1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “O apartmanın zemin katında birçok mermi kovanı vardı...”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“O apartmanın zemin katında birçok mermi kovanı vardı...”

A+A-

OKURLARIMIZ BİLDİKLERİNİ PAYLAŞMAYA DEVAM EDİYOR...

 

Bir okurumuz, geçtiğimiz Cumartesi günü (3 Temmuz 2021) bu sayfalarda yayımlanan FİLELEFTHEROS gazetesinden çevirdiğimiz bir yazıyla ilgili olarak bizimle temasa geçti ve şu bilgileri aktarmak istediğini söyledi:

“Sevgili Sevgül Hanım,

Daha önce de bu konuyu konuşmuştuk, seneler önce ve siz bu konuyu işlemiştiniz, ayrıca Kayıplar Komitesi yetkililerini de seneler önce bilgilendirmiştiniz... Bugün (Cumartesi) okuduğum yazıda apartmanın asansör boşluğuna bazı Kıbrıslırum “kayıplar”ın gömüldüğü belirtiliyor...

Ben o apartman inşaatını dün gibi hala hatırlıyorum... Zemin katında, birinci katta birçok mermi kovanı vardı... Belki de apartmanın asansör boşluğuna bazı “kayıplar” gömüldüğü için oraya hiçbir zaman asansör koyulmadı, en azından benim bildiğim kadarıyla asansör için yapılmakta olan boşluğa, asansör takılmadıydı... Bu arada apartmanın arkasında prefabrik bir ev vardı... Önceleri bu evde ...... isimli bir abimiz kalırdı. Şimdi o prefabrik ev ne oldu bilmem ama o zamanlar derlerdi ki o evde 5 Kıbrıslırum askeri öldürülmüş. Belki de apartman boşluğuna atılanlar onlardı ya da onlar da vardı. Hani inşaatın arka tarafında kum yığını var derler ya, işte o yerdeydi bu prefabrik ev...

Biz 1975 Şubat gibi taşınmıştık Girne’ye. Yani 1975 yazında hatırlarım bu apartmanı. Ayrıca futbol sahasının yanında kuzey doğu köşesindeki ara sokakta ki bir tarafında müstakil bir ev diğer tarafı da cevizleri olan büyük bir bahçe vardı. Işte o sokakta muhtemelen cephane taşıyan askeri bir kamyon bombalanmıştı. Etrafta mermi kovan ve çekirdeklerini toplardık yerlerden. Oradan kurtulan oldu mu, onlara ne oldu bilmem. Belki inşaata sığınanlar olabilir. Bu arada inşaat uzun yıllar o şekilde kalmıştı. Yani hemen tamir edilip askeri aileler oturmamıştı. '80li yıllar olabilir tamiratı bu binanın... Öyle hatırlarım. Tamiri 80'lerin başı. Çünkü neredeyse karkas haldeydi. Bazı katları örülmeye başlamıştı, buraları da mevzi gibi olmuştu askerlere. Çünkü üst katta da mermi kovanları bulmuştuk...”

Bu okurumuza paylaştığı bu bilgiler nedeniyle çok teşekkür ediyoruz...

Konuyla ilgili daha ayrıntılı bilgi sahibi olan okurlarımızı isimli veya isimsiz olarak 0542 853 8436 numaralı telefondan bizi veya 181 ihbar hattından Kayıplar Komitesi’ni aramaya davet ediyoruz...

s2-226.jpg

YAZIDA NELER VARDI?

Geçtiğimiz Cumartesi günü bu sayfalarda yer alan yazımızda neler vardı? FİLELEFTHEROS’tan özetle derleyip çevirdiğimiz Vasos Vasiliu imzalı yazıda şöyle deniliyordu:

“Apartmanın asansör boşluğunda kayıp edilmiş Kıbrıslırumlar...”

FİLELEFTHEROS gazetesinden Vasos Vasiliu, geçmiş yıllarda pek çok kereler kaleme aldığımız ve Kayıplar Komitesi yetkililerini de bilgilendirmiş olduğumuz bir konuyu yeniden gündeme taşıdı ve Girne’de bir apartmanın asansör boşluğunda “kayıp” edilmiş Kıbrıslırumlar’ın öyküsünü yazdı.

1 Temmuz 2021 tarihinde yayımlanan bu yazıyı, okurlarımız için özetle derleyip google translate aracılığıyla Türkçeleştirmeye çalıştık. Vasos Vasiliu, FİLELEFTHEROS’ta yayımlanan yazısında özetle şöyle diyor:

***  “Bazı bilgilere ve tanıklıklara göre, Girne’nin GS Praxandros bölgesinde çatışmalarda ölen ya da tutuklandıktan sonra öldürülen bazı “kayıp” Kıbrıslırumlar, inşaat halindeki bir apartman binasının asansör boşluğuna atılarak oraya “gömülmüşler”...

***  1974’teki Türkı işgali öncesinde bu bölgede üç tane apartman binası inşaat halindeydi ve bunlar inşa edilen tek apartman binalarıydı. Bu apartman binalarının birinde Türk işgalciler ile buraya kısılmış olan milli muhafızdaki askerler arasında çarpışmalar olmuştu... İfadelere göre, apartman binasının dibinde, bir asansörün konulacağı bir boşluk vardı, bu boşluğa atılmıştı ölüler çünkü halihazırda ölüleri gömebilecekleri bir yer hazırdı ve bu “kolay” bir çözümdü.

***  Bir insanın ölümüyle ilgili herhangi pozitif bir şey söylenebilir mi? Sevindirici olan tek şey, ölenlerin akrabalarının onları arıyor olmasıdır – bu apartmana hiçbir zaman asansör takılmadığı için, asansörün çıkarılması gerekmez, apartman binasının bazı bölümlerinin yıkılması da gerekmez...

***  Bu binada bir kısım sözleşmeli Türk subaylar yaşıyor, bu da “kayıplar”ın bu alanda araştırılıp bulunmasında bir tür “caydırıcı” etken oluyor. Bu apartman yakınlarına açık alanlara da bazı “kayıplar”ın gömülmüş olabileceği bilgileri var.

***  Bu apartman binasındaki çatışmalarda kardeşi öldürülmüş olan Bay Yannakis Triggis, FİLELEFTHEROS gazetesine yaptığı açıklamada, bölgeyi ziyaret ettiğini ve apartman boşluğuna bazı ölülerin gömülmüş olabileceği hakkında bilgilendirilmiş olduğunu anlattı.

***  Bay Triggis’in topladığı bilgilere göre kardeşi apartman binasını terketmeye çalışırken vurulmuş ve ölü olarak merdivenlerde yatmaktaymış... O noktada apartmanda kısılmış olan milli muhafız ordusu askerlerine subayları, çifter çifter bu binayı terketmeleri emrini vermiş... Bay Triggis’in topladığı bilgilere göre, apartman binasının arkasında binanın yapımı için kum yığını bulunmaktaymış ve binayı terkeden askerler de apartmandan bu kum yığınına doğru atlıyorlarmış kaçmak için...

***  Bay Triggis, “O noktaya gittim ve kardeşimin öldürüldüğü yeri görünce ağlamaya başladım, bana öteki taraftan bir kişi bu binayı bulmamda yardımcı oldu... Bana acıdı ve kardeşimin adını istedi. Ona bu ismi verdim... Birkaç gün sonra bana ifadelere bakılırsa, kardeşimin bu apartman binasının içerisinde öldürülmüş olduğunu anlattı” diye konuştu.

***  Bay Triggis’in ilk toparladığı bilgilerde, komando olan kardeşinin Girne Botanik Bahçesi’nde gömülü olduğu ileri sürülmekteydi, bu bölgede 39 “kayıp” Kıbrıslırum’dan geride kalanlar bulunmuştu. Bay Triggis’e verilen bilgilere göre, bazı Kıbrıslırum ölüler veya infaz edilenler kamyonlara yüklenerek buraya getirilmiş ve Botanik Bahçeleri’nden denize doğru giden alana gömülmüşlerdi. Eldeki bilgilere göre Türkler ayrıca Girne’den Ayyorgi’ye giden yol üzerindeki bir kliniğin yakınlarına da bazı ölüleri gömmüşlerdi...”

 


BASINDAN GÜNCEL...

“20. yüzyılın ırkçılık ve ulusçuluk günahları: Yüzleşenler – ikiyüzlüler...”

s1-260.jpg

Alper Görmüş

Kanada bugünlerde kilise bahçelerinde bulunan yüzlerce yerli çocuk cesedinin utancını yaşıyor.

Sahne 28 Mayıs’ta açıldı. Serbestiyet haberi şöyle duyurdu:

“28 Mayıs günü, insan hakları ve demokrasi standartları açısından dünyanın en ileri ülkelerinden Kanada’dan gelen bir haber tüm dünyayı sarstı. British Columbia eyaletindeki Kamloops Yatılı Okulu’nun bahçesinde detektörlerle yapılan aramada 215 çocuğun kalıntıları bulunmuştu. Yaşları üçe kadar inen bu çocuklar asimile edilmek için bu yatılı okullarda toplanmış Kanada’nın yerli halklarının çocuklarıydı.”

Üzerinden bir ay bile geçmeden ikinci haber geldi:

“Kanada’da yerli çocuklarını asimile etmek için 20. yüzyıl boyunca açık kalan yatılı okullardan biri olan Marieval Yatılı Kilise Okulu’nun bahçesinde 751 çocuğa ait ceset kalıntıları bulundu.”

Bu büyük ulusal trajediye dair son gelişme 30 Haziran’da yaşandı:

“Kanadalı yerli çocuklarını ‘medenileştirmek’ için onları ailelerinden kopartıp ‘eğiten’ Katolik yatılı okul bahçelerinden çıkan çocuk cesetlerinin sayısına dün (30 Haziran) 200’e yakın yeni ceset daha eklendi.”

Son haber böyleydi ama devamının geleceği, hatta belki böyle daha onlarca haberin geleceği kesin. Haberlerin içinde kısa bir tur bu kesinlikte konuşmayı mümkün kılıyor (böylece nasıl bir zalimlikle karşı karşıya olduğumuzu da anlayabileceğiz):

“Kanada’da yüz yılı aşkın bir süre görev yapan ve ülkenin çeşitli bölgelerinde faaliyet gösteren bu yatılı okulların 150 bin çocuğa ev sahipliği yaptığı tahmin ediliyor.

“19’uncu yüzyılın sonlarına doğru kurulup varlıklarını 1970’lere kadar sürdüren bu yatılı okulların amacı Kanada’nın yerli halklarının çocuklarını ‘medenileştirmek’ti.

“Kanada’daki yerel halkların çocukları için yatılı okula yolculuk, resmi bir mektupla başlıyordu. Yerlilerin evlerine giden bir rahip onlara, çocuklarını bu okula göndermelerini ‘tavsiye eden’ resmi bir mektup veriyordu. Resmi mektuptaki tavsiyeye uymayan aileler hapis cezasıyla ve devlet yardımını kaybetmekle tehdit ediliyordu.

“Bu okulların yatılı olmasının tek bir sebebi vardı: Çocukların aileleri ve kültürleriyle temasını en aza indirmek. Çocuklar zorla ailelerinden alınıyor ve alındıkları evden, olabildiği kadar uzak bölgelerdeki bir okula götürülüyordu. Pek çok çocuk bu okullardan mezun olduktan sonra ailelerinin izini kaybediyordu.”

“Bir yüzyıl boyunca bu okullarda 3200 ile 6000 arası çocuğun öldüğü tahmin ediliyor.

“Ülke genelindeki 139 okulda yüzeyden yere nüfuz eden radar taramalarıyla başlatılan aramalarda yeni mezarlar keşfediliyor.”

Özür (2008) ve yüzleşme raporu (2015)

Aslında Kanada, pek çok devletin yaptığı gibi kendi tarihinin bu utanç verici dönemini inkâr edebilir, “kilise bahçelerindeki sözde yerli çocuk mezarları” konusunda özür gerektiren bir şey olmadığını durmaksızın dile getirebilirdi.

Fakat Kanada 2008’de bu tutumundan vazgeçti. 12 Haziran 2008’de Kanada Parlamentosu’nda düzenlenen, yerli temsilcilerin de katıldığı dramatik bir törende Kanada tarihinin bu utanç verici sahnesi için özür diledi. Öncesi de var: Kanada hükümeti bu politikanın hayatta olan kurbanlarına tazminat ödemeyi daha önce kabul etmiş ve bir de devlet ve kilise arşivlerinde araştırma yapma yetkisi ile donatılmış “Gerçek ve Uzlaşma Komisyonu” oluşturulmuştu.

Başkanı yerli hakim Murray Sinclair olan o komisyon, yedi yıllık bir çalışmanın ardından, 2015’te raporunu tamamladı ve açıkladı. O günlerde yayında olan Al Jazeera Turk, haberi şöyle duyurdu:

“Komisyon başkanı hakim Murray Sinclair, başkent Ottawa’da düzenlediği, yatılı okullarda kalmış ve bugün hayatta olan yerlilerin de katıldığı basın toplantısında, 1840-1996 yılları arasında faaliyette olan bu okullarda 5 bin 995 çocuğun hayatını kaybettiğini açıkladı. Sinclair, ‘Trajediyi anlatacak kelime yok. Yaşananlar için sadece özür dilemek yetmez. Eğitilecek diye anne-babalarının kollarından zorla alınan çocuklar, oyun bahçeleri yerine isimsiz mezarlara konuldular. Birçoğunun neden öldükleri, ölenlerin çoğununsa isimleri bile bilinmiyor’ dedi.”

Habere göre, raporda, federal devletin 1883 yılında “yerlileri çocukken yok edin” prensibinin uygulama merkezleri haline geldiği savunulmuş, okullara kaydedilen çocukların yüzde 24’ünün kısa süre sonra öldükleri belirtilmişti.

Kilise bahçelerinden fışkıran cesetler geç de olsa yüzleşmeye karar vermenin ürünü

İşte Kanada kiliselerinin bahçelerindeki yerli çocuk cesetlerinin bulunması, Kanada’nın geç de olsa tarihinin bu karanlık dönemiyle yüzleşmeye karar vermesinin ürünü…

Peki burada, bizim ülkemizde ne oldu? Kendine dönüp bakma, kendiyle yüzleşme erdemine sahip olmayanlar burada da öncekilerde olduğu gibi Batı’nın geçmişteki günahlarını iştahla görürken, bugünkü yüzleşme çabalarına gözlerini kapadılar.

‘Soykırım’ kelimesini şöyle serazad, ‘sözde’siz kullanma şansını geri çevirmeyenler mi istersiniz (“Kanada’da kilise okulları soykırım merkezi olmuş”); “Bir de utanmadan bizi soykırımla suçlarlar” diyenler mi istersiniz; Batı basınındaki çarşaf çarşaf haberleri görmezden gelip “Katliam Batı’da olunca üç maymun” diyenler mi istersiniz, hepsi vardı.

Aslında, düşünürseniz Kanadalılar bu tavırlarıyla bir anlamda kendileri için, kendi iyilikleri için bir şey yapıyorlar.

Ne mi demek istiyorum. Bunu, yıllar önce kaleme aldığım bir 1915 yazısından satırlarla anlatmak istiyorum:

“Suçun fail tarafından inkârı, bazı durumlarda suçun kendisinden bile daha yaralayıcı olabilir; böyle bir inkârla karşılaşan her mağdur, bütün enerjisini ‘inkâr’ın ‘ikrar’a dönüşmesi yolunda harcar; meğerki bütün yaşam enerjisini tüketerek bir kenara çekilmiş olsun…

“Böyle bir insanın başat duygusu kaçınılmaz biçimde ‘öfke’ olacaktır.

“Öte yandan suçu inkâr edenlerin, bu ‘öfke’nin asıl müsebbiplerinin kendileri olduğunu unutarak, öfkeden neredeyse hastalanmış bir insanı bu halinden dolayı suçlamaya kalkmalarında büyük bir ahlaki problem vardır.

“Affetmek, affedilenden çok affedene iyi gelir.

“İnkârı ısrarla sürdürenler ise kurbana ‘öfke’den başka bir duygu edinme fırsatı vermedikleri, böylece kendisine kötülük edeni affederek iyileşme imkânını dahi kurbanın ellerinden aldıkları için çok ağır bir sorumluluğun altına girmişler demektir.”

“İşte Batı medeniyeti bu” diyenler biraz da dönüp kendi medeniyetlerine bakabilseler keşke. Biraz da geçmişte o kötülükleri yapan Batı’nın bugün yaptıklarıyla yüzleşme çabasına…

(SERBESTİYET – Alper GÖRMÜŞ – 3.7.2021)

 

 

 

 

 

Bu yazı toplam 1367 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar