1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Gönyeli’nin belleği...”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Gönyeli’nin belleği...”

A+A-

Belgin Demirel

Aslan babacığım Ahmet Demirel, Haziran başında 95 yaşına bastı. Bazı ortopedik sorunları dışında sağlık sorunu yok şükürler olsun. Hafızası ise en az bir gencinki kadar berrak. Her gün gidiyorum, sohbet ediyoruz uzun uzun. Bu sohbetlerin konuları,  genellikle gardiyanlık anıları ve Gönyeli’nin geçmişi ile ilgilidir. Bu sayfayı izleyenler, ‘Bir Gardiyanın Anıları’ başlıklı yazılara mutlaka rastlamıştır diye düşünüyorum. Resmi tarihin dışında ve belki ondan daha değerli bilgiler içeriyor aslan babacığımın anlattıkları. O yazı dizisi için daha çok malzeme var. Fakat Gönyeli ile ilgili sohbetleri de kayıt atına almak amacı ile “Gönyeli’nin Belleği” başlıklı yazıları da sizinle paylaşmak istedim. Dinlerken zevk aldığım ve bilgi edindiğim bu konulara sizin de ilgi duyabileceğinizi düşündüm.

Gönyeli’nin belleği:

“Ekseriyetle çobanların hemen hepsi hırsızlık yapardı. Kendi köyümüzden veya başka köylerden de hırsızlık yapılırdı. Nereden rast gelirse. Tavuk hırsızlığı, keçi veya koyun hırsızlıkları olurdu. Eskiden hemen herkesin tavuğu  vardı ve serbest gezerdi bu tavuklar. Gece de duvarlara tüneyerek uyurlardı. Herhangi biri, evine giderken, duvardaki tavuklardan birini yakalayıp, giderdi.  Kimindir filan hiç umuru  değildi adamların. Hayatın normal bir parçası gibi idi hırsızlık. Mesela benim Mehmet Dayım, kendi  dayısının tavuğunu alıp gitmişti. Tavuğu çalınan pek bir şey yapmazdı, ama koyun veya keçi çalındığında polise haber verilirdi. Polis gelip, arattırdığında da pek bir şey bulamazdı. Çünkü çalacak olan herşeyini hazırlardı. Yani minareyi çalacak olan kılıfını hazırlar misali.

sayfa-13-belgin-demirel-sevgili-babacigi-ahmet-demirelle-birlikte.jpg

Belgin Demirel, sevgili babacığı Ahmet Demirel'le birlikte...

Mesela ben 12-13 yaşlarımda iken çobandım. Gece mandırada uyurken, hırsızlar geldi. Köpek ürünce duydum. Yaşım küçük olduğu için, korktum, seslenmedim. Köpek ürünce duraklayıp, beklediler. Sonra başka taraftan yaklaştılar, mandıra kapısını açarak, davarımızın en güzelini çaldılar. Ben o koyunu fazla severdim ve ona özel igi gösterirdim. Babam gelince, dedim böyle böyle  bir koyunumuz eksiktir. Babamın bu konuda bilgisi vardı; izlerini inceledi, takip etti. Koyunu bazladıkları yeri  filan buldu. Bu tür davranışlar olağan şeylerdi. Kahvelerde de bu konulardan başka konular konuşulmazdı. Esas konu hırsızlık konularıydı.

Bir düğün olacağında mutlaka hırsızlık yapılırdı. Düğün sahibinin tanıdıkları veya ahbapları, düğüne elleri boş gitmezler, mulaka bir yerden davar çalıp, götürürlerdi. Babam evleneceğinde, şimdiki ismi Mevlevi olan Cira köyünden bir Rum’un 5-10 koyununu çalarak getirmişler düğüne, yenilsin içilsin diye. Polise haber verilmiş ve  polis gelmiş yoklama yapacak. Polis de bu durumları çok iyi biliyor, tecrübe etmişler. Bir düğün varsa orada mutlaka hırsızlık vardır. Polis geldiğinde düğün evinde kazanlar kaynıyormuş. Dedem, “Oğlumun düğününde bir davar kestim, onu pişiriyoruz” demiş.  Kazanı açan polis, “Bir davarın kaç tane kellesi var? Kazanda dört kelle kaynıyor,” demiş.  Damat olan babamı tutuklamışlar. Babamın babası olan Mustafa dedem aza, annemin babası Mulla Hasan Dedem de köy muhtarı o zamanlar. (1931’de Rumlar’ın isyan ederek, vali konağını yakmalarından sonra, getirilen sıkı tedbirler çerçevesinde  muhtarları İngiliz Sömürge Yönetimi, azaları ise muhtar kendi seçmekte idi-BD) Dedelerimin biri muhtar diğeri aza olunca bir yolunu bulup, babamı dışarı çıkarmışlar.

sayfa-13-ahmet-demirelin-1952de-cekilmis-bir-resmi.jpg

Ahmet Demirel'in 1952'de çekilmiş bir resmi...

Mesela Dikomu’da iki tane düğün var. Bizim köylü  Maronit Ömer Dayı’nın davarını böldüler, aşağı yukarı 40-50 hayvanı götürdüler.  Babamın ahpabıydı Ömer Dayı. Babamı da alıp, Dikomu’ya gitmişler. Artık yemekler yenirken gitmişler. “Kesmediklerinizi olsun verin de gidelim,” demiş babamlar. Bir miktarını kesmemişlermiş. Onları alarak köye dönmüşler.

Durumlar böyleydi. Fakirlik tek etkendi diyemem. Yaşam biçimi olmuştu, alışkanlık vardı.

O dönemin gençleri olarak biz, hırsızlık yapmıyorduk. Babam bu konuda çok sertti. Katiyetle hırsızlık bişey gelmeycek eve. Kendi biliyordu nedir hırsızlık, çünkü kendi yapardı zamanında. “Babamız birinci defa eve hırsızlık mal götürdüğümüzde bize kızsaydı, biz bir kere daha yapmayacaktık. Oysa ‘Ben size kaç defa söylerim, yapmayın getirmeyin diye?’ derdi, sonra da ‘Getirin be o bıçağı da keseyim bunu,’derdi.

Gönyeli’de fazla hırsızlık olduğu için, o yıllarda İngiliz Sömürge Yönetimi tarafından  köye bir polis görevlendirilmiş. Ben yetiştiğimde hala o polis vardı. Söz konusu polisin evinin kapısının üzerinde içten taraf bir çengel varmış. Hırsızlık yaptığında biri, polise de pay ayırır ve gidip, o çengele asarmış. Polis de talepkar biri imiş. O dönemlerde insanlar çangar çizmesi giyerlerdi ve ellerinin kirlerini o çizmelere silerlerdi. Polis talep edeceğinde, “Bakın o çizmelere, sade yağ, ama bizde bir şey yok.” Yani ‘Kapının çengeli boş’ demeye getirirmiş.

Köyün gençleri olarak, bir kulüp kurmayı düşündük. İstiyorduk ki bizim de ortak bir konumuz, konuşacak bir konumuz olsun. Nitekim, kulüp kurulduktan sonra hırsızlıklar azaldı. Şöyle ki, yeni  yetişen kuşaklar hırsızlık yapmadı, eski kuşak da zaman içinde azaldı ve bitti.

Ezder Haticesi’nin oğlu vardı berber Salahi, biz onun berber dükkanında zaman geçirirdik. O zaman     televizyon yok, radyo yok. O zamana kadar da köyümüzde iki kulüp kurulmuş, ama yaşamadılar.  Biri ‘Çiftçiler Birliği’ idi. Babam da başkanı idi Çiftçiler Birliği’nin. Bir de “İşçiler Birliği” kuruldu.  Kunduracı Mustafa, Tosun Amcam, Birinci Yusuf, gözü görmezin Ahmet ve Süleyman. Bunlar kurdular İşçiler Birliği’ni. İşçiler Birliği, spor ağırlıklı idi. Çiftçiler Birliği ise tiyatro ağırlıklı idi. Bir güzel tiyatro yapmışlardı Çiftçiler Birliği olarak. Türkiye’de bir şehirde zelzele olmuş ve ona yardım toplamak için tiyatro yapmışlardı. Tarih sanırım 43-44’tü aşağı yukarı.

Biz kulüp kurmaya kalkıştığımızda herkes de, “Nasıl olsa bu da yaşamayacak” diye düşünmüştü. Berber Salahi’nin dükkanındaki gençler kaç kişiysek bir kulüp kurmak için teşebbüs ettik ve kurduk kulübü. 14 Mart 1948’de onay aldık. Ben, Koççina Ahmet, yaşamını daha sonra Türkiye-Nazilli’de sürdüren berber Necdet vardı. Başlangıçta ben, “Kulüp kuralım” diye fikir attım ortaya. Bu fikrimi birkaç kez tekrarlayınca, Koççina Ahmet, “Kulüp kurmak için neye ihtiyacımız var?” dedi. Ben de “Kağıt-kaleme ihtiyacımız var” dedim. Bunun üzerine Koççina Ahmet, Şevki Bey’in dükkanına gidip, kağıt ve kalem aldı. Şevki Bey o zaman meyhanecilik yapardı, ama okul çocukları için de az miktarda kırtasiye de bulundurudu dükkanının bir köşesinde.  Gelen kağıt kalemle oradaki arkadaşların isimleriyle 15 kişilik bir liste yazdım, altına da imzamı attım. Necdet,  listeyi komiserliğe götürdüğünde, kendisine 15 kişi ile kulüp kurulamayacağını, 25 kişi gerektiğini söylediler. Ben  o zaman kadar sadece çiftçilik, çobancılık yapmışım, yazı çizi işinden pek anlamıyorum. Necdet listeyi geri getirdiğinde bana, sanki da başka kağıt yokmuş gibi o listenin altına  daha ilave isim yazdım. Temiz kağıda çekmeyi düşünemedim. Tosun Amcamlar, Mustafa Beyler gibi köyün ileri gelenlerini listeye ekledim. Tekrar komiserliğe gönderdik ve 14 Mart 1948’de onay aldık. Böylece köyde gençler, boş zamanlarında idman yapmaya ve kulüple ilgilenmeye başladı ve hırsızlığın arkası kesildi. Bu yüzden ben, 1948’i milad olarak kabul ederim ve kendime bundan pay çıkarır, onur duyarım.”


1974 Temmuzu’nda turist olarak adaya gelerek yaz tatilini Maraş’ta geçirmeye çalışan Hollandalı emektar gazeteci Richard Keijzer, hatıralarını paylaştı...

Darbenin yarım bıraktığı Maraş tatili... (3)

1974 yılının 13 Temmuzu’nda adamıza turist olarak gelerek yaz tatilini Maraş’ta geçirmeye çalışan Hollandalı emektar gazeteci Richard Keijzer, hatıralarını paylaştı...

Maraş’a ilişkin bir sosyal medya sayfasında hatıralarını paylaşan Richard Keijzer’den izin alarak yazdıklarını özetle derleyip Türkçeleştirdik. Richard Keijzer, o günlerde çektiği fotoğrafları da paylaştı. Biz de bunları okurlarımızla paylaşmak istiyoruz...

sayfa-12-bay-richardin-lefkosa-uluslararasi-havaalaninda-yolcularin-durumunu-gosteren-19-temmuz-1974te-cekmis-oldugu-fotograf.jpg

Bay Richard'ın Lefkoşa Uluslararası Havaalanı'nda yolcuların durumunu gösteren 19 Temmuz 1974'te çekmiş olduğu fotoğraf...

Richard Keijzer’in 1974 Temmuzu’na ilişkin hatıralarının devamı şöyle:

19 Temmuz 1974’tü hala...

Adadan ayrılabileceğimiz günle ilgili bir başka öykü... Otobüs yolculuğundan sonra uçakalanına gelmiştik, ne yapacağımızı bilmiyorduk, yalnızca bekleyebilirdik. Biz de binaları dolaşmaya karar verdik, savaşın bunları nasıl etkilediğini araştırıyorduk. Tümünde 11 tane kurşun deliği vardı. Bazı büyük pencereler yepyeniydi, bazılarının camları yerinde yoktu...

Bu sonuncu nokta aslında tatsız birşeydi çünkü uçaklar motorlarını denerken, sıcak eksoz dumanları doğrudan doğruya havaalanının içine giriyordu. Hava sıcaklığının zaten 35 derece santigrat olduğunu düşünürseniz, bu sıcak eksoz dumanıyla durumun nasıl olduğunu tahmin edebilirsiniz...

Birkaç saat geçti aradan doğru biletleri biz alıncaya ve pasaportlarımız doğru biçimde damgalanıncaya kadar... Bizi götürecek olan uçak geç kalmıştı, bu yüzden uçağa biniş ikindinin ilerleyen saatlerine kadar ertelenmişti. İkindi vakti saat 5.00’te herkes uçağa binmişti ve saat 5.15’te havadaydık.

Kabin görevlileri çok dostça davranıyorlardı bize, neler geçirmiş olduğumuzu biliyorlardı... Sonra da yiyecek servisi yaptılar. Bunlar uçak yemekleriydi, patates püresi, sosis ve Brüksel lahanasından oluşuyordu. Size bir sır vereyim: Brüksel lahanasından gerçekten nefret ederim ancak o anda nefret etmiyordum...

Sonrasında Mağusa (Maraş)...

1974’te biz Kıbrıs’tan tahliye edildikten sonra ne olmuştu? Öncelikle Mayorka’da (Mallorca) tatilimizin geriye kalanını geçirerek onca zaman birikmiş olan gerginliği atmaya çalıştık.

Sonra eve döndüğümüzde, yerel bir gazete deneyimlerimiz hakkında bizimle röportaj yaptı.

Sorulardan biri ise şöyleydi: Oraya geri dönecek misiniz?

Bu soruya “Evet” dedik, ama derhal değil... Belki beş yıl sonra ancak bu zaman 50 yıl da olabilirdi... O zamanlar gençtik ve zaman duygumuz yoktu. Şimdi, 48 sene sonra 50 yıl sonra yanıtımızın herhalde daha doğru bir yanıt olduğunu söyleyebilirim.

Ve sonra tüm deneyimimizi sindirdik, bu konuda pek fazla düşünmedik de. Ta ki Kasım 1974’te Bellview Apart Otel’de kalan bazı kızlarla buluşuncaya kadar. Bula bula Paris’te hem de... Pek vaktimiz yoktu, bazı seyahat öykülerimizi anlattık birbirimize... Meğer onları da Britanyalı bir asker ekibi tahliye etmiş. Otobüsle onları bir sahile götürmüşler, burada iki gece kalmışlar, çevrelerinde el bombaları patlıyormuş...

Sonra bir sessizlik dönemi daha geldi, ta ki Akdeniz’deki hayalet şehirle ilgili televizyon bir belgesel gösterinceye kadar... Düşük resim kalitesiyle uzaktan çekilmiş Maraş’ın filmiydi bu... Bu da 1985 yılı civarındaydı ve o gece ilerleyen saatlerde, birkaç bira içerek tüm bu tarihçeyi tekrar tartıştık. Ve tekrar bir yana bıraktık bunu...

Ta ki 2016 yılına kadar... O tarihte daha fazla bilgi edinmek için güçlü bir dürtü vardı içimde...

Seyahat acentesini denedim fakat seyahat acentesinin sahibi ölmüştü ve oğlu da arşiv falan tutmamıştı... Sonra da Dışişleri Bakanlığı’nı aradım (bizi Kıbrıs’ta araması için bir temsilci gönderen bakanlık). Hayır, onlarda da belgeler yoktu fakat Lahey’deki Milli Arşiv’de şansımı deneyebilirdim. Bu doğru yerdi... Burada bir kısmı yarı yarıya kamuya açık olan bazı dosyalara bakmama izin verildi. Bunun anlamı ise büyük bir masada yalnız başınıza oturuyordunuz, insanlar sizi gözetliyordu, siz de bu belgeleri inceliyordunuz. Not alabilirdim fakat kesinlikle RESİM ÇEKEMEZDİM. Kameramı alıp bir tür kasaya kilitlemişlerdi. Tabii notlar aldım, bu konuya tekrar döneceğim...

Ve sonra da internette çok büyük bir araştırmaya giriştim, bize eşlik eden kadınları arıyordum, umuyordum ki internettedirler, kendi soyadlarıyla. En azından biri böyleydi ve sorularıma elektronik posta aracılığıyla yanıt verdi. Buna da terkar geri döneceğim... Şanslıydım ki resim artık gerçek bir şekle girmeye başlıyordu...

(Devam edecek)

(Richard Keijzer’in notlarını derleyip özetle Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).

Bu yazı toplam 1430 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar