Derya Beyatlı

Derya Beyatlı

Birtanem

A+A-

 

Sana huzur vaat etmiyorum. Aşkta huzur arayan yanılır.
Ben tutkunun, en koyu sevdanın sözcüsüyüm.
Onlar adına konuşuyorum.
Yarını olmayan zamanlarda erimek adına...

Mehmet Coşkundeniz


Heyecanla uyanmıştı yine o sabah küçük kız, bir haftadır pek bir tuhaf başlıyordu güne. Sabahı zor ediyor, günün ilk ışıkları ile uyanıp onun yanına koşmak istiyordu. Pek bir sevdiği sabah uykuları terk etmişti yatağını. Şikayeti yoktu hiç bu durumdan, hatta her sabah uyanıp kalbini yokluyor, o duyguları hep biraz daha güçlenmiş bularak minnet sunuyordu evrene.

Oyun arkadaşını bulmaya çıkıyordu hemen, bazen akşam koyduğu yerde buluyordu onu, bazen ciddiyetle işinin başında. Ne yapsa bırakıp katılıyordu bu sevimli dost küçük kızın oyununa. Ne çok eğleniyorlardı birlikte, ne çok sevmişlerdi birbirlerinin kollarını. Gözlerini kapatıp dilek tutuyordu küçük kız her oyunun sonunda, hiç bitmesin, ne olur hiç bitmesin. Ne olur, ne olur, ne olur…

Kendi gelmişti bu minik kuçu kuçu da küçük kızın diyarına, bundan öncekiler gibi. Çok severdi hayvanları, içten, saf, harbi bulurdu dostluklarını. Bunu daha bir başka sevmişti, her şeyini sevmişti. O yüzden birtanem koydu adını, bir tane olsun, bir tane kalsın diye dünyada.

Hemen sıcak bir yuva hazırlamaya girişmişti yeni arkadaşına, sen canımsın derken taa yüreğinde hissetmişti bu duyguyu. Bir yandan paniğe kapılıyor, sıkılıp gider miyim, onu bana alıştırıp da sonra savunmasız bırakır mıyım diye sorguluyordu. Bir yandan da direnemiyordu bu yeni heyecana.

Farkındaydı, herşeyin farkında. Birden bire boşalan yaz yağmuru misali kapılmıştı bu sevdaya ve ıslanmıştı sırılsıklam. Ne gelirdi arkası bilmiyordu, pek de umursamıyordu doğrusu.

Ödü kopsa da hayal kırıklıkları bulmaktan kapının ardında, açardı o kapısını aşk her çaldığında, taptığı tek tanrı oydu zira; AŞK!

Şanslı yaratılmıştı biliyordu, belki saygıda hiç kusur etmediğinden tanrı çağrıyordu onu sürekli huzuruna. Bazen çok kısaydı tapınması, bazen tanrı tanrılığını yapıyor, durduruyordu tüm saatleri. Her yer pembeye boyanıyordu böyle zamanlarda, toz pembeye. 

Başka tanrılara tapınmayı denemişti elbet, severdi o değişiklikleri. Ama hep geri gelmişti koşa koşa, bu duyguyu başka hiçbir yerde bulamazdı, artık biliyordu, denemiyordu bile. Tanrı'nın huzurunda biraz daha kalabilmekti tüm dileği, kimbilir belki oraya taşınmak. İmkansızı kabul etmezdi O.

Mucizeler vardı, bilirdi…

Özel bir gündü bugün, oyun arkadaşı ona bir hediye vermişti, çok güzel bir hediye. Uzun zamandır hep hayal ettiği kocaman bir hediye. Çok sevmişti hediyesini, verenin özelliğinden miydi kestiremiyordu ama oldukça da özel bulmuştu. Mutluydu bugün, çok mutlu.

Hemen sokağa fırlamış gördüğü herkese ilan etmişti yaşamın güzelliğini. Gidiyorum demişti, Tanrım çağırıyor, yoğum ben bir süre buralarda, uzun bir süre. Kimse aramasın beni, mektup falan da yollamayın. İbadet zamanı şimdi, bozmayın huzurumu.

Yine mi demişlerdi, 'yine mi dellendin sen?'. Duymadı bu tepkileri, işine gelmedi belki, ya da inanmıştı bir kez daha mucizelere, iflah olmaz bir romantikti onun yüreği, ne kadar serseri olsa da.

Bu günün sonuna kadar tadını çıkarmaya kararlıydı, ve bundan böyle her günün. Bir haber geldi akşama doğru, hayatın gerçeklerini yüzüne şaplatmayı seven bir yerlerden. Ne kadar sevinmişti ilk okumaya başladığında canım diye başlayan mesajı.

Sevmedi ama devamını, hiç sevmedi. Ona ölümü hatırlatıyordu, minik dostunun öleceğini, cennetten kovulacağını muştuluyordu bir felaket habercisi kılığında. Daha elmayı görmemişti bile oysa.

Düştü bir anda omuzları, niye diye düşündü, niye daha hayatın başında ölüm düşünülür ki? Ben bilmiyor muyum sanki, her canlının bir gün öldüğünü? Defa defa alınmadı mı elimden sevgiler, sevgililer.

Neden en mutlu olduğum zaman seçiliyor, bana bunu hatırlatmak için? Gerçeğe gözlerimi kapatmak istiyorum ben, rüyamı yaşamak. Kalırım belki orada dönmem hiç geri, her gece ateşler içinde uyanıp dayarım ağzımı musluğa.

Kim bilir, kim bilebilir? Ne şimdi bu acımasızlık?

Hakikaten, neydi bu acımasızlık? Bilmedi, bilemedi. 


15 Mart 2015
Lefkoşa

Bu yazı toplam 2158 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar