1. YAZARLAR

  2. Tacan Reynar

  3. Şimdi Tarihin Artığı Bir Çağın Çocuklarıyız
Tacan Reynar

Tacan Reynar

Şimdi Tarihin Artığı Bir Çağın Çocuklarıyız

A+A-

Hangi prensler, hangi savaşçılar çıkmıştır ellerinde kılıçları ve kalkanlarıyla bu sarp kayalardan?
Bu taşlı yolları kimler örmüştür peşi sıra?
Şuraya bakın mesela en doğuya, Beşparmakların üzerinde kurulmuş bir kale,
Kantara Kalesi’ne,
Bizanslılar tarafından 965 yılından sonra yapıldığı söylenen o muhteşem yapıya.
Adım adım gezdiğinizde ve o tepeye çıktığınızda tekrardan aşık olursunuz doğduğunuz topraklara.
Batıya gidin,
700 metre yukarıda St.Hilarion Kalesi.
Taşlara dokunduğunuzda hissedersiniz tarihi, elinde çekiç taşı yontan o ustaları ya da kölelerin toprağa düşen terini,
Emeğini,
Mesela Mağusa Surları,
Mesela Lüzinyanlar döneminde,
1312 yılında biten St. Nicholas Katedrali,
Ne kadar görkemli bir yapıdır ki bugün bile Mağusa’nın simge yapısıdır.
Lefkoşa surları, Ortaçağ’da inşasına başlanmış ve 16.yüzyıl ortalarında Venedikliler tarafından yenilenmiş, bölünmüş Lefkoşa’yı çepeçevre sarmalayan yaklaşık 5 kilometre uzunluğunda 11 burcu olan o büyüleyici çembere.
Ortasındaki Ayasofya Katedrali. 1209 yılında tamamlanmış, gotik tarzda bir Roma Katolik Kilisesidir. Osmanlı döneminde de bu kilise üzerine minareler eklenmiştir.
Lefkoşa ve Mağusa’da surlariçindeki evler, bu adayı her işgal eden kültürün izlerini, farklı dillerde dualarını ve nefesini taşır.

Biz bu adanın varisleriyiz.
Şimdiki miras yedileri.
Ne inşa ettik bizden sonra kalacaklara?
Omorfo ovasında esir edilen tutsak kadın bedenlerinin satıldığı “gece kulüpleri”ni mi?
O insanların alın terlerini döktükleri taşları dinamitlerle patlattığımız sıra sıra taş ocaklarını mı?
Arabaları büyük bir kültürsüzlükle park ettiğimiz eski tarihi sokaklar, yıkılması için terk ettiğimiz taş evleri mı?
Ne inşa ettik?
Dağlara elektrik verip ışıldayan bayraklar mı?
Bakımsızlıktan dökülen Lefkoşa Surlarını mı?
Yanlış mühendislik ile su doldurduğumuz Mağusa Surlarını mı?
Söyleyin.
Doğru düzgün en basit yolu asfalt dökmekten aciz bizler ne bırakacağız yarına?
Yamaladığımız yollarda ölü bedenler mi?
Olmayan köy yollarında yitip giden nice genç mi?
Her tarafı askeri garnizona dönerken ülkemiz ve savaş çığlıkları arasında nefes alırken,
Ne bırakacağız?
Korkaklığımızı mı?
Sus olma halimizi, günü birlik yaşamayı, taş gibi statükolarımızı mı?
Yoksa bir çocuğun ölmesi değil de, bir yolsuzluğun ortaya çıkması değil de,
sadece cebimize dokunan zamlar mıdır canımızı yakan? 
Peki çalınan, yok edilen kimliğimiz, bu dağlar, bu taşlar patlarken, kafamızda savaş uçakları uçarken, yine dönüp bu statükoda koltuk kavgası vermek mi?
Nedir mesela seni ayağa kaldıracak olan en fazla?
Çocuğunun göç yollarına düşmesi?
Yarın evinin bir savaşın ortasında kalması?

Bitmedi gitmedi bu yolsuz düzen.
Bu iflah olmaz düzeni kim kurduysa kurdu ama biz devam ettiriyoruz.
Yazık bize ki halen aynı siyaseti devam ettirenleri alkışlıyor, seçiyor ve onlara el pençe divan duruyoruz.
Yazık bize.
Biz bu surları, bu katedralleri, bu kaleleri, bu tarihi ve
bu ülkeyi hak etmiyoruz.
Ayağa kalkmanın ve tüm sorumsuzları yargılamanın vaktidir.
Bu tarih, bu gök, bu acınası halimiz daha fazla bizi öldürmeden.
Sokakta yaya yürürken, yolda araba kullanırken, tarlada Makhir gibi oyun oynarken ölmeden, okulda çürümüş duvarlar altında okurken, altyapısı olmayan tüm bu ülke başımıza iş bilmez ve beceriksiz insanları seçtiğimiz için çökmeden,
ayağa kalmanın vaktidir.
Kara bir tarihte daha fazla karalaşmadan,
Daha fazla kaybetmeden bu toprağı,
seçimin tarihi yazmak ile,
mirasyedi olmak arasında olduğunu öğrenmeliyiz.

Geriye bir şeyler kalıyor ama o kalan bize ait değil.
Şimdi, zaman tomarından yitip giden her günden kendimizi kurtarmanın vaktidir.
Bunu, bu toprağa borçluyuz.

Bu yazı toplam 1987 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar