1. YAZARLAR

  2. Niyazi Kızılyürek

  3. Antisemitizm, Siyonizm ve İsrail Devleti
Niyazi Kızılyürek

Niyazi Kızılyürek

Antisemitizm, Siyonizm ve İsrail Devleti

A+A-

Antisemitizm

Antisemitizm, yani Yahudi düşmanlığı, insanlık tarihinin en eski, en yakıcı ve en yıkıcı akımlarından biridir. İsa’yı öldürmekle suçlanan Yahudiler asırlar boyunca Hristiyan aleminin her yerinde baskı ve aşağılanmayla karşılaştılar. Pogramlar, hakaretler, toplu cinayetler ve yerinden edilmeler Yahudilerin adeta kaderi oldu.

Modern zamanların antisemitizmi ise insanlık tarihinin en utanç verici sayfalarını dolduran olaylarla doludur. 19. yüzyılın ortalarında Rusya ve Polonya’da yaşanan Yahudi karşıtı pogromlar, sürgünler ve aşağılanmalar, aynı yüzyılın sonunda Fransa’da “Dreyfus Olayı” olarak bilinen ve Yahudi asıllı bir Fransız subayını haksız yere yargılanmasına kadar varan onulmaz Yahudi karşıtlığı, antisemitizm tarihinin en karanlık sayfalarındandır.

Ve tabii Hitler Almanya’sının “ince mühendislikle” tarihin en korkunç soykırımına imza atması ve tam altı milyon Yahudi’yi korkunç şekilde yok etmesi...

Yahudi karşıtları bu nefret karnavalını haklı göstermek için her zaman bahaneler üretmişlerdir. Kimi İsa’nın ölümünden Yahudilerin sorumlu olduğunu söyledi, kimi Yahudilerin “tuhaf biçimde” farklı olduklarını ve asimile olmadıklarını, kimileri tam tersine, asimile olup milli kültürleri bozduklarını, kimileri de ülkelerin ekonomilerini içerden ele geçirdikleri gibi bir dizi komplocu argümanlar ileri sürdüler.

Oysa gerçek şudur ki, bütün ırkçılıklarda olduğu gibi, Yahudi düşmanlığı da zihinlerde kurgulanır ve somut gerçeklerle hiçbir ilgisi yoktur. Antisemitizm seçilmiş bir tavırdır, bir tür ideolojik tercihtir. Bu bağlamda kullanılan “tarihsel” argümanların tarihle bir ilgisi yoktur. Başka türlü söylersek, tarihsel olaylar değil, Sartre’ın dediği gibi, “tarihi belirleyen Yahudilere dair üretilen fikirlerdir”. Bu fikirler somut tarihsel olaylardan kaynaklanmıyor!

Farklı Siyonizmler Vardır Ama...

Siyonizm, yani Filistin topraklarında Yahudi devleti kurma fikri, böyle bir tarihsel arka plandan kaynaklandı. Bu fikrin babası sayılan Theodor Herzl ve daha birçok Yahudi aydın önceleri kurtuluşu Yahudilerin yaşadığı toplumların kurtuluşunda arıyorlardı. Yahudiler bir “parya-halk” olmaktan kurtulacak ve içinde yaşadıkları toplumlarla birlikte mücadele edip hep beraber kurtulacaklardı. Özellikle Fransa’nın önemli entelektüellerden Bernard Lazere bu fikrin öncelerindendi.

Fakat, Dreyfus Olayı, “birlikte kurtuluşun” mümkün olmadığı, ne yaparlarsa yapsınlar Yahudilerin sistematik olarak dışlanıp horlanacakları kanısını güçlendirdi ve tek çarenin bir Yahudi devleti kurmak olduğu fikrinin yaygın olarak benimsenmesine yol açtı. Nitekim, Theodor Herzl “Yahudi Devleti” adlı kitabını 1896 yılında Dreyfus Olayının en hararetli günlerinde kaleme aldı. Daha önceleri kafasında böyle bir fikir yoktu.

Herzl, Filistin’de Yahudi devleti kurulmasını Avrupa kolonyalizmini örnek alarak tahayyül etmişti. Kolonyalist Avrupalıların yaptığı gibi, onlar da Filistin topraklarını yavaş yavaş ele geçirecek, yerli nüfusu sınırların dışına çıkaracak ve Yahudiler o topraklarda kök salacaktı.

Özellikle Batı Avrupa’da yaşayan Yahudi entelektüeller genellikle ‘Kuruluş Siyonizm’inin’ Yahudilerin “ulusal bir yuvaya kavuşup komşularıyla barış içinde yaşayacağı demokratik bir devletin ulusal bağımsızlık ideolojisi olduğunu” ileri sürüyorlardı. Tevrat’ta vaat edilen kutsal topraklardan hareket etmiyorlardı. Seküler bir duruşları vardı. Bu açıdan bakıldığında, farklı Siyonizmlerden söz edebiliriz. Fakat şu da bir gerçektir ki, hepsinin ortak noktası, Filistinlileri yerlerinden edip yurtsuzlaştırmaktı.

İsrail devletinin bugün uyguladığı Siyonizm ise ‘Kuruluş Siyonizm’inin’ daha dinsel ve teolojik bir versiyonudur.

Osmanlı Devleti ile Yahudi Devleti Pazarlığı

Theodor Herzl ve kendisinin kurduğu Dünya Siyonist Örgütü Filistin devleti fikrini bir ara II. Abdülhamit ile görüşmeyi planlamışlardı. Viyana’daki Herzl arşivinde bulunan bir belge, Herzl’in bu konuda ciddi bir hazırlık yaptığına işaret ediyor. Abdülhamit’in sarayıyla bağlantıları olan Yahudi asıllı ünlü Macar oryantalist Arminius Vambery’nin aracılığıyla bazı müzakerelerin yapıldığı anlaşılıyor.

Theodor Herz’in kafasında, Batılı kolonyalistlerin nüfuz bölgelerinde kurdukları şirketler yoluyla (Doğu Hindistan Şirketi gibi) ele geçirdikleri topraklarda kökleşmelerine benzer bir model vardı. Yahudi Osmanlı Toprak Şirketi (YOTŞ) kurulmasını ve Filistin ile Suriye topraklarının “ayrıcalıklı topraklar” olarak bu şirkete devredilmesini öneriyordu. Hazırlanan anlaşma taslağının üçüncü maddesinde YOTŞ’ye yerli Filistin halkının başka bölgelere taşınması konusunda sınırsız özgürlük veriliyordu. Yerinden edilen Filistinlilere maddi yardım yapılması da öngörülüyordu. Theodor Herz bunun karşılığında Osmanlı İmparatorluğu’nun Batılılara olan borçlarının karşılanmasından söz ediyordu. Bu proje, çeşitli nedenlerle hayata geçirilmedi.

Günümüzün İsrail Devleti

Siyonizm’in en seküler versiyonu bile Filistin halkını yerinden edilmesini öngördüğüne yukarıda değindik. Fakat, günümüzün İsrail devleti Siyonizm’in en gerici versiyonunu uyguluyor. Özellikle Likud partisinin 2009 seçimlerinden sonra iyice radikalleşerek aşırı sağ politikalara yönelmesi, Tevrat’ta geçen “Büyük İsrail’in” kurulmasına inanan aşırı sağcı örgütlerin giderek güçlenmesi ve kendini Mesih gibi gören politikacıların çoğalması sadece Filistin halkına yaşam alanı bırakmamak için korkunç bir saldırganlığa yol açmadı. Aynı zamanda, İsrail devletinin olduğu kadarıyla demokratik kurumlarını da ortadan kaldırmaya zemin hazırladı.

Bugün İsrail bir demokrasi değil, teolojik bir devlettir. Kendini bir “Yahudi Devleti” olarak tanımladığı gibi, Yahudi olmayan yurttaşlara karşı korkunç bir ayırımcılık uyguluyor. 2018 yılında geçirilen vatandaşlık yasası, İsrail’i “Yahudi halkının ulus-devleti” olarak tanımlıyor ve İsrail’de self determinasyon hakkının sadece Yahudilere ait olduğunu vurguluyor. İsrail devleti çatısı altında yaşayan Araplara eşit yurttaşlık hakkı tanımıyor. 

İçerideki bu gerici yeniden yapılanma ile, Filistinlilere karşı uygulanan saldırganlık at başı gidiyor. Yıllardan beri yerinden yurdundan edilmiş, işgal altında yaşayan Filistin halkının şimdilerde bölgedeki varlığına bütünüyle son verilmek isteniyor. İki-devletli çözüm perspektifini havaya uçurmak için her yola başvuruluyor.

Düne kadar Filistin topraklarında her gün biraz daha fazla koloni kurarak adı konmadan uygulanan “ilhak süreci” artık dünya kamuoyuna açıkça bildirilen topyekûn bir saldırganlığa dönüşmüş bulunuyor. İsrail hükümeti sivilleri, çocukları katlediyor. Uluslararası Hukuk’u ve Uluslararası İnsancıl Hukuk’unu yok sayarak orantısız şiddet kullanıyor, kolektif cezalandırmaya baş vuruyor. Şimdi de Gazze’yi Filistinlilerden bütünüyle arındırmak için düğmeye basmış bulunuyor.

“Empati Duygusunu Kaybetmiş bir Medeniyet Barbarlığa Saplanmış Demektir”

Bütün bunlar yaşanırken özellikle Batılı devletlerin çoğunun takındığı tavır kabul edilmezdir. Amerika Birleşik Devletleri yaşananlardan birinci derecede sorumludur. Fakat, Avrupa Birliği yetkililerinin tavrı da kabul edilmezdir.

Son zamanlarda Batılı ülkelerde sivil toplumun harekete geçmesiyle İsrail’e karşı eleştirel sesler yükselse de önleyici önlemler alınması konusunda somut adımlar atılmıyor. AB üyesi devletlerin çoğu Filistinli kurbanlara karşı diğerkamlık ifade eden iki kelime söyleyemiyor.  Batı medyası, genel olarak “seçici empati” sergiliyor.

Oysa, İsrail’in etnik temizlik politikası ve soykırım uygulamasına karşı özellikle Batılı ülkelerin karşı çıkması gerekiyor. Çünkü, Batı’nın iki büyük sorumluluğu vardır: a) Filistin-Yahudi çatışmasını başlatan Batı’nın genel anlamda emperyalist tutumu ve somut olarak da böl-yönet politikaları olmuştur, b) Yahudi halkının ruhunda büyük travmalar yaratan ve Siyonizm’in doğup güçlenmesine yol açan antisemitizm ağırlıkla Batı dünyasının eseridir. Antisemitizmin kurbanlarından biri olduğu halde Filistinlilerin haklarını gözetmekten vaz geçmeyen Hannah Arendt’in sözlerini başta Batılılar olmak üzere, herkes kulağına küpe yapmalıdır: “Empati duygusunu kaybetmiş bir medeniyet barbarlığa saplanmış demektir.”

Bu yazı toplam 2766 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar