1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Vuranı İngiliz ajanı gibi gösterme iddiamız yoktur, olmadı…”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Vuranı İngiliz ajanı gibi gösterme iddiamız yoktur, olmadı…”

A+A-

Vitsada konusundaki tartışmalar devam ediyor… Bir okurumuzdan açıklama…

Kıbrıslıtürkler’in bazı provokasyonlar ve bunların sonucunda çıkan çatışma sonucunda Vitsada’dan göç ettirilmelerine ilişkin yürütmekte olduğumuz araştırmalar çerçevesinde, daha önce bize bilgi vermiş olan bir okurumuz, aşağıdaki açıklamayı/düzeltmeyi yayınlamamızı istirham etti. Okurumuz şöyle yazdı:

"Vitsada'daki TMT'nin vur emrini yerine getiren kişinin ailesinin, aktarılan ve yazılan bilgilerden babalarının "İngiliz casusu olmakla suçlandığı" anlamını çıkarmaları nedeniyle rahatsız olduklarını öğrenmiş bulunuyoruz.

Bizim bildiklerimiz, duyduklarımız ve öğrendiklerimizi anlatırken, amacımız köyümüzden göç ettirilmemizin önündeki engel görülenlerin bertaraf edilmesine yol açan söz konusu olayda esas sorumluları deşifre ederken kullanılan, mağdur edilen insanlarımızın ailelerini huzursuz etmek olmamıştır.

 Bu nedenle de vuranı "İngiliz ajanı" göstermek  gibi bir iddiamız olmadığını vurgulamak isteriz."

Bu okurumuza, bu konuya açıklık getirdiği için çok teşekkür ediyoruz…


Cumartesi Anneleri’nin yeniyıl dileği:

“Kayıplarımız bulunsun ve katilleri yargılansın”

Yeniyılın ilk haftasında Türkiye’de yine kayıpları için bir araya gelen Cumartesi Anneleri, kayıplarının akıbetinin açığa çıkarılmasını ve faillerin cezalandırılmasını dileyip, baskılara karşı mücadeleyi büyütme çağrısında bulundu…

Yeni yılın ilk cumartesi günü, kayıplarının akıbetini sormak ve faillerin yargılanması talebiyle sürdürdükleri eylemlerinin 771. haftasında İstanbul’da Galatasaray Meydanı’nda buluşmak isteyen Cumartesi Anneleri, bir kez daha polis tarafından engellendi. Cumartesi Anneleri, bu nedenle yine polis ablukasına alınan İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi’nin bulunduğu sokakta eylemlerini gerçekleştirdi.

Üzerinde kayıpların fotoğrafının olduğu tişörtler giyen aileler, ellerinde karanfiller taşıdı. Annelere bu haftaki eylemlerinde HDP milletvekilleri Oya Ersoy ve Musa Piroğlu ile CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu destek verdi.

Yapılan açıklamada ise 12 Eylül 1980 darbesinden sonra gözaltında kaybedilenlerin akıbetleri soruldu. Açıklamayı İHD İstanbul Şubesi Gözaltında Kayıplara Karşı Komisyon üyesi Sebla Arcan yaptı.

Yeniyılın herkes için hukukun ve adaletin yılı olması temennisiyle bir araya geldiklerini ifade eden Arcan, “Biliyoruz ki temennimizin gerçekleşmesi Türkiye’de yaşanan hukuk devleti krizinin aşılması ile mümkün olacaktır. Bu yüzden tüm baskılara, engellemelere rağmen hukuk ve adalet mücadelemizi sürdüreceğiz. Gözaltında kaybedilenler için hakikate, hukuka ve adalete dair duyulması, bilinmesi gerekenleri söylemekten vazgeçmeyeceğiz” dedi.

“Sorumluluğunuzu yerine getirin”

Devleti gözaltında kaybetmelerdeki sorumluluğunu kabul etmeye çağıran Arcan, kaybedilenlerin akıbetinin açığa çıkması için gerekli mekanizmaların hayata geçirilmesi gerektiğini söyledi. Zorla kaybetme suçunun Türk Ceza Kanunu’nda (TCK) “İnsanlığa karşı suçlar” başlığı altında düzenlenmesi çağrısında da bulunan Arcan, şu ifadeleri kullandı:

“Gözaltında kaybetme suçunun faili olan devlet görevlileri üzerindeki cezasızlığa son verilsin ve evrensel hukuka göre yargılanmalarını sağlayacak düzenlemeler yapılsın. Gözaltında kaybetmeyi yasaklayan ve ailelerinin kaybedilen yakınlarıyla ilgili gerçekleri öğrenmesini zorunlu bir hüküm olarak öngören kişilerin ‘Zorla Kaybedilmeden Korunmasına Dair Uluslararası Sözleşme’ derhal imzalansın. 2020 yılına başlarken Cumhurbaşkanına sesleniyoruz. Siyasi sorumluluğunuzun gereği olarak bu taleplerimizi karşılamak sizin görevinizdir; bize karşı sorumluluklarınızı yerine getirin. Bize yönelik hukuku ve tüm insanlık değerlerini çiğneyen yasaklama uygulamalarına son verilmesini sağlayın.”

Yeniyıl dileği: “Kayıplar bulunsun”

Ardından 6 Aralık 1993’te Urfa Siverek’e bağlı Bağlar Mahallesi’nde gözaltına alındıktan sonra kendisinden bir daha haber alınamayan Hüseyin Taşkaya’nın eşi Sultan Taşkaya sözü aldı.

Taşkaya, “Kayıplarımız için buradayız. İnşallah bu yeni yılda kayıplarımız bulunur ve katilleri yargılanır. Bizi bu dar sokağa mahkûm ediyorsunuz. Kayıplarımız bulunsun ki biz de rahat edelim siz de. Kayıplarımız bulunana kadar bizler mücadele etmekten vazgeçmeyeceğiz. Galatasaray Meydanı’ndan vazgeçmeyeceğiz” diye seslendi.

Kırbayır: “Madem darbelere karşısınız…”

12 Eylül 1980’de gözaltında kaybedilen Cemil Kırbayır’ın ağabeyi Mikail Kırbayır ise, yaptığı konuşmada 40 yıldır kardeşinin akıbetini sorduklarını dile getirdi.

“Bizi buraya iten etmen devletin güvenlik güçleridir. Bunlar olmasaydı biz burada olmayacaktık” diyen Kırbayır, sözlerine şöyle devam etti:

“1980 darbesinden beri gözaltında kayıplar oluyor. Darbecilere karşı her yıl seslendik. Bu 12 Eylül zihniyetinden vazgeçin dedik. Her gelen iktidar ‘darbelere karşıyız’ diyor. Madem darbelere karşısınız neden Galatasaray’a çıkmamızı engellediniz. Bizler adaletin yerini bulmasını talep ediyorduk. Bizim burada oluş nedenimiz keyfi değil. Yakınlarımızı aramak için buradayız. Siz olmasaydınız biz burada olmayacaktık.”

Bilgin: “Adaletsizliğin yılı oldu”

12 Eylül 1994’te Ankara’da gözaltına alınarak kaybedilen Kenan Bilgin’in kardeşi İrfan Bilgin ise, kayıpları arama mücadelesinde bir yılı daha geride bıraktıklarını ifade etti. Adalet temennisi ile başlattıkları her yılın önceki yıllardan daha kötü geçtiğini dile getiren Bilgin, “Adalet temenni ettiğimiz bir yılı geride bıraktık. Ancak geçtiğimiz yıl da önceki yıllar gibi adaletsizliğin yaşandığı yıllardan biri oldu. Umarım bu yıl umutlarımızın ve mücadelemizin daha da güçlendiği daha da şekillendiği bir yıl olarak geçer” dedi.

Eren: “Olduğumuz yerde kalırız”

2 Eylül 1980 darbesinde gözaltında kaybedilen Hayrettin Eren’in ablası İkbal Eren de, kayıp arayışlarının bu yıl da yasak nedeniyle dar bir sokakta sürdürmeye devam ettiklerine dikkat çekerek, baskılara karşı mücadeleyi büyütme çağrısında bulundu.

Eren, “Adalet ve demokrasi mücadelesi yarım kalan annemi kaybettim. Onun bıraktığı yerden mücadele devam ediyor, edecektir de. Her yeni yıla girişte iyi dilekler temennisinde bulunuyoruz ancak iyi dilek temennisinde bulunarak iyi şeyler olmuyor maalesef. Bunun için mücadele etmek ve mücadeleyi büyütmek gerekiyor. O nedenle bu dar sokakta gözaltı kayıplarıyla ilgili verdiğimiz mücadele büyümezse ve görünür kılınmazsa eğer olduğumuz yerde kalırız” ifadelerini kullandı.

Yoleri: “Devletin gücü yetiyor ama yapmıyor”

Son olarak söz alan davaların avukatlarından İHD İstanbul Şube Başkanı Gülseren Yoleri, devletin uzun yıllardır cezasızlık politikası yürüttüğünü belirterek, sözlerini şöyle sürdürdü:

“İşlenen suçlar ortadayken bu suçlar cezasızlıkla sonuçlandı. Dargeçit JİTEM Davası beraatla sonuçlandı. Yine Ankara JİTEM davası beraata doğru gidiyor. Hakikatleri devlet bilmiyor mu? Biliyor. Bu suçların kimler tarafından işlendiği belli… Adaletin sağlanması için devletin gücünün yettiğini biliyoruz. Ama yapmıyorlar. Biz bugün yine şunu istiyoruz. Komisyonlar kurulsun, etkin soruşturma yürütülsün. Faillerin cezalandırılmasını sağlamak zorundadır. Cumartesi Anneleri yola çıkarken hala gözaltında kaybetmeler çokça yaşanıyordu. Cumartesi Anneleri mücadelesi bunun önüne geçti. Cemil Kırbayır dosyası eğer bu noktaya geldiyse o verilen mücadele sayesindedir. Bizler bu mücadelenin her boyutuyla çok daha etkili ve güçlü sürdürülmesini istiyoruz.”

Konuşmaların ardından eylem sona erdi.

(SENDİKA.ORG – 4.1.2020)

 


 

BASINDAN GÜNCEL…

 

“Savaşa mekansal mesafe, barışın koşullarını belirler…”

Aytekin TÜRKOĞLU

Savaş insan zihninde çoğu zaman yıkım ve dehşet olarak yer almaz. Aslında savaşı sürdürülebilir kılan da bu zihindeki olması gereken surete sahip olmamasıdır. Savaşa bedensel olarak araç olmak savaşın tüm dehşetine hem şahit olmak hem de maruz kalmak demektir.

Böylesi bir tabloda savaşı arzulamak savaşın irrasyonel karakterine rağmen pek mümkün olmamaktadır. Sebastian Haffner "Bir Alman'ın Hikayesi" kitabında Birinci Dünya Savaşında Almanların savaşı adeta bir futbol şöleni gibi takip ettiğini, bu şölenin çocuk yaştakiler tarafından içselleştirildiğini ve bunun bir zafer bekleyişine dönüştüğünü tüm çıplaklığıyla anlatmaktadır. Haffner savaşın şölene dönüşmesini savaşın Almanya topraklarından uzakta yürütülmesine bağlamaktadır.

İnsanlar savaş ile teması zihinsel ve duygusal bir düzlemde kurduklarında rahatlıkla onun sürdürülmesine rıza gösterebilirler. Lakin içinde yaşadıkları kentlerde kendi bedenlerinin araçsallaştırılması riski ve ihtimali söz konusu olduğunda savaşın neye mal olursa olsun bitirilmesi fikrine sıcak bakmaya başlarlar ve savaşı sona erdirecek politikalara rıza göstermeleri kolaylaşır.

Türkiye'de yaklaşık otuz yıldır süren bir çatışma söz konusudur. Bu çatışmayı sürdürülebilir kılan çatışmanın bir coğrafyaya ve hatta o coğrafyanın gündelik olarak temas edilmeyen bir alanına sıkıştırılmış olmasıdır. Bu çatışma sürecinde sevdiklerini kaybederek savaşa temas etmiş insanların savaşa ilişkin gerçek görüşlerini ''çözüm süreci'' politikaları esnasında görme fırsatına sahip olduk. Savaşın çıplaklığını mekansal mesafe olarak kendini güvende hissetmesine rağmen bir sevdiğini kaybetme dolayımı ile görmüştür. Kaybettiği sevdiğinin kaybını elbette daha makro ve öğrenilmiş zihinsel ve duygusal olgular olan devlet vatan milliyet motivasyonlarıyla bastırabilir ama en temelde savaşın yani arzulanan siyasi programı korumanın bedeli olan eylemin başka bir bedenle savuşturulması gerçeğinin rahatlığını içten içe yaşar.

Savaş, kaybettiği sevdiğinin bedeninin engellemesi ile kendi yaşam alanına girmemiştir, dolayısıyla hala ifade ettiğim motivasyon kaynaklarının ortaya koyduğu savaşı şölene dönüştürmeye devam etmektedir. Bu durum sevdiğini kaybetmiş bir bireyin psikolojisidir. Peki, ya kaybedilenle sadece aynı ulusu soyut bir duygudaşlıkla paylaşmak dışında ortak bir yaşanmışlığı olmayan kişinin savaşa karşı çıkmasında ekonomik refah dışında bir sebep bulunabilir mi?

Bu soruya gönül rahatlığı ile kısa ve net cevap vermenin oldukça zor olduğu kanaatindeyim. Bu süreci yaşayarak şahit olmuş bir kişiyle olan sohbetim esnasında ona "savaştan korkuyor musun?" sorusuna "daha önce korkmuyordum ama abim askere gittiğinden beri her gün abimin olduğu bölgede çatışma çıkmasın veya abim askerden dönene kadar çatışma olmasın diye dua ediyorum. Şu an çatışmadan, savaştan çok korkuyorum" cevabını aldım. Savaşla doğrudan bir ilişki kurması sevdiği bir insanın varlığı dolayımı ile olmaktadır.

Bu temasın daha dehşet verici hale gelmesi metropollerde kamusal alanlarda patlayan bombalarla olmuştu. Çünkü mekansal mesafe kapanmış ve savaş tüm çıplaklığı ile karşımıza dikilmişti. George Orwel "1984" romanında uçak pilotu iken bombaladığı şehirlerde yaşayan insanlarla mekansal ve bedensel bir karşılaşma olmadığı için öldürme eylemini daha kolay yaptığını ve herhangi bir duygusal gerilim yaşamadığını ifade ederken mekansal mesafenin savaşı insanların zihninde sürdürülebilir kılmanın önemli bir boyutu olarak ifade eder.

Türkiye'de savaşı sürdürmenin olumsuzluğunu elbette ülkenin tamamı sırtlamak zorunda kalmaktadır ancak son yıllarda Kürt şehirlerinde yürütülen savaş, mekansal mesafeyi tamamen kapatmış, sevdiklerinin bedeninin yitimini mekansal bir şahitlikle ortaya koymuştur. Savaş, artık kendi taşralarında sevdiklerinin cansız bedeni teslim edildiğinde ölü bir bedenle karşılaşma seremonisi ile tanışılan zihinsel bir tasavvur değil, kendi kentlerinde ölümün ve şiddettin ahlaki normlarını dahi tayin eden bir çıplaklığa dönüştü.

İktidar, savaşı bir coğrafyaya hapsetme ve o coğrafyanın karşısına diktiği başka bir coğrafya ile olan duygusal teması koparmanın yolunun sansürden geçtiğini çok iyi kavramıştı ve savaşı yürütme başarısını da kısmen buna borçludur. Zira mekansal temasın mümkün olmadığı durumlarda görsellik duygusal bağ kurmanın önemli bir düzlemi olmaktadır. Ortadoğu'yu kasıp kavuran IŞID'in savaşla temas kurmanın yarattığı dehşeti mekansal olmaktan çıkarıp görsellikle evlerimize bir şiddet pornografisi şeklinde sokmasının altında yatan neden yine temas kurmaktı. Tabi bu stratejiyi korku yaymak olarak kullanması IŞID'e karşı öfke, ona karşı savaşanları kahraman ilan etme ile sonuçlandı.

Kürt şehirlerinde yürütülen savaşın toplumun tamamına görsel olarak ulaşmasının kısmen engellendiği bir gerçektir, lakin sosyal medya dolaşımı ile savaşın çıplaklığını resmetmeye çalışanlara karşı dezenformasyon yaparak temas kurulması kısmen engellenemedi. Bu durum batı şehirlerinde yaşayan insanların gündemine savaşın sokulması anlamına gelmekteydi. Artık toplumda geriye gönderilemez bir mekansal savaş hafızası oluşmuştur. Bu hafıza doğru keşfedilirse barışı kurmanın imkanı burada yatmaktadır. İşte Kürtler'in barış ısrarı otuz yıllık mekansal ve bedensel bir savaş tanıklığından kaynaklanmaktadır.

Clausewitz savaşı politikanın başka araçlarla devam ettirilmesi olarak yorumlamaktadır. Türkiye'de savaşı bu düzlemde kavrarsak yürütülen ret politikalarının en radikal hali olarak resmedebiliriz. Bu politikaların karşısına dikilmiş politik enstrümanların yürütülme biçimi olarak savaş ontolojik bir zorunluluk mu, tercih mi ayrı bir tartışma konusudur, ancak her halükarda yürütülen savaş geriye alınamaz duygusal bir bölünme ve derin bir kopuş hafızası oluşturmaktadır.

Haffner Nazizmin ortaya çıkışını kolaylaştıran koşulun birinci dünya savaşı yürütülürken çocuklarda oluşan şölen duygusunun radikal bir aksiyona dönüştürme imkanı bulacakları gençlik yıllarında Nazizmin onların çocukluklarına hitap etmesi ile mümkün olduğunu ifade etmektedir. Türkiye'nin Kürt şehirlerinde savaşın en çıplak haline maruz kalan çocukların gençlik yıllarına devretme lüksü olmayan acil bir barışa ihtiyacı vardır. Devralınan bu savaş hafızası birlikte yaşama koşullarını zorlayacak bir fay hattı yaratmaktadır. Merhum Şerafettin Elçi "biz sorunu çözecek son kuşağız" dediğinde henüz şehirlerin belleğini yok eden bir savaş ve o savaşa şahitlik eden çocuklar dünyaya gelmemişti. Bugün Elçi yaşıyor olsaydı aynı cümleyi kuracak bir imkanın kaldığını düşünür müydü tartışılır.

(BİANET.ORG – Ahmet TÜRKOĞLU – 4.1.2019)

Bu yazı toplam 1628 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar