1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. Bir zamanlarda Kıbrıs’ın köylerinde hayat... (1)
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

Bir zamanlarda Kıbrıs’ın köylerinde hayat... (1)

A+A-

TALES OF CYPRUS’tan çok değerli arkadaşımız Konstantinos Emmanuelle, Leonarisso köyünden Bay Antonis Fella tarafından kaleme alınmış bir kitaptan geniş bir özet yaparak, geçmişte yani bundan 60 küsur sene önce köylerde hayatın nasıl olduğunu aktarmaya çalıştı. Biz de Konstantinos Emmanuelle’in bu değerli yazısını özetle derleyip okurlarımız için Türkçeleştirdik. Konstantinos Emmanuelle şöyle yazıyor:

“2016 yılında Bay Gabriel Theofanus ile Londra’nın kuzeyinde Palmers Green’i ziyaretim esnasında tanışma şansına erişmiştim... Derhal pek çok düzeyde iletişim kurduk ve Kıbrıs’a yönelik ortak sevgimizi paylaştık...  Gabriel bana Londra’daki Kıbrıs diasporasına ilişkin harika öngörülerini aktardı, ben de ona Avustralya’daki Kıbrıs diasporası hakkında kendi bilgilerimi verdim.

Gabriel’in kendisi Leonarisso köyünde dünyaya gelmişti  (Rumcası: Λεονάρισσο, Türkçesi: Ziyamet) ki bu köy Karpaz yarımadasının tam ortasında, Mağusa’dan 50 kilometre kadar uzaktadır. Ona “Kıbrıs’tan Hikayeler” projem hakkında bilgi verdikten sonra Gabriel de bana armağan olarak harika bir kitap vermeye karar verdi.

ziyamet.jpg

Andreas Poli'nin geçen sene çektiği, Leonarisso (Ziyamet) köyünden bir fotoğraf...

700 SAYFALIK KİTAP...

Bu kitap Lenarisso köyünden bir arkadaşı ve bir diğer göçmen olan Bay Antonis Fella tarafından yazılmıştı. Ne yazık ki Bay Fella Eylül 2014’te, kitabının Londra’daki tanıtımından birkaç ay sonra vefat etmişti. İngilizce olarak yazılmış olan kitap neredeyse üç kilo ağırlığındadır ve 700 sayfalık bu kitapta, Leonarisso ve yakındaki Vasili köyü hakkında ilginç veriler ve bilgiler yer almaktadır. Kitapta binden fazla da fotoğraf vardır ki bunlar arasında tarihi belgelerin fotoğrafları da bulunmaktadır.

Bay Fella’nın bu inanılmaz mirasını onore etmek maksadıyla ben de bu kitaptan çıkardığım kendi özetlerimi ve köy hakkındaki bazı bilgileri paylaşmak istiyorum... Pek çok bakımdan bu özet, umarım ki 60 yıl kadar önce tipik bir Kıbrıslı köyün nasıl olduğu hakkında net bir imaj verebilecektir.

kitap-007.jpg

Bay Fella'nın kaleme aldığı kitabın tanıtımı yapıldıktan bir ay sonra kendisi vefat etmiş...

PLANSIZ GENİŞLEYEN BİR KÖY...

Pek çok diğer Kıbrıslı köy gibi, Leonarisso da hiçbir plan olmaksızın ve sistematik olmayan bir biçimde büyüyen bir köydü... Sokak isimleri mevcut değildi ve genellikle küçük ve dardılar (yayalar ve hayvanlar için idealdi bu sokaklar). Evlerde kapı numarası yoktu, böylece köye gelen yabancılar ya da ziyaretçiler, sözlü talimatlara dayanarak birini bulmaya çalışmak zorundaydılar. Düzgün bir kanalizasyon sistemi olmadığı için sokakları kolaylıkla su basıyor ve aniden yağmur bastığı zaman, sokaklar çamur deryasına dönüyordu. Gökyüzünde aydedenin olmadığı gecelerde köy tamamen karanlıkta kalıyordu. 20nci yüzyılın ilk yarısında ışıklandırmanın ana kaynağı gazyağı lambalarıydı. Kıbrıs’taki pek çok diğer köy gibi Leonarisso’ya da elektrik ancak 1950’li ve 60’lı yıllarda gelecekti. Sokaklar tıkanmıyordu, herhangi bir tehlike de oluşturmuyordu çünkü motorlu araçlar yoktu, bir tek köy otobüsü hariç... Esas ulaşım aracı eşekler, bisiklet ve  katırların ya da öküzlerin çektiği arabalardı... Köyde yaşam genellikle sessizdi. Çıkan tek ses, sokakta oynayan çocukların sesi, eşek anırması, köpeklerin havlaması ya da bir horozun ötmesiydi...

EVLER KİLİSENİN ÇEVRESİNDE YAPILIYORDU...

Evler genellikle kilisenin çevresinde yapılıyordu, kilise de ya bir tepenin üstünde veya köyün ortasında oluyordu... Bu taş ve kerpiç evler rahattı, sadeydi ve genellikle evi yapan tarafından dizayn ediliyordu, evsahibiyle birlikte, herhangi ileri düzeyde mimari özellikleri olmuyordu bu evlerin... Pratikte tüm evlerin bir veya iki odası vardı. Pek az evin üç odası olurdu... Neredeyse tüm binalar elle yapılmıştı, köyde ve köy çevresinde bulunan çamurdan (toprak, saman ve suyla karıştırılarak kerpiç elde ediliyordu), taşlardan, tahta kirişlerden ve sazlardan/kamışlardan yapılıyorlardı. Köydeki neredeyse her bir evin tabanı, sertleştirilmiş çamur veya kilden oluşmaktaydı (pek az insanın mermer plakalar ya da cilalanmış taş alacak parası vardı).

Sıcak ve kuru yaz aylarında, evin kadınları evi serinletmek maksadıyla, tabana su serperlerdi...

KİRİŞLER SERVİ AĞAÇLARINDAN YAPILIYORDU...

Evlerin çatıları da çamurdan yapılmıştı ve genellikle servi ağaçlarından yapılan kirişlerle destekleniyordu... Birkaç sıra kamış bu kirişlerin üstüne yayılıyor ve böylece çamurdan çatıyla ayrılıyordu... Her birkaç senede bir evin çatısı elden geçirilerek tamir edilmek zorundaydı... Evde yaşayanlar birlikte çalışarak samanı, toprağı ve suyu karıştırarak çamurumsu bir çiriş elde ediyorlar ve bu da eski tabakanın üstüne yayılıyordu.

Tipik bir evde hayvanlar için bir ahır ve saman, hububat, tohumlar vesaire için de bir depolama odası bulunurdu. Leonarisso’da pek az evin ikinci katı ya da bir balkonu vardı. Evler, yol boyunca inşa ediliyordu ve mümkün olduğunca kış güneşini alabilmek için güneye bakacak şekilde yapılıyorlardı.

Yüksek, çifte kapılı bir ön kapı mevcuttu ve benzer şekilde bir de arka kapı vardı ki bunlar yaz aylarında karşılıklı olarak açılıyor, böylece içeriye esinti girebiliyor ve evi havalandırıp serinletiyordu...

koy-002.jpg

GENİŞ BİR BAHÇE...

Leonarisso’daki neredeyse tüm evlerin geniş bir iç avlusu ya da bahçesi vardı ki burada çeşitli otlar ve sebzeler yetiştirilebiliyordu. Bu iç avulularda birkaç meyva ağacı da bulunmaktaydı fakat esas olarak hayvanları ve tarımsal araç gereci muhafazada kullanılıyordu iç avlular (saban, eyer, çatallı beller, kürekler vs. gibi). Dış duvarlara çiçek saksıları diziliyor ve bu da gün boyunca eve güzellik ve renk katıyor, akşamları da inanılmaz bir çiçek kokusu sarıyordu avluyu...

Her aile pek çok tavuk ve hatta bazıları da kendi tavşanlarını yetiştiriyordu. Bir ağacın gölgesi altında birkaç keçi ve kuzu bulabilirdiniz dolanıp duran, bazan da bir domuzcuk getiriliyor ve Noel ziyafetine kadar hazır oluncaya kadar yıl boyunca yedirilip şişmanlatılıyordu...

BEŞ ÇOCUKLU AİLELER YAYGINDI...

O günlerde Kıbrıs’ta beşten fazla çocuk sahibi olan aileler, ender değildi... Bazı aileler on veya oniki çocuk sahibiydi... Pek çoğu aynı odada yatıyor ve bir iki yatağı, başlı kıçlı yatarak paylaşıyordu... Bazı odalarda dört direkli demir yataklar vardı ve meşe ağacından birer büyük dolap... Dolabın iç kapısına kurşunkalemle aile bireylerinin ve hatta hayvanların doğum tarihleri yazılırdı. Odalarda perde ya da halı yoktu, oysa köy kadınları duvarlara mutfak aletleri, danteller, yün işleri, renkli kumaşlar ve çerçevelenmiş fotoğraflar asarak evi süslüyorlardı.

ÇAMAŞIR YIKAMA VE BANYO YAPMA...

Evin hanımı haftada bir kez, evin dışında “vurna” (“kurna”) denen bir taş teknede çamaşır yıkardı, teknenin yanında büyük bir varil su olurdu, bu su da yakındaki bir kuyudan çekilirdi. Suyu yumuşatmak maksadıyla genellikle varildeki suya kül katılırdı. Zeytinyağından yapılmış kalın bir kalıp sabun kullanılarak giysiler yıkanırdı... Kadınlar bu ıslak, temiz giysileri dikenli çalıların üstüne ya da birceez balluranın üstüne sererek bunları kurumaya bırakıyorlardı. Demirdöküm bir ütünün içine kızgın kömürler doldurularak, kuru giysiler ütüleniyordu...

Haftada bir kez, genellikle Cumartesi günleri tüm aile banyo yapıyordu. Her bir aile bireyi büyük bir tekne ya da kovanın içine çömeliyor veya ayakta duruyor, suyla doldurulmuş ve tütsün diye içine feslikan veya lazmarin katılmış olan suyla yıkanıyordu. Su, önceden basit bir ocakta ısıtılıp bu banyoya kabaktan yapılmış bir tür sürahiyle (“andulya” deniyordu buna) elle aktarılıyordu.

YAKACAK ODUN TOPLANIP EVE TAŞINIRDI...

Evin ana odasının bir köşesinde, bir ocak bulunurdu, burada ateş yanardı, bu da hem yemek yapmak, hem de ısınmak için kullanılırdı. Köyün dışından yakacak odun toplanır ve eşeğe yüklenerek eve taşınırdı. Durumları iyi olan bazı ailelerin yemek pişirdikleri ocağın üstünde bir şömine rafı bulunur ve buraya çeşitli mutfak araç gereçlerini, tabakları ve vazoları dizerlerdi...

Ocak, tüm ailenin birlikte oturduğu, geceleri etrafında toplanıp gabira ya da kestane kebap yedikleri ve birbirlerine fantazi ve merak yüklü hikayeler anlattıkları yerdi. Çocuklar da ev ödevlerini bu ocağın veya yakındaki bir idare lambasının ışığında yaparlardı.

Her evin vazgeçilmezi, avludaki odun fırınıydı, buna “furnos” denirdi. Neredeyse her evin avlusunda bulunan bu büyük, yuvarlak fırınlar da kerpiçten yapılırdı, taş bir zemini vardı bu fırınların. Her Cumartesi günü köyün kadınları kemek yaparlardı ve bazan da gulluri yani çörek veya peksemet yaparlardı. Bütün bir hafta boyunca kendilerine yetecek sayıda ekmek somunu pişirirlerdi. Bir kez ekmekler pişince, tahta bir dolapta saklanırdı bunlar, bu tel dolaplar genellikle ya tavandan aşağıya sarkardı ya da duvara monte edilmiş olurdu.

Bazı kadınlar köyün resmi olarak ekmek pişireni rolünü üstlenir ve düzenli olarak ekmek pişirip diğer köylülere istediklerinde ve ihtiyaç duyduklarında satarlardı... Odun fırını aynı zamanda geleneksel tava yemeği, gabak böreği, ispanah böreği veya pilavuna gibi diğer Kıbrıs yemek ve tatlıları ile tuzlularını pişirmek için kullanılırdı...

BAZI EVLERDE SENDE VARDI...

Köyde bazı evlerde bir tavanarası ya da “sende” bulunurdu – burası da büyük torbalarda buğday veya hububat, büyük lamincanalarda zeytinyağı, zeytin, hellim ve hatta marine edilmiş domuz depo edilmek üzere kullanılırdı. Sende, yerden yüksekte olduğu için, sıçanlardan, böceklerden ve nemden uzakta, yiyecek ve diğer levazımatın saklanması için ideal bir yerdi...

Pek çok köyde olduğu gibi, Leonarisso’da da taştan yapılma bir yağ değirmeni mevcuttu. Bu antik ve ilkel olsa da, köylülerin kendi zeytinyağlarını üretmesi için çok akıllıca ve etkili bir yöntemdi. Zeytinler sonbaharda toplanıyor, yıkanıyor ve yuvarlak bir taş değirmene konarak dönen bir taş tekerlek aracılığıyla eziliyordu, tekerleği de gözleri bağlanmış bir katır veya eşek döndürüyordu. Ezilen zeytinler toplanıyor ve bunlar köfünlere konarak bastırılıyor ve yağları çıkarılıyordu. Çocuklar heyecanla ilk zeytinyağının çıkarılmasını ve bunları fırından yeni çıkmış ekmeğe sürüp yemeyi bekliyordu...

UN DEĞİRMENLERİ DE VARDI...

Leonarisso’da dört tane de un değirmeni vardı ki bunlar da yerli çiftçilerin ürettiği buğdayı öğütmek için kullanılıyordu. Köy sinemasının yanındaki un değirmenini, Vasili veya Bladanisso, Aysimeo, Galinoborni ve Koravya gibi bazı Kıbrıslıtürk köylerinden gelen köylüler de kullanıyordu. 1940’lı yıllara kadar öğütmek üzere torbalara doldurulup eşeklerine veya develerine yükledikleri buğdaylar veya hububatlarıyla Leonarisso’daki değirmene gelen Kıbrıslıtürkler’i görmek, olağan birşeydi.

Daha küçük çapta ise kadınlar taş el değirmeni kullanarak (buna “şeromiloi” deniyordu) bazı şeyleri öğütebiliyordu. Üstteki taşın bir deliği vardı ortada ki buraya öğütülecek hububatın tohumları konuyor ve sonra da iki düz taş arasında, el değirmeni bir tahta tutacak kullanılarak çevrilerek bunlar eziliyor, öğütülüyordu.

KÖYDEKİ GÜNDELİK HAYAT...

Tüm köylerde olduğu gibi Leonarisso’da da Kıbrıs ahalisi bir zamanlar sade ve kanaatkar bir hayat sürdürüyorlardı, zorunluluktan ötürü hafif şeyler yiyorlardı... Gündelik yiyecekler arasında sebzeler (domadez, hıyar, biber vs.), ymurta, zeytin, hellim, bol bol bakliyat, meyva ve ev yapımı ekmek bulunmaktaydı. Et, lüks olarak görülmekteydi ve senede ancak birkaç kez, o da bayramlarda ya da dini kutlama günlerinde tüketilmekteydi.

leonoriso.jpg

Köyde, günün hangi saati olursa olsun insanların birbirini selamlaması, ahlaki olarak yapılması gerekenler arasındaydı... İnsanların burnu havada değildi ve sosyal dışlama da yoktu, bunlar pek ender olurdu. Hatta yabancılara yönelik misafirperverlik kuralları daha da güçlüydü... Soğuk içeceklerin bulunmadığı hallerde, ziyaretçilere normalde kahve ile macun ikram edilmesi gelenekti.

DOSTLUĞA BÜYÜK ÖNEM VERİLİRDİ...

Köyde hayat, yavaş bir akışa sahipti. Çoğu insan günün doğumuyla birlikte ve hatta bazıları daha da erken başlardı güne. Tarlalarda çalışmıyorlarsa veya kendi mesleklerini icra etmekle meşgul değillerse, köydeki genç adamlar kahveye gidiyor veya köyün içinde dolaşıyor veya bisikletlerini köyün dar yollarında sürüyorlar, yolda buldukları insanlarla durup sohbet ediyorlar veya dedikodu yapıyorlardı. Bazan bazı küstah adamlar, yerli kızlarla gizliden gizliye flört etmeye ya da onlarla sohbet etmeye çalışıyordu, kızlar genellikle ortada görünmezdi, ev içlerinde saklıydılar... Köydeki genç erkeklerin arkadaşlarıyla birlikte köyün dışına kadar yürüyüp bir yerde oturmaları ve düşlerini veya kaygılarını tartışmaları olağandı. Köy dışından insanlarla pek az iletişim olduğu için, bir zorunluluk olarak yaygın ve doğal biçimde uzun vadeli özgün dostluklar vardı o günlerde... Bu nedenle dostluk bağları ve ilkeleri güçlüydü ve bunlara çok değer veriliyordu. Arkadaşına sadık kalmak gerekirdi ve herkesin bu ahlaki kurallara uyması beklenirdi. Arkadaşlar arasındaki çatışmalara iyi gözle bakılmaz ve mümkün olduğunca en kısa sürede arkadaşların eski hallerine dönmeleri için her tür çaba gösterilirdi...

(TALES OF CYPRUS’ta yer alan Kostantinos Emmanuelle’in yazısını özetle derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).

 

(Devam edecek)

Bu yazı toplam 1334 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar