1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Kemiklerimizi verin…”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Kemiklerimizi verin…”

A+A-

Ahmet CİHAN

İktidar edenler, “kemiklerimizi verin” sesine kulaklarını tıkayacaklarına, bu sese cevap vermeli. Cevap vermek, hak ve adaletin yerini bulmasının önündeki engelleri kaldırmak ile mümkün.
Kulakları sağır, gözleri görmez politikacıların, çok hoşuna gitmeyen bu iki kelime, bu ülke toprakları üzerinde yıllardır dalga dalga yayıldı, tiz bir çığlık olarak… Duyanlar ses verdiler, çırpındılar, acılara ortak oldular, gözyaşlarını tutamadılar gizliden gizliye, ama başlarını eğmediler ve  birlikte haykırdılar… yıllar geçti, bu çığlıkları atanlar bir araya geldi, onlar oldular, yüzler oldular, binler oldular, milyonlara vardılar; ülkenin bir ucundaki ses, diğer ucu ile buluştu.
Art arda geçen haberlere bakıyorum.
DSİ, başka çözüm bulamamış gibi, toplu mezarların üzerine, istinat duvarı yapacakmış. (DİHA, 5 Temmuz)  Yaşanan insanlık suçunu örtmek anlamına gelen bu davranış biçimi, kimin ya da kimlerin siyasal hesaplarına hizmet edecektir?  Bu ne korkunç bir düşmanlıktır?  Yaşam hakkı ihlallerini, görmezden gelmek, yeni ihlallerin olabileceğinin işareti değil midir?
Bir diğer haber: 1993 yılında köyleri yakılan, günlerce işkence gören, ardından yakılarak toplu mezara gömülen 11 kişinin yıllar sonra bulunan kemikleri, ailelerine hala verilmemiş. Aileler, “kemiklerini” istiyor!.. Neden? Soruşturma için bu kadar yıl bekletilmesinin izahı var mı? Hangi hukuk, hangi adalet duygusu ile bağdaşır bir tavırdır bu?
Yukarıdaki haberler, “Fırat’ın ötesine” ait. Yıllardır; dünyanın bilinen gözde merkezlerinden biri olan Galatasaray meydanında her cumartesi günü saat 12:00 de oturan ve kayıplarını arayan kayıp aileleri  de “Kemiklerimizi verin…” diye yetkililere sesleniyor!  Bu çığlıklar da bu yakaya ait ama, yetkililer bu sesleri de duymuyor!.. Galatasaray’da yerdeki karıncanın hareketini izleyen yönetenler, orada toplanan Cumartesi annelerini görmüyor, seslerini duymuyor!
“Fırat’ın ötesi” ve bu yaka, aynı sesi veriyor. Yakınlarını elinden alan “devlet”e  aynı ses ile sesleniyorlar! Elleriyle teslim ettikleri evlatlarının ya da ellerinden alınan yakınlarının, bir mezar yerleri olsun istiyorlar, ziyaret etmek için, dertleşmek için, bir tas su dökmek, bir karanfil bırakmak  ya da dua etmek için!
Hemen her gün televizyon ekranlarında ya da gazete sayfalarında demokrasi ve insan hakları nutukları atan muhalefet ya da iktidar partisine mensup politikacılar, ülkenin ne kadar geliştiği konusunda övünen iktidar partisinin temsilcileri; bu insanlık dramını görmezden gelmeniz, sizin ne yapmak istediğiniz ya da ne yapmak istemediğinizi ortaya koymaktadır. Yaşam hakkının ihlalini meşru gösterebilecek davranışların savunulacak yanı yoktur.
Bu toprakların hemen her karışında bir annenin gözyaşı, bir annenin çığlığı vardır. “Fırat’ın ötesi”nde ya da Fırat’ın berisinde, işlenen suçların örtbas edilmesi, yeni suçların işlenmesine kapının aralanması anlamına gelecektir.
Barış sürecine dair bu ülke insanının bir umudu doğdu.  Artık gençlerinin tabutunu taşımak istemeyen milyonların bu umudunu yeşertecek adımlar yerine, politik hesaplar uğruna meydanlarda ve televizyon ekranlarında, bu umudu boşa çıkaracak, riske edecek, kahramanlık nutukları atmak, bu  coğrafyanın taşıyamayacağı politikalardır!
“Fırat’ın ötesi”nde ve Fırat’ın bu yakasında,  barış ve demokrasi için meydanları dolduran milyonlar, artık “kemiklerimizi verin” feryatlarının bir daha duyulmayacağı,  yaşam hakkının ihlal edilemeyeceği, ihlal edenlerin hesabını verecekleri bir demokratik dönüşüme doğru yol almaktadır.
İktidar, toplu mezar yerlerinin üzerine “istinat duvarı” öreceğine, mezar yerlerini koruyarak, suçluların yakasına yapışmalıdır; iktidar edenler, “kemiklerimizi verin” sesine kulaklarını tıkayacaklarına, bu sese cevap vermelidir. Cevap vermek, hak ve adaletin yerini bulmasının önündeki engelleri kaldırmak ile mümkündür.

(BİANET.ORG – Ahmet CİHAN – 14.7.2013)

***

 

“Kaybedenler kulübü…”

***  Türkiye'deki zorla kaybetmeler konusunda önemli bir çalışma yayımlandı. 33 yılda 1353 kişi zorla kayıplara karışmış.

GÖKÇE AYTULU

Mısır’la birlikte darbe meselesi tekrar gündemin bağrına oturdu. Türkiye’deki hak ihlallerine burun kıvıran bazı gazete ve televizyonların Mısır’daki darbeye ilişkin demokrasi mücadelesi göz yaşartıyor.
Türk adaleti de General Sisi’nin peşine düşmüş vaziyette. Hakkında insanlığa karşı suç işlediği için dava açılması gündemde. Demokrasi çıtamız adına şüphesiz olumlu bir gelişme. Darısı Ömer El Beşir’in başına.
Fakat Mısır’daki darbeyle uğraşırken, Türkiye’nin geçmişindeki kara lekeleri, kendi darbelerimizin bugüne etkisini hatırlamakta fayda var.
Mesut Hasan Benli’nin, 12 Eylül yönetiminin ‘Türkiye’nin etnik kadastrosunu’ çıkarttığı raporu esas alarak hazırladığı yazı dizisi geçen hafta Radikal’de yayımlandı. Kürtlerin, Alevilerin, Ermenilerin, Süryanilerin ayrı ayrı fişlenip tehdit unsuru olarak kabul edildiği rapor şaşırtıcı değil. Ama resmi düzeyde fişlemenin arşivlenmesi açısından önemli.
Darbenin ve yıllarca süren ‘kirli savaş’ın bugün bile etkisini gördüğümüz çeşitli yöntemleri var. Bunlardan biri ‘zorla kaybetmeler’. Zorla kaybetme, Arjantin’den Türkiye’ye, Bosna’dan Kamboçya’ya hemen her kirli savaş ve darbe yönetiminde uygulanan bir yöntem.
Arjantin’de sivil giyimli güvenlik güçlerinin yeşil arabalarıyla birden ortaya çıkıp sokaktan topladıkları insanlarla kayıplara karışmaları bize tanıdık gelen bir hikâye. 1990’ların ‘Beyaz Toros’lu kuvvetleri bunun Türkiye versiyonu sayılabilir. Aradaki tek fark, Arjantin’deki kayıpların ‘Mayıs Meydanı’nda, Türkiye’dekilerin İstiklal Caddesi’nde aranması. Tabii Arjantin’deki hak mücadelesinin başarıyla sonuçlandığını saymazsak.
Bu konuda çalışan Hakikat Adalet Hafıza Merkezi, Türkiye’deki zorla kaybetmeler konusunda önemli bir projeye imza attı. 12 Eylül darbesinden bu yana Türkiye’de zorla kaybetme vakalarına dair bir istatistik yayımladı. Buna göre 33 yılda 1353 kişi gözaltında ya da kimliği belirsiz kişiler marifetiyle kayıplara karışmış.
Kayıp hikâyeleri ve ailelerinin görüşlerine de yer verilen iki ayrı kitapçık ve internet sitesinden oluşan çalışmada kayıpların illere göre dağılımı ve 262’sinin detaylı bilgisi de mevcut.
En ilginci ise zorlakaybetmeler.org sitesinde kayıp vakalarının detaylı dökümünün ve hukuki sorumluların bulunduğu liste. Bu listede ismi bulunan kayıpların üzerine tıklandığında olayın yeri, tarihi ve açıklaması anlatılırken diğer tarafta dönemin cumhurbaşkanından Adalet Bakanı’na sorumluların listesi bulunuyor.
Ayrıca dönemin devlet erkânının hangi kayıp olaylarından sorumlu olduğuna dair farklı listeler de sitede yer alıyor. Özetle çalışma kayıp vakalarının yanı sıra ‘kaybedenler kulübü’nü de afişe ediyor. Bu bakımdan sürmekte olan 12 Eylül davasından daha pratik sonuçlar ortaya koyduğu söylenebilir.
Zorla kaybetmelere ilişkin yapılan mücadele, sadece kirli bir geçmişle hesaplaşmak anlamına gelmiyor. Onu, darbelerin yarattığı siyasi atmosfer içinde, bugüne yansıyan görüntüleriyle birlikte düşünmek gerek. Yoksa ‘beyaz Toros’lar caddelerden çekilir, onların yerini eli palalı sivillerle, sopalı milisler doldurur.
 

(RADİKAL – Gökçe AYTULU – 14.7.2013)

Bu yazı toplam 1740 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar