1. YAZARLAR

  2. Cenk Mutluyakalı

  3. OKUL çıkışlarında el ele
Cenk Mutluyakalı

Cenk Mutluyakalı

OKUL çıkışlarında el ele

A+A-

Okul çıkışlarında trafik kaosu vardır, kapkara egzoz dumanı, kulak zarınızı titreten bir gürültü ve tam bir keşmekeş!
Oysa…
Ne güzeldir ara sokaklara doğru yürüyen öğrencileri izlemek…
Hele de yeni ergen aşıkları, el ele...
Göz göze bir rüya ülkesinde, içlerinde biriken sesleri bölüşürler, eşitlikle...
O an, masum ve çıkarsız bir sevginin kokusu vardır, mülkiyetsiz bir aşkın hesapsız nehrinde savrulan tohumları...
Dünya avuçlarının içinde döner, gündemin kiri pek ırgalamaz düşlerini...
Pespembe parmakları birbirine karışmış, kanın debisi tepeleri aşmıştır.
Bu tohumlar filizlenecek, kök saldığı toprakta örselenecektir elbette...
Ve kim bilir daha ne aşklar örülecektir gövdelerinde...
Bilmezler... Bilmek de istemezler...

***

Bize “bizim zamanımızda” diyen cümleler kurardı büyüklerimiz.
“Sokakta göz göze dahi gelemezdi” onlar!
El ele tutmak, ne münasebet!
Mektuplar yazılırdı kalemle ve o mektupların bir aşıktan ötekine nasıl ulaşacağı dahi meseleydi elbette!
Münasipse evlenilirdi (!)
Ve bu içine kapalı yaşanmamışlık halinden geriye “çatışmalı” hayatlar kaldı!
Entrikalar, sevgisizlikler, kalleşlikler...

***

Şimdi bu satırların yazarı da “bizim zamanımızda” diyen cümleler kurabilir!
Doğrusu bizim zamanımızda el ele tutuşmak da vardı, öpüşmek de!
Tek farkla…
Henüz 16 yaşında ve okul çıkışlarında değil!

***

Birileri bu toplumun ellerini, gözlerini ve  başını “bağlamak” isteyebilir!
Aman ha!
Sokağın özgürlüğündedir yarın!
Ve insanın...
Çocukların vurulduğu gecelerde kaybettik bugünü…
Ve bugünün çocukları, birbirine vuruluyorsa eğer, ‘kurşun’ değildir yara!

Me mutlu ki rengarenk nice yürektir.

***

Kalp, gri bir etek ya da pantolon içine sıkışmış beyaz gömlekten sokağa taşmıştır artık!
Bir başka yerden yazıyor öyküsünü hayat, kentlerin dumanlı sokaklarında, “kim ne demiş”lere aldırmadan, özgürlükler büyüterek.
Ve seviyorum bunu!
Ne zaman parmak arasında sigara ile yürüyen bir öğrenci görsem tiksiniyor, el ele gördüğüm her ergenin maviye firari kelebeklerine öykünerek bakıyorum.

***

Ey hayat!
Aşkla yeşert çocuklarımızı, barut kokuları yerine!

------------------------------

Baba – Buba

Çok keyifle okuduğum pazar yazılarından birinde, Bekir Azgın hocam ‘buba’ ile ‘baba’nın farkını anlattı.
Yakın zamanda kaybettiğimiz duayen gazeteci Hakkı Devrim’e çok benzetirim Bekir Azgın’ı, ilgiyle izlerim.
Medyamızda da Radikal'deki “Cihannüma” gibi köşeler olsa keşke!
İngilizce dilinde eğitimin giderek yaygınlaştığı, yeni teknolojilerin iletişim dilini iyice berbatlaştırdığı bir çağda, ne yazık ki Kıbrıs’ın üç ana dilinden biri olan Türkçe’yi doğru ya da zengin kullanmıyor, Kıbrıs lehçesini de ‘komedi’ye çeviriyoruz.

***

“Bizim evde babamız hep ‘buba’ idi” diyor Bekir Azgın…
Çocukluğumda anımsıyorum, gerçekten de en fazla kullanılan sözcüklerden biriydi, “buba…”
Hani sadece kendi babamız için değil!
Çok sevilen, herkese yardım elini uzatan, saygı duyulan insanlara  “buba” denirdi. Bir nevi onursal rütbeydi, buba...

***

Niye “baba” değil de “buba” düşünmemiştim, okuyunca anladım.
“Babam da dedeme ‘buba’ derdi. ‘Baba’ kelimesi bize antipatik gelirdi çünkü papazı anıştırırdı. Rumca ‘o babas’ papaz demekti ve Rumlar papaza ‘Baba-mu’ (papaz-ım) diye hitap ederlerdi. Bu yüzden ‘baba’ kelimesini kullanan Türklere iyi gözle bakılmazdı. Alfabe kitabımızda ilk okuduğum cümlelerden biri ‘Baba, bana bal al’ idi. Bir tuhaf oldum. Cahil cesaretimle hocamıza o kelimenin yanlış yazıldığını söyledim. Öğretmen biraz öfkeli epeyce de alaycı bir tavırla bana, murtatlığı bir kenara bırakıp doğru dürüst Türkçe öğrenmem gerektiğini söyledi. Hoca beni rezil etmişti. O günden sonra ikili oynamaya başladım. Evde ‘buba’, dışarıda ‘baba’.”

***

Şimdilerde “baba” daha yaygın, kimsenin de aklına “papaz”lar falan gelmiyor hani!

Daha kötüsü, ‘mafya’ geliyor genelde akla, hiç de masum olmayan ikili oyunlarda...

------------------------------

Ne zaman ‘raf’ ne zaman ‘rekabet’

“Madem konu çocuklar, rekabet rafa kalkar” dedi, Vodafone Telsim yönetimi!
Kanser hastası çocuklar için koşulacak bugünkü maratona katılım çağrısı yaptı.
“Nolmuş yani” derseniz!
Maratonun ana sponsoru Kuzey Kıbrıs Turkcell…
Doğrusu, bu iki şirketi yan yana görmek pek de mümkün olmuyor!
Güzellik işte burada...
Turkcell de bir başka mesajla teşekkür etmiş zaten.
Her alanında hayatın, kimi değerler için rekabeti rafa kaldırmak gerekiyor.
Peki ne zaman olmalı kıyasıya rekabet?
Çok daha “hesaplı” ve “ucuz” iletişim için!
Daha az para çıksın diye bu halkın cebinden...
İşte bu durumda da “rafta unutuluyor” bazen rekabet!

------------------------------

HEPSİ AYNI GÜN

“Evvel Zaman İçinde Lurucina Panayırı” için Akıncılar’a da gitmek istiyoruz elbette... Paluze Günü için Bağlıköy’e de... Ama bir de Lefkoşa Maratonu var...
Hepsi bugün! Bu pazar...
İllaki aynı güne niye yığılır bu etkinlikler?
Festivallerde de aynısı oluyor hep...
Öyle bir yapımız da yok, tüm bu işlerin organize edilmesi, daha iyi tanıtılması için!
Yarım avuç ülkede, üst üste bastırıyoruz, en keyifli günlerimizi...

------------------------------

haftanın notcukları

-Lefkoşa DEREBOYU’nda kaldırıma park ettim, cezayı kestiler, ödedim. Haklılar! CEZA tamam, peki çözüm? PARK YERİ olarak ne öneriliyor bize? Ve çözüm üretilmezse eğer, bir başına ‘ceza’ adeta bir ‘kasa’ yalnızca!


- RİK’i ziyaret ettik güneyde, devlet radyo televizyonu.. “396 çalışan var” dediler, “181’i daimi”. Nüfus 880 bin !.. Bizim BRT’yi sordular.. 250 bin nüfusa 640 çalışan!
Ağızları açık baktılar!


- Mahmut Anayasa’dan yönetenlere:
"Teoriden" ishal oldunuz, bir "pratik" hap yutmazsınız!


- “KKTC” Bişkek ile Abu Dabi temsilcilerinin yerleri değişmiş. Ne yapıyorlar oralarda?


- TC’de “FETÖ”cü diye görevden alınan
Psikiyatrist Mihriban Yıldırım, "Bir aydır solcu olduğumu ispatlamaya çalışıyoruz" diyor!
Vay be, eskiden ilk solcuları götürürlerdi!
Orası ne acaip bir ülke!

Bu yazı toplam 2200 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar