1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Malyalı Kıbrıslıtürkler’den para almayan Aristodithimos...”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Malyalı Kıbrıslıtürkler’den para almayan Aristodithimos...”

A+A-

KIBRIS’TAN HATIRALAR...

“Tales of Cyprus” sayfasını yaratan, Avustralya’dan değerli arkadaşımız, akademisyen-grafiker-araştırmacı yazar Konstantinos Emmanuelle, Malyalı Kıbrıslıtürkler’le çok iyi ilişkileri olan Aristodithimos’un öyküsünü kaleme aldı ve bir de resmini paylaştı... Okurlarımız için özetle bu gerçek yaşam öyküsünü derleyip Türkçeleştirmeye çalıştık... Konstantinos Emmanuelle, Malyalı Kıbrıslıtürkler’den para almayan Aristodithimos’un öyküsünü şöyle anlatıyor:

***  Bugün Leymosun’da 1920’li yıllarda çekilmiş güzel bir stüdyo fotoğrafı paylaşmak istiyorum... Bu fotoğraftaki genç çiftin isimleri Aristodithimos ile Hristalla Gavrialidis idi... 1916 yılında Malya köyünde evlenmişlerdi...

***  Hristalla evlendikleri zaman 16 yaşındaydı, Aristodithimos ise 21 yaşındaydı... O günlerde pek çok Kıbrıslı gibi Aristodithimos çiftçilikle uğraşıyordu, şarap bağları vardı, meyva bahçeleri vardı ve aynı zamanda küçükbaş hayvanları da vardı...

***  O günlerde Malya karma bir köydü... Köyde 200 kadar Kıbrıslırum ile bin kadar Kıbrıslıtürk yaşıyordu... Aristodithimos’un köydeki Kıbrıslıtürkler’le çok yakın ilişkileri vardı... Köyde ne zaman bir Kıbrıslıtürk düğünü olacak olsa, gelin ve güveyinin anneleriyle babaları Aristodithimos’a şarap almaya gidiyorlardı... Aristodithimos ile Kıbrıslıtürk komşuları arasında büyük bir sevgi ve saygı olduğu için, o hiçbir zaman Kıbrıslıtürk tanıdıklarından para almıyordu...

***  1940 yılında Hristalla aniden çok keskin bir karın ağrısı hissetmeye başlamıştı. Leymosun’daki hastaneye götürülmüş ancak ameliyat masasında vefat etmişti... Kimse onun nesi olduğunu, neden öldüğünü bilmiyordu... Büyük olasılıkla apandisiti patladığı için vefat etmişti...

***  Anlaşılacağı gibi Aristodithmos sevgili eşinin ölümünden sonra kalbi kırık biçimde, bir daha evlenmeyeceğini duyurmuştu... Nedenini sorduklarında gözlerini gökyüzüne çeviriyordu ve “Nasıl yeniden evlenebilirim ki? Hristalla'yla ’ir gün yeniden buluştuğumuzda ona ne derim ben?” diyordu.

***  Fotoğraftaki yaşlıca beyefendi, Hristalla’nın babası Andreas Nikolaidis’tir. O çok iyi eğitim görmüş bir insandı ve Vasa Kilaniu köyündendi, buranın öğretmeni olmuştu sonuçta... Andreas efendi Hristalla’nın annesi olan Areta ile evlenmişti... Ne yazık ki Areta Hanım, çocuk dünyaya getirirken doğumda vefat etmişti... O günlerde pek çok kadın doğum esnasında vefat ediyordu... Doğum esnasında eğer bir komplikasyon çıkmışsa veya iltihaplanma olmuşsa, tıbbi yardım almak neredeyse imkansızdı o günlerde... Doğru düzgün yolların ve ulaşımın olmayışı da tıbbi yardımın kadınlara ulaşımını engelliyordu... Fotoğraftaki genç adam ise Hristalla’nın erkek kardeşi Omiros’tur fakat onun hakkında da pek bir bilgi yoktur... Bu fotoğraf, Yorgos (George) Gabriel’in aile albümünden alınmıştır... Fotoğrafta Aristodithmos, vefat eden eşi Hristalla, Hristalla’nın babası Andreas efendi ve Hristalla’nın kardeşi Omiros görülüyor...

s1-349.jpg


 

DÜNYADA GEÇMİŞLE YÜZLEŞME KONUSUNDA NELER YAPILMALI?

“Holokost’u yaratan hataları tekrarlamak kaderimiz mi?”

Stanislaw Aronson

Almanya Şansölyesi Angela Merkel bu yaz şöyle dedi: “Savaştan sağ çıkabilen nesil aramızdan ayrıldığında, biz de tarihten ders çıkarıp çıkaramadığımızı o zaman anlayacağız.” 1925’te doğmuş, Varşova gettosundan sağ çıkabilmiş, ailesini Holokost’ta kaybetmiş, Polonya yeraltı teşkilatı Anayurt Ordusu’nun özel harekât birliğinde hizmet vermiş ve 1944 Varşova ayaklanmasında çarpışmış bir Polonya Yahudisi olarak, Avrupa tarihi içinde topun ağzında olmanın ne demek olduğunu biliyorum – ve doğru dersleri çıkartma muharebesinin kaybedilme tehlikesiyle yüzyüze olduğumuzdan korkuyorum.

Şimdi 93 yaşında, Tel Aviv’de yaşamakta olan biriyim ve anavatanım Polonya’da “somun pehlivanı” yurtseverlerin, kuşağımın anılarını nasıl ustaca manipüle etme peşinde olduklarını gözlemekteyim. Bu kişiler “ulusal onur”u yücelttiklerini ya da günümüz gençlerine “gurur” aşılamakta olduklarını sanıyor olabilirler, ama aslında gelecek kuşakları karanlıklar içinde, savaşın karmaşıklığından bihaber ve bizlerin öylesine büyük bir bedel ödediği hataları tekrarlamaya mahkûm olarak yetiştirme tehlikesine sürüklüyorlar.

Ne var ki, bu sadece Polonyalılığa özgü bir olgu değil: Avrupa’nın birçok yerinde meydana gelmekte ve bizim deneyimlerimiz bütün kıta için çıkarılacak dersler içermekte.

“NE BİRER KAHRAMANDIK, NE DE BİR CANAVAR...”

Yaşadıklarımdan öğrendiğim kadarıyla, ilk olarak, geleceğin Avrupa kuşaklarına, benim kuşağımı gerçekte olduğu şekilde hatırlamalarını öğütlemek isterim. Hepimiz, bugünün gençleri ile aynı kusur ve zaafları barındırmaktaydık: Çoğumuz ne birer kahramandık, ne de bir canavar.

Elbette, olağanüstü işler yapan birçok kişi vardı, ama çoğu zaman aşırı şartlar onları bunu yapmaya zorluyordu; üstelik, o zaman dahi gerçek kahramanlar çok az sayıda ve pek nadirdi: Kendimi o kahramanlar arasında saymıyorum.

Aynı şey, ahlaki yükümlülüklerini yerine getirmeyenler için de geçerli. Elbette, bağışlanamaz suçlar işleyen birçok insan vardı. Ama biz dehşet ve korku içinde yaşayan bir kuşaktık ve korku insanları feci şeyler yapmaya zorlar.

“KAHRAMAN ULUS DİYE BİR ŞEY YOKTUR...”

İkinci söyleyeceğim şey şu: “kahramanlar nesli” diye bir şey olmadığı gibi,  “kahraman ulus” diye bir şey de yoktur – doğrusunu isterseniz, fıtrat bakımından kötücül ve habis bir ulus da yoktur. Şunu itiraf etmeliyim ki hayatımın büyük bir bölümünde, Polonyalıların savaş zamanındaki sicillerinden gurur duymalarının, bu sicille iftihar etmelerinin onlar için önemli  olduğu düşüncesindeydim – bu düşünce beni, Varşova’da Nazi işgali altında Anayurt Ordusu saflarındaki deneyimlerimi aktarırken, Polonyalı yoldaşlarımın kayıtsızlıklarına ya da yardımdan kaçınmalarına ilişkin bazı davranış örneklerini es geçmeye sevk etti. Yalnızca şu son yıllarda, gururun kendini üstün görmeye, kendini üstün görmenin kendine acımaya ve saldırganlığa dönüştüğünü gözlemledikçe, tanık olduğum zaaf örnekleri konusunda açık sözlü olmamanın ne kadar yanlış olduğunu fark ettim.

Gerçek şu ki, bir Polonyalı ve bir Yahudi, bir asker ve bir mülteci olarak, ben Polonyalıların elinde birbirinden çok farklı bir dizi davranışla karşılaştım: Beni evinde barındırma riskini göze alanlar da oldu, içinde bulunduğum savunmasız durumdan yararlanmaya kalkanlar da.

“HAYATIMI KURTARAN BİR ALMAN KADIN OLDU...”

Ve, dünyamı yerle bir eden Nazi Almanyası idi ama, hayatımı kurtaran da bir Alman kadın oldu – beni Polonya yeraltı hareketine kabul edecek olan erkeklerle tanıştıran bir Alman kadın. Hiçbir ulus erdemin tekeline sahip değildir – aralarında pek çok İsrail vatandaşı yurttaşımın da bulunduğu sayısız insan bu gerçeği kabullenmekte hayli zorlanıyor.

Üçüncüsü, yalanların yıkım gücünü asla küçümsemeyin. 1939’da savaş patladığında ailem doğuya kaçtı ve birkaç yıllığına Sovyet işgali altındaki Lwow (şimdi batı Ukrayna’daki Lviv) şehrine yerleşti. Şehir mültecilerle doluydu; ortalık Sibirya ve Kazakistan’daki gulaglara (esir kamplarına) kitleler halinde sürgünler yapılacağı dedikodularından geçilmiyordu. Ortalığı sakinleştirmek için bir Sovyet resmi görevlisi çıktı, bir konuşma yaptı ve dedikoduların külliyen yalan olduğunu – şimdi olsa buna “yalan haber/fake news” derdik – ve bunları yayanların tutuklanacağını söyledi. Bu nutuktan iki gün sonra gulaglara kitle sürgünleri başladı.

Bütün o insanlar ve benim ailem de dahil milyonlarca başkası, yalanlarla öldürüldü. Ve şimdi de yalanlar, sadece o dönemin hatırasını tehdit etmekle kalmıyor, o zamandan beri elde edilmiş tüm kazanımları da tehlikeye atıyor. Günümüz kuşağı kendisine hiç uyarıda bulunulmadığını iddia edebilme lüksüne sahip değil.

“YALANLARIN İŞİNİZE YARAMADIĞINI ANLAYACAKSINIZ...”

Son söyleyeceğim de şu: Siz siz olun ve dünyanızın, bizim dünyamız gibi çökmesinin imkansız olduğunu bir an olsun düşünmeyin. Bir bakmışsınız, doğup büyüdüğüm şehir olan Lodz’da huzur içinde memnun mutlu bir ergen hayatı sürerken bir bakmışsınız ailecek yollarda kaçıyoruz. Beş yıl sonra bomboş evime döndüğümde Holokost’tan sağ çıkabilmiş, Yurtsever Ordusu gazisi, Stalin’in gizli polisi NKVD’nin korku ve dehşet içinde yaşayan biriydim. Sonunda kendimi o zamanlar Britanya himayesi statüsünde olan Filistin’de, Yahudi anavatanı için kurtuluş savaşı veren biri olarak buldum.

Felaket kapıya dayandığında, bir zamanlar baş tacı edip el üstünde tuttuğunuz bütün o yalanların hiçbir işinize yaramadığını anlayacaksınız. Ahlakın tamamen çöktüğü bir toplumda yaşamanın nasıl birşey olduğunu göreceksiniz o zaman. Ve her şey olup bittiğinde, tanıklar bu dünyadan geçip gittiğinde, yavaşça bakacak ve fakat kesinlikle göreceksiniz ki, bu en ağır dersler unutulmuş, onların yerini yeni efsaneler alıvermiş.

(Stanislaw Aronson, Nazi işgali altında Polonya direniş hareketi içinde yer almıştır. Bu makaleyi kaleme aldığı zaman kendisi İsrail’de yaşamaktaydı.)

Makalenin İngilizce aslı için TIKLAYINIZ

s2-310.jpg

 (AÇIK RADYO – Türkçe’ye çeviren: Ömer Madra - 20.9.2018)

Bu yazı toplam 1867 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar