1. YAZARLAR

  2. Dr Filiz Besim

  3. Ne Çok Hasret, Ne Çok Özlem…
Dr Filiz Besim

Dr Filiz Besim

Ne Çok Hasret, Ne Çok Özlem…

A+A-

Meğer ne çok özlemişiz ‘biz olmayı’…

Her köyde bir festival ya da panayır, her bölgede ayrı bir kültür…
Elli iki hafta, elli iki festival olsa keşke…
Kah Gönendere’de el makarnası yapsak yesek, kah Ayrini (Akdeniz)’de ağrelli (kuşkonmaz) kızartsak. Bağlıköy (Ambeligu), Limnidi(Yeşilırmak), Galavaç; gafgarıt (enginar), patates, eko- turizm, ceviz macunu derken buram buram biz koksak. Üretsek, çoğalsak…

İşte öyle bir özlemle neredeyse her hafta anılarda kalmış başka bir kültürü tutuştururken biz Kıbrıslıtürkler, birileri artık sembolik olarak pasaportlarımızda kalmış Kıbrıslı Türk ibaresini de kaldırmayı görev bilmiş kendine. Nasıl bir yabancılaşmadır bu bir yönetimle halk arasında yaşanan ve nasıl bir acımasız devşirmedir ki bu, minicik bir topluma uygulanan…
İşte öyle bir hüzünle, belki de milyonuncu kez kendimi arama çabasıyla koştum ben, geçtiğimiz sıradan günlerden birinde Lefkoşa’nın bin kusur yıldır yüreğinin attığı Surlariçine.
Arastada o yüzyıllara meydan okuyan, muhteşem çarşıda dolaştım. Hanlara hamamlara, terk edilmiş ata yadigârı sanat eserlerini biraz hüzün, biraz da hayranlıkla izledim. Yalınayak gezen çocuklara, kim bilir hangi yaşam kaygısıyla buraya savrulmuş insanlara baktım. Artık tek tük kalmış bir zamanların şaşalı mahallelerini arayan Kıbrıslılarla sohbet ettim. Sonra da tam göbeğine oturdum. Sadece baktım.
Gelene, geçene.
Öylesine…
Kâh köklerimizi düşündüm, kâh kültürümüzü, çoğunlukla da dünyanın merkezindeki bu şehirde kim olduğumuzu, ne aradığımızı ve nereye sürüklendiğimizi…
Aşkın, sanatın ve barışın egemenleri Lüzinyanları, adayı bir zamanlar muhteşem eserlerle donatıp giden, benim de bu yıl peşlerinden sürüklendiğim o tarih destanının dimdik ayakta eserlerini seyre daldım.
Hanlarda, Kıbrıs Türkünün kökleri Osmanlılara takıldım.
Mozaiğin değişik parçalarını, farklılıkların yarattığı kültür zenginliğini… Ortadoğulu, Avrupalı- Latin kültürlerinin Akdeniz’in göbeğindeki bu adaya depoladığı yaşanası, yaşatılası kültürümüzü arşınladım kah beynimle, kah bakışlarımla…
Bizi Kıbrıslıtürk yapan tarihin kültür süzgecinden geçmiş tortuları, birikimleri aradım.
Kâh Kıbrıslı, kâh Türk yanımızı besleyenleri…
Yemeğimizden, müziğimize ve mimarimizden, aşklarımıza.
Aslında ‘beni’ bende aradım vesselam…

Bugünlerde öylesine dalmışken ya da savrulurken tarihin ve kültürün karanlık dehlizlerinde ve belki de hüzünlenirken kendi toplumumun kaderine; eskilerden bir arkadaşımla buluştuk bambaşka bir sohbette. Meğer onun da derdi ‘kimlik’miş. Eşinden yeni boşanmış bir kadının yıllar içinde dağılmış kimlik bunalımı.
‘Bugün yeni bir güne uyandım’ dedi. ‘Tescilli kendi kimliğimle’ bana heyecanla yeni aldığı kimliğini göstererek. Aslında eski ama şimdilerde yeni soyadıyla…   “ Nasıl da geçti yıllar, ne az hatırladım yıllarca o gerçek beni. Ben ‘bensiz’ yaşadım aslında tam on yedi yıl boyunca. Ve ben ‘beni’ arar oldum bunca yıl sonra…” dedi arkadaşım gözlerinde hüzün bulutları.
Meğer ne zormuş bir kadının, kimliğinden kendi özünden koparılması.
Her yeni eşle başka bir kimliğe mecbur kılınması...

Hâlbuki ürettiklerimiz değil midir aslında bizi ‘biz’ yapan hem toplum hem de insan kimliğimiz! Kadın, erkek ya da toplum; ürettiğimiz oranda var olacağız.

Bu yazı toplam 2830 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar