1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Veleddin Gogo ve Düriye ablamız: Sizi nasıl unuturuz ki?...”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Veleddin Gogo ve Düriye ablamız: Sizi nasıl unuturuz ki?...”

A+A-

Ulus IRKAD

Baf’ın emekçi, ezilen ve cefakar çocuğu; Veleddin Gogo; Seni nasıl unuturuz ki?

Veleddin abiyi önce ne zaman tanımıştım? Galiba babamın Gazi Eğitim’e gittiği 1958-59 yıllarıydı. İlkokul öğretmenliğinden Baf Kurtuluş Lisesi’ne, İngilizce öğretmeni olmak için, TC Elçiliği bursundan faydalanmıştı babam. Bir-iki yaşlarındaydım ve babam bana ve büyük kardeşim Tema’ya birer maske getirmişti Türkiye’den. Bunun yanında da oyuncaklar, tabancalar ve bir kabloya bağlı yürüyen arabalar… Elimde kablolu yürüyen arabam, yüzümde babamın getirdiği maske, Ülkü Yurdu Kulübü’ne doğru gidiyordum ki, Veleddin abi, hemen yan taraftaki evinden çıkıp muziplik olsun diye maskeme sulu bir limon parçası değdirmişti ki ağlamaya başladım. Benim ağlamamla Veleddin abi gülmeye başlamıştı. Amacı muziplikti. Daha sonraları, onu iki eliyle arabasını sürüp arabasının üzerinde muz, elma, fıstık, kiraz gibi yiyecek maddeleri ve yemişler  satan bir satıcı olarak görecektim. Ama Veleddin abiyi anlatanlar, bana onun Ülkü Yurdu Mahallesi’nin bayağı en afacan çocuğu olarak anlatmışlardı. O zamanlar herhalde 1950’lerin başlarında Ülkü Yurdu ile diğer büyük mahalle; Mutallo çocukları arasında, çocuk savaşları olduğunu, bu savaşlarda oklardan tutun, içi kireç dolu aynen bizim de 1960’larda kullandığımız teneke kutular kullanılan el bombalarının olduğunu anlatacaklardı (Biz çocuklar bunlara el bombası diyorduk ama basit süt veya kopmosto kutularının içine kireç doldurularak yapılırdı bunlar.) Rahmetli öğretmenimiz Kemal Çelik (O da Ülkü Yurdu çocuklarındandı) bu mahalle savaşlarından birinde, Veleddin abinin bir keresinde Mutallo’ya esir düştüğünü ve etrafında aynen Kızılderililer gibi Mutallolu çocukların savaş dansı yaptıklarını da anlatacaktı bir dersimizde.

Evet, gene Veleddin abiye geleyim. Veleddin abi küçükken çok afacandı.

Zaten daha sonraları bu çocukluk özelliğini, afacanlığını, ataklığında, iş hayatında ve de sosyal hayatında kullanacak ve gerek 1963 çarpışmalarında, gerekse 1974 Baf çarpışmalarında, başka aile çocuklarını veya akranlarını, arkadaşlarını, tehlikeli ön mevzilerden kurtararak gösterecekti cesaretini. Babası Demirkıran Dayı da çok çalışkan bir insandı Veleddin abinin ve genelde arka arkaya arabalarını sürerek sinemaların önünde satışlarını yaparlardı (Demir Kıran Dayı’nın Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında anıları çok değerliydi, bunları Baflıların çoğu bilir.) O zamanlar sinemalara giren Baflılar, muhakkak ya Veledin abiden, ya da Demirkıran Dayı’nın arabasından tuzlu kabuklu fıstık veya basedembo alırlar ve sinemalara da öyle girerlerdi. Daha sonra Baf’ta Papatya Sineması da açılınca, satıcılar Papatya veya Cengiz Topel önlerini bölüşmüşlerdi aralarında. Veleddin abinin çok büyük, içinde çukuletten tutun meyve ve muza hatta gene kiraza kadar dolu büyük bir arabası vardı ve artık 1970’lere gelindiğinde bu arabanın üstü kapalıydı da…Veleddin abi’ye Baf’ta Gogo lakabını da takmışlardı. O, ona Gogo denilmesine gülüp geçerdi. Çalışkanlığından olacak evine herşeyi alırdı. Televizyon ilk onun evinde vardı. Serinlik deseniz ilk onun evine gelirdi. Son 1970 yılında yeni modern bir arabası bile vardı hem de gaşadan çıkma… Çalışkandı, cebi para görürdü ve zaman zaman Rum tarafına da geçer, orada da Rumlara satışlar yapardı. Rum müşterileri de vardı; onun da Demirkıran Dayı’nın da… Rahmetli babam Hüseyin Irkad bir defasında Baf’ta bir baloda onun çok çalışkanlığını övmüş ve bu sözler onun çok da hoşuna gitmişti.

Veleddin abi, hafta sonları arabasıyla çocuklarını deniz kenarına götürürdü. Hanımı da ona çok uyumlu bir ev hanımıydı. Güzel, çok mutlu bir aileydiler. Çocuklarını mutlu bir şekilde büyütüyorlardı. Sonra o acımasız 1974 Savaşı çıkageldi. Savaş herkesi dağıttı. Bizler 1974 sonrası Mağusa’ya, Veleddin Gogo abimiz de Omorfo’ya yerleşti diğer Baflılar gibi… O gene Omorfo’da da çalıştı. Gene Baf’tan elde ettiği değerlerine değerler ekledi. Sonra Lefkoşa’ya yerleşti. Orada da ev yaptı. Çocuklarını evlendirdi, torunları oldu. Mutluydu onlarla, çocuklarıyla ailesiyle övünürdü. Son bir Baflılar toplantısında onunla Lefkoşa’da buluşup Baf hakkında söyleşi yapma sözü vermiştim kendisine. Ama bölünmüştük ve buluşmak çok zordu. Bana uyan zamanlar ona uymadı. Buluşamadık... Son görüşmemizdi en son Maraş’taki Baflılar lokma günü… O gün Retro Çalgıcıları çaldı, o başında şapkası neşe içinde oynadı. Baflıları orada gördük sonra neşeyle oynadı.. Anlaştık buluşacaktık, kısmet olmadı.

Bir gün buluşacağız biliyorum. Ona Baf’ı anlatmasını duygularını anlatmasını isteyeceğim bir anda. Söz veriyorum. Bu defa onu dinleyeceğim. Hep o anlatacak ben de kulağımı ona vereceğim.

Hoşça kal Veleddin abi. Beni affet… Seninle bir söyleşi yapamadım. Beni ne olur affet…

 

BAF MUTALLO’DA GÜZEL KALPLİ KOMŞUMUZ DÜRİYE ABLAMIZ

1960-62 yıllarında çocukluğumu Kıbrıslırum ve Kıbrıslıtürk Baflıların karma olarak yaşadıkları “Gonia” veya “Konya” Mahallesinde hatırlıyorum. Karşımızdaki komşularımız da Baf’ta tanınan Kıbrıslırum ailelerinden “Çelebolar”dı. Burada yaşarken ne isterse olsun aşırıya kaçan bir olay olmamıştı. Hatta Çeleboların babamın ricasıyla evdeki bahçemizi düzenledikleri, babamın bahçeyi bizim için salıncaktan kaykaya kadar bir çocuk bahçesi durumuna getirdiği bu bahçede kum havuzumuzun da olduğunu belirteyim. Tüm bu işleri Rum komşularımız Çelebolar yapmıştı. Babamıza “Hoca-Gahidigis”, annemize de saygıyla “Abla” dediklerini hatırlıyorum. Bu mahallede herkes birbirine saygılı bir şekilde yaşamaktaydı. Burada ilk zamanlar mahalleye ilk gittiğimizde iki kardeştik, daha sonra aramıza üçüncü kardeşimiz Hamza katılınca ve de artık yürümeye de başlayınca, gerçekten, Çelebo komşularımızın derin havuzu haşarı kardeşimiz Hamza için tehlike arzetmeye başlamıştı. Karşımızdaki Çeleboların babalarının çok derin bir havuzu vardı. Hamza ayaklandı ya, hemen bu havuza gider ve kayık gemiler yaparak bu havuzda yüzdürmeye çalışırdı. Onu kaç defa, bu havuzun çevresinde oynarken bulmuştuk. Çeleboların babasına birçok defa buradaki havuzlarının etrafına engeller koyup, kardeşimizin girmesine engel olmasını söyledik, zavallı adama bu taleplerimiz çok gelmesine ve de bıktırmasına rağmen, dedemiz Yol inşaat memuru Hamza Erdoğan’ı çok yakından tanıdığı için, özel tellerle bu havuzun girişini ve etrafını çevirmişti ama yaramaz kadeşimiz bir yolunu bulup bu havuza girmeyi başarmaktaydı. En sonunda bir tehlikeyi engellemek için Mutallo’daki Sinanların evlerine taşınmaya karar verdik. 1962 yılında burada yeni bir sosyal hayatımız başladı. Ben burada Baf Gazi İlkokulu’nun küçükler bölümündeki Anaokulu’nda, Hatice Teralı öğretmenimin sınıfında okula başladım. Hatice öğretmenim bize çok büyük sevgi gösterdi zaten her zaman onu saygı ve sevgiyle anmaktayım.

Sinanların evlerinde (Arif Albayraklar) karşı komşularımız, kızkardeşi ikinci izdivacını yaptığı için bir müddet yalnız kalan yeğenlerine bakan teyzeleri Düriye Abla, Ali ve Cemal kardeşler, Düriye ablamızın annesi Ayşe abla ve babası Çörekçi Ali Dayı’ydı. Yaşlı Teyzesi Düriye abla da Baf Kurtuluş Lisesi’nin hademelerindendi. Hepsi de çok iyi insanlardı. Buraya, yani Sinanların evlerine geldiğimizde aramıza dördüncü kardeşimiz Ömer de katılacaktı. Artık dört oğlan kardeştik. Son kardeşimiz Ahmet, aşağıda Ramadan Atayların sokağında aramıza katılacaktı (1965).

Düriye ablamız karşı komşumuzdu ve diyebilirim ki Düriye ablamız çok anlayışlı, kalbi temiz, komşularıyla çok iyi temaslar kuran bir ablamızdı. Kızkardeşi Ayten ablanın oğluları Ali ve Cemal’a da anneleri yanlarında olmamasına rağmen çok iyi bakmaktaydı. Düriye ablamız, o yıllarda, Baf’ın en güzel kızlarındandı. Her zaman güzel davranışları, örnek komşuluğuyla göz doldurmaktaydı. Annemizle de ilişkileri çok iyiydi. 1962 yılında da Kıbrıslıtürklerin sosyal ilişkileri bayağı gelişmişti. Konserler, partiler balolar olmaktaydı. Annemiz ve babamız bu etkinliklere katılmaktaydı. İşte onların evde olmadıkları gecelerde, annemizin ricasıyla Düriye ablamız evimize gelir ve bizlere anne ve babamız gelene kadar bakarak olurdu. Bizleri de şimdi sevmesin, çok severdi.

Düriye ablamız ve Ali ile Cemal, 1964 sonrasında Baf’ı terkettiler. Bizler de o sene mahalleden ayrıldık. Düriye ablamızı gerek 1964 yılından sonra, gerekse 1974 sonrasında her gördüğümde bana “Be Arapcık, unutma senin ikinci annen benim. Benim sende emeğim var” demekte ve bu şekilde bana ve kardeşlerime karşı sevgisini vurgulamaktaydı.

Geçtiğimiz günlerde sosyal medyadan onun da ölümünü haber aldım. Ne çok tanıdık, ne çok sevdiğimiz, yakın insanı kaybetmekteyiz öyle? Niye bu sene bu uğursuzluk? Pandemi ve depremden sonra ne kadar çok insanımızı yitirdik öyle? Bitsin artık bu uğursuzluk, bitsin bu üzüntüler, gülsün artık tüm Kıbrıslıtürk halkının ve de tüm ada insanının yüzü diyorum.

Aydınlıklar içinde kal sevgili, temiz kalpli Düriye ablamız. Rahmetle ve saygıyla kal…

hj-001.jpg


***  BASINDAN GÜNCEL…

“Bir fotoğraf albümünü sahibine iade etmek…”

Melike Çapan -Avlaremoz

Bir süredir sahafları mekân tuttum kendime. Kimsesiz kalmış anıların yurdu gibi geliyor son zamanlarda. Dükkânların önünde duran ahşap sandıklarda toz içinde kalmış gülen yüzler var. Kimisi akrabasına, kimisi sevdiğine göndermiş, kimisi iyisiyle kötüsüyle geçen hayatına bir kare anı daha eklemiş. Hepsinin yüzünde muazzam bir tebessüm var. İçim el vermez arkamı dönüp gitmeye. Aralarından bazılarını da katarım yoluma. Evime buyur ederim, gülen yüzlerindeki tozları silerim. Arada bir teker teker bakar hepsine gönüllerini hoş ederim. Bir parça olsun anılar da görevlerini yerine getirebilsin diye… Bilirim benimle yerini bulmaz o anılar. Arada bir ipucu arar gözlerim, yerini bulsun diye anılar.

Onları bulana kadar başarıya da ulaşamamıştım. Suadiye’de bir sahafta çıktılar karşıma. Naylon bir poşet dosyanın içine doldurulmuştular. Koca bir aile vardı içinde; gelinler, damatlar, askerlik hatıraları, buluşmalar, vedalaşmalar ve tabii camdaki o güzel… Bir eliyle vazoyu tutmuş, bir eliyle karanfili yanağına dokundurup güzelliğine güzellik katmış. Aklımdaki tek soru: Kimsin sen? O güzelin hatrına her gün baktım bu aile albümüne. “En çok sana haksızlık be güzelim” diye söylendim her seferinde. “Kim bırakır bu güzeli sahaflara” diye hayıflandım. İpuçları vardı bazı fotoğrafların ardında. Bir süre görmezden gelmek istedim. Biraz daha benimle kalsın istedim. Masamın bir köşesine koydum onu. Geçip gitmeyen kötü zamanların içinde karanfili ile beraber kırılmadan kalabilmiş miydi acaba? Panjurlu penceresinden tebessüm ederken kimi, neyi aklından geçirmişti? Kötülüklerin, adaletsizliklerin ve nefretin arttığı bir dünyanın içinde kaybettiğimiz umut o yüzdeydi. Samanlıkta iğneyle aradığımız masumluk o yüzdeydi. Veremezdim bu fotoğrafı. Bir süre daha orada, masamın köşesinde bıraktım.

Bir gün açtım yeniden kutusunu. Belki güzele ait başka bir fotoğrafa daha rast gelirim diye. 13 yaşında bir oğlanın gururlu yüzünü budum önce. Mitzvah töreni yapılmış, kuzu derisi kollarına sarılmış, artık tüm sorumluluklarını almış gururlu bir oğlan çocuğu… “Sana da haksızlık olmuş” dedim, kendimce. Sonra yaşlı bir kadınla tanıştım. Havalimanında bir sandalyeye çökmüş. Sanki dertleri de onunla beraber çökmüş. Yüzünde derin bir kederin izleri var gibi… Belki de sadece yaşlılığın yorgunluğu… Bir fotoğraf sonra aynı kadın yine karşımda. Bu sefer belki çocukları, torunlarıyla beraber. Bir mezar başında hepsi… Yitip gideni unutmamış… Yaşlı kadın müthiş üzgün, yanındaki kadın koluna girmiş dayanak olabilmek için ancak o da üzgün. Öteki kadın sarılmış ona da… Kayıplarının yasını tutan bu aileye bir de masamdaki güzele baktım. “Haksızlık” dedim.

Anıların yerini bulma zamanı gelmişti. İpuçlarını ve fotoğrafları Yahudi toplumu temsilcilerine gönderdim. İçimde karışık duygularla… 10 gün içerisinde yanıt geldi. Fotoğrafların sahibi bulunmuştu. Evimdeki Yahudi ile son günlerim. Birkaç gün sonra ait olduğu yere ailesine kavuşacak. Ben de bir nebze olsun dünyama kattığı güzellik ve masumlukla yetineceğim. Ayrıldığım için üzülerek ama anıların yerini bulduğunu bilmenin huzuruyla sevineceğim. Belki de yaşlı kadının yüzünden bir parça hüznü silmiş gibi…

Hoşça kal masamdaki Yahudi güzeli, hoşça kal gururlu çocuk ve huzurlu uyu Madam, artık ailenlesin.

(AVLAREMOZ – Melike ÇAPAN – 1.7.2023)

Bu yazı toplam 1430 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar