma

Gerçek şudur ki, Garanti Antlaşmasının imzacıları bu antlaşmayı farklı aşamalarda ve farklı biçimlerde ihlal ettiler. Öncelikle Garanti Antlaşması ile Kıbrıs Cumhuriyeti’nin de yükümlülük altına girdiğini yeniden vurgulayalım ve cumhuriyetin aktörlerinin ne yaptığına bakalım. Kıbrıslı Rum ve Kıbrıslı Türk siyasi aktörler, 1960-1963 arasında Enosis ve Taksim doğrultusunda teşvik edici faaliyetlerde bulunmayı yasaklayan birinci maddeyi defalarca ihlal ettiler ve Enosis ve Taksim yönünde doğrudan veya dolaylı faaliyetlerde bulundular. Bu genel tavrın ötesinde, Kıbrıs Rum tarafı 1963 yılında anayasaya saygı gösterme yükümlülüğünü çiğneyerek anayasayı değiştirmeye kalkıştı. Başlayan etnik çatışmalardan sonra ise anayasayı bütünüyle ihlal etti ve Garanti Antlaşmasının iptali için uğraş verdi. Bunda başarılı olamadı. Türk tarafı ise Garantilerin aynen korunmasını ve adada İttifak Antlaşmasında öngörülen 650 Türk askerinin sayısının artırılmasını savunuyordu. 

Yunanistan, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin anayasal düzenini korumak bir yana, 1964 yılında adaya gizlice asker soktu ve 15 Temmuz 1974 tarihinde de darbe yaparak -aslında bu silahlı bir dış müdahaledir- anayasal düzeni yıktı.

İngiltere anayasal düzeni koruma yükümlülüğünü yerine getirmek için en küçük bir çaba sarf etmedi.
Türkiye’ye gelince. Türkiye’nin Garantör ülke olarak Garanti Antlaşmasıyla kurulan düzenin ihlal edildiği 1974 Temmuz’unda tek başına “hareket geçme” yetki ve yükümlülüğüne sahip olduğu açıktır. Antlaşmada yer alan “harekete geçme” ibaresinin askeri bir müdahaleyi içerip içermediğini şimdilik bir kenara koyalım ve şunu vurgulayalım: “harekete geçme” ancak ve sadece bozulan düzeni yeniden kurmak amacıyla meşrudur. Oysa Türkiye  20 Temmuz 1974 tarihinde başlattığı ve 16 Ağustos’ta noktaladığı askeri müdahalelerle “yeni bir nizam” kurmaya yöneldi.

1974 Sonrasında Garantiler Konusu

Kıbrıs Rum tarafı adına Glafkos Kliridis 10 Şubat 1975 tarihinde sunduğu yazılı bir öneride, “etkin” ve “geniş” olmasını kabul ettiği Garantiler konusuna değinmekten kaçınmıştı. Kıbrıs Türk tarafı ise 13 Şubat 1975 tarihinde Kıbrıs Rum tarafına sunduğu öneride 1960 Garanti Antlaşmasının aynen devamını savunuyordu.
Butros Gali’nin 1991 yılında hazırladığı Gali Fikirler Dizisi’nde çözümden sonra Kıbrıslı olmayan askerlerin adadan ayrılması ve Garanti ve İttifak Antlaşmalarının gözden geçirilerek “tamamlanması” öngörülüyordu.
Kıbrıs Türk tarafı düzenli olarak Garanti ve İttifak antlaşmalarının devam etmesini savuna geldi. Rauf Denktaş 6 Ocak 2002 tarihinde Kliridis’e sunduğu önerilerde Garanti ve İttifak antlaşmalarının devam edeceğini ve adada Türk ve Yunan askerlerinin bulundurulacağını öne sürüyordu.

Annan Planı temelinde yapılan görüşmelerde de gündem maddesi olan Garantiler konusunda Tassos Papdopoullos’un Bürgenstock’ta 29 Mart 2004 tarihinde Kofi Annana’a verdiği ve planda yapılmasını istediği değişiklikleri içeren belgede şöyle diyordu: “Garanti Antlaşması, 1960 Antlaşması ile kıyaslandığında daha geniş bir alanı kapsamamalıdır. Toprak bütünlüğünü ve Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti'nin anayasal düzenini korumakla sınırlandırılmalıdır. Geçerlilik süresi de gözden geçirmeye tabi olmalıdır. Ayrıca, Garanti Antlaşması’nın tek yanlı askeri müdahale hakkı vermediği açık ve net olarak belirtilmelidir.”

Türk tarafı ise 26 Mart 2004 tarihinde Kofi Annan’a verdiği ve planda yapılmasını istediği değişikleri içeren belgede Garantiler konusunda “Güvenlik ve garantilerle ilgili beklentilerimiz tam olarak karşılanmalıdır” diyordu.

Garantiler konusu Annan Planı sonrasında yapılan görüşmelerin de en esaslı konularından birini oluşturuyordu. Bu yeni aşamada Kıbrıs Rum tarafının tavrında radikal bir değişiklik olduğu dikkatlerden kaçmıyordu. Kıbrıs Rum tarafı artık Kıbrıs’ın AB üyesi olduğunu belirterek garantilere gerek olmadığını ileri sürüyordu. Nitekim Talat-Hristofias arasında yapılan kapsamlı görüşmelerin başlangıç tarihi olan 3 Eylül 2008’de Kıbrıs Rum tarafı Garanti Antlaşmasının kalkması gerektiğini söylerken, Mehmet Ali Talat açılış konuşmasında Garanti ve İttifak antlaşmalarını Türk tarafının kırmızı çizgileri olarak ortaya koyuyordu: “Biz 1960 tarihli Garanti İttifak anlaşmalarının devam etmesini çok önemsiyoruz. Bu anlaşmalar, tarafların birbiri üstünde hükümranlık kurmasını engellediği için taraflar arasında Kıbrıs’ta iç dengeyi koruduğu gibi, Türkiye ve Yunanistan arasında Kıbrıs bağlamında dış dengeyi de koruyor.”

Garanti ve İttifak antlaşmalarının uluslararası antlaşmalar olarak imzacı tarafların onayı olmadan değiştirilemeyeceği biliniyor. Ancak bunlara “iç ve dış dengeleri korumak” gibi bir işlev atfetmek kanımca epeyce tartışmalıdır. Yukarıda da gördüğümüz gibi, Garanti Antlaşması Enosis ve Taksime karşı düşünülmüş bir çareydi. Kıbrıs’ın başka bir ülke ile bütünleşmesini (Enosis) veya bölünmesini (Taksim) önlemek Garanti Antlaşmasının doğurduğu yükümlülükler arasında yer alıyor. Bugün Enosisten söz etmek abesle iştigal olur. “Yunanistan ile Türkiye arasında dış dengeyi korumak” tezi, Enosis tehlikesi olduğu sürece geçerliydi.

Dış-dengenin “Türkiye ile Yunanistan arasında kurulan “Lozan-Dengesinden” kaynaklandığı ve “bunun bozulamayacağını” iddia edenler de var. Oysa Lozan Antlaşmasında Yunanistan ile Türkiye arasında Kıbrıs açısından bir denge kurulmuş değildir. Bu sadece bir uydurmadır. Lozan müzakerelerini sürdüren ve Lozan antlaşmasını yapan İsmet İnönü’ye Adnan Menderes “Taksim” fikrini desteklemesini söylediğinde İnönü’nün yanıtı şöyle olmuştu: “Biz Lozan’da Kıbrıs’ı gözden çıkarmıştık, ne alırsanız makbuldür”.

Olayın aslı şudur: Lozan Antlaşmasından kaynaklanan “denge” tezini ilk defa Fatin Rüştü Zorlu 1955 yılında yapılan Londra Konferansı’nda dile getirdi. Yunanistan delegasyonuna “Enosis yapmaya kalkarsanız, sizi Lozan’ı delmekle suçlayacağız ve Lozan’ı tartışmaya açacağız” diyen Zorlu, Yunanistan’ın Enosis’e yönelmesi durumunda, Türkiye’nin Lozan Antlaşmasını delebileceği tehdidinde bulunda ve bunda da başarılı oldu. Çünkü bu tehdit, Yunan delegasyonunu epeyce korkutmuştu. Son olarak şunu da belirtelim: Kıbrıs’ta Türkiye ile Yunanistan arasında bir “dış dengenin” kurulması mümkün değildir, çünkü Türkiye jeo-politik olarak Kıbrıs’ta Yunanistan’dan daha üstündür. Bunun en açık göstergesi, 20 Temmuz’da havadan Türk paraşütçü yağarken, Yunan Hava Kuvvetleri’nin seyirci kalmaktan başka hiç bir çaresinin olmamasıdır.    

Günümüzde Güvenlik ve Garantiler

Kıbrıs’ta iki toplumun ve bireylerin güvenliğini temin etmek federal devletin asli yükümlülüğüdür. Yurttaşların güvenliği dünyanın her yerinde devletlerden sorulur. Yurttaşlar yaşam haklarının korunması ve kendilerini güvende hissetmeleri için devlete egemenlik yetkisi verirler. Bu, Thomos Hobbes’un Leviathan’ından beri böyledir. Federal Kıbrıs devleti yurttaşların güvenliğini sağlamakla yükümlüdür. Örneğin, devletin kolluk kuvvetlerinin iki toplumdan eşit olarak oluşturulması ve işbirliği yükümlülüğünün yerine getirilmesi güvenlik sorunlarının aşılmasında son derece önemlidir. Ayrıca, şu da unutulmamalıdır ki, federal devlette oluşturucu devletlerin kendi polis gücü ve yargı eki olacaktır. En sağlam güvenlik, kamuda iyi yönetim kurallarını hayata geçirmektir.

Garantiler konusuna gelince. Nasıl bir garanti sistemi bulunursa bulunsun, bu sistemin esas işlevi, Federal Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü ve anayasal düzenini korumaktır. Garantörler böyle bir yükümlülük üstleneceklerdir ve bundan başka da hakları olmayacaktır. Adanın Yunanistan ile birleşmesi veya bir kısmının Türkiye’ye ilhak edilmesi gibi tehlikeler karşısında –ki bunlar gerçeklikte çok uzaktır, özellikle de adanın Yunanistan ile birleşmesi- sistem devreye girecek ve bu tehlikeleri bertaraf edecektir.

Fakat sadece bu değil. Garantiler sistemi, daha yakın bir tehlike olarak gördüğüm milliyetçi elitlerin ayrı devlet kurma hevesine karşı da devreye girecektir. Federal Kıbrıs Devletini tehdit edecek olan en yakın tehlike de budur. Adanın güneyinde ve kuzeyinde etnik Kıbrıs Rum ve etnik Kıbrıs Türk devletçikleri kurmaya hevesli olan adamlar vardır ama Enosis ve Türkiye’ye ilhak heveslileri artık maziye karışmıştır...
Şimdi, oturalım ve bu veriler ışığında garantileri konuşalım...

Bu yazı toplam 9038 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar