1. YAZARLAR

  2. Tayfun Çağra

  3. Dağıtılan medeniyet
Tayfun Çağra

Tayfun Çağra

Dağıtılan medeniyet

A+A-


Birileri “elektrik de gelecek” dedi Türkiye’den… “E tamam bakalım, hangi şartlarda gelecek, kaça gelecek, kim yönetecek, söyleyin bilelim” dedi diğeri… Cevap bekliyordu o soran kişi(ler) ama o da ne! bugün anlaşma imzalanıyormuş İstanbul’da…

Hatırlayacaksınız su konusunda da aynı şekilde başlamıştı hikâye… “Su gönderin” demişti biri ve başlamıştı çalışmalar… Ama nasıl gelecek, hangi şartlarla gelecek, kaça gelecek, kim yönetecek, kararı kimler alacak! Hiçbir şey belli değildi. Su geldi, ondan sonra tartışmalar başladı. “Suyu isterdik istemezdik” kavgaları, “bu kadara verilirse almayız, biz karar veririz” gibi sürerken tartışmalar, sonunda belediyeler başladı su alma anlaşmasını imzalamaya… Bazıları imzalamıştı, bazıları imzalamamıştı. Sonuncu olarak Gönyeli Belediyesi de imzalayınca imzalamayan belediye kalmadı. Herkes tüketiciden alacağı paraya kendisi karar verdi ama suyun idaresiymiş, kim karar alacakmış, kimler çalışacakmış, kim yönetecekmiş hepsi unutuldu, kimlerin yönettiği, vanayı kimin açıp kapadığı da zaman içinde görüldü.

Şimdi sıra elektrikte… Çalışmalar yapılacak, kablolar çekilecek, paralar verilecek, elektrik bir gün gelecek ama o zaman biz yine başlayacağız tartışmaya; Kim yönetecek, kaça gelecek, nasıl olacak, nasıl dağılacak? Başta hiçbir tartışma yokken, herhangi bir soruya cevap yokken (çünkü verilecek cevap yokken), tavla-teslim giderken sıra elektriği ‘on’ yapmaya gelince kafamız dank edecek. Durun bakalım nasıl olacak bu!
Çok geç, suda olduğu gibi…

Aslında işimize de geliyor.

Başında hiçbir şeye karışmıyoruz, ne plan ne proje, ne para… Birileri planlıyor, karar veriyor, parayı da ödüyor sonunda da her şey onun oluyor tabii… Yürütmeyi kime vereceğini, ne ödeneceğini, nasıl gideceğini elbette ki başından beri projeyi yürüten karar verecek. Sonradan ortaya çıkanların ne hakkı olabilir ki! Ben de olsam her şey olup bittikten sonra, sesini hiç çıkarmayanların iş bittikten sonra sesini çıkarmaya çalışmalarına izin vermem. Hiçbir hakları olmaz çünkü…

Üzgünüm ama böyle.

Hem ne gerek var ki ses çıkarmaya… Hak aramaya, hukuk sormaya…

Bu satırları yazarken karşı apartmandan Osmanlıdan marşlar, mehter marşları dinliyorum zaten… Açılmış sonuna kadar, “biz buradayız” diyorlar açıkça… İstersen ses çıkar, bir şey söyle… Gönderirim orduyu üzerine ha!!! Suyum da gelecek, elektriğim de, adamım da, yöneticim de, valim de… Vereceksin vatandaşlığı, alacaksın koordinasyonumu, olacaksın benim gibi, açacaksın ellerini, yalvaracaksın… Müslümansın sen, her şey Allah’tan diyecek, bekleyeceksin. Verirse verir, inerse iner. Sesini çıkarma, kulağını açma, ağzını oynatma…

Hak, hukuk diye de saçmalama.

Ben verirsem ‘hak’, olur dersem ‘hukuk’.

Ötesi yine bana kalmış.

Benden su, bir de elektrik. Başına bir de vali. Muhtar değil ha! Muhtar desem her hafta Aksaray’a gelmek zorunda kalırdı. Vali deyince arada bir.

İşte sana medeniyet, daha ne!

 

------------------------------------------------------------

Süreç güzel, sonuç güzel…

Cyprus Friendship Programme (CFP) bu yılın finalini yaptı. Program dahilinde Kıbrıs’ın iki tarafından gençler Temmuz ayında Amerika’da ailelerin yanında kalıyorlar, çeşitli etkinliklere katılıyorlar, dostlukları geliştiriyorlar. Öte yandan gençlerin aileleri de aynı şekilde tanışıyorlar ve ilişkileri sürdürüyorlar. Başka bir grup genç de Trodos’ta kamp yapıyorlar, iki toplumun çektiği acıların ortak olduğunu konuşuyorlar. İki toplumun, Kıbrıslının bir aile olduğu gerçeği belleklerde yerleşiyor. İşte böyle bir sürecin sonunda bu yıl için iki toplumdan gençler ve aileleri geçtiğimiz gün Yakın Doğu Üniversitesi’nin AKKM salonunda buluştu. Gençler Amerika’da, kampta yaşadıkları deneyimleri aktardılar, birlikte söylediler, müzik yaptılar. Ve sürecin belgelendiği sertifikalarını aldılar. Program güzel, süreç güzel, gençlerin ve ailelerin her buluşması güzel, ilişkilerin sürdürülebilirliği güzel… Her yıl yeni dostluklar, karşılıklı yeni anlayışlar… Ailenin farkındalığı… Güzel bir sonuç.

-----------------------------------------

DÜŞÜNCE

SİT alanına okul

20 dönüm arazi… SİT ve çevre koruma alanı… Üzerinde tarihi eserler, şapeller, altında mağaralar… Tellenmiş bir alan, girmek de yasak ama hükümet burayı veriyor. Bir üniversiteye… “Kullanın” diyor. Nasıl? Denizcilik Fakültesi kullanacak. Turizm Limanı’nın hemen üzeri… Kullanılacak bir alansaydı neden Liman Dairesi kullanamadı! Neden liman genişletilmedi! Şimdi öğrenciler o alanı niçin kullanacak? Üniversite oraya, SİT alanının üzerine bina yapmayacaksa o alanı nasıl kullanacak? Herkes karşıyken karar resmi gazetede yayınlandı. Şimdi tüm kararlar geri alınır ya! Belki bu da alınır!

---------------------------------------------
 

ANALİZ

Kopmaz bizim bağlarımız!

Su ile bağlanmıştık Anadolu’ya, şimdi de elektrikle bağlanıyoruz bir kere daha… Zaten bağlanmıştık farklı farklı yollarla ama şimdi daha da somuta dönüşüyor bağlanmışlıklar!.. Kablolar, borular derken bir zaman tutup Kıbrıs’ı olduğu yerden başka yere taşıyacak olsak da izin vermeyecek bağlantılar… Ya suyunda boğulacağız borular patlayacağı için ya da çarpacak bizi elektrik teller koptuğunda… Bağlana, bağlana kopmaz olacağız artık anasının kucağına oturmuş yavru gibi!..
------------------------------------------------

“Parayı kazanmadan harcamaya nasıl hakkımız yoksa, mutluluğu da üretmeden tüketmeye hakkımız yoktur.”

Bernard Shaw

Bu yazı toplam 1719 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar