“Ulusal genetik veri tabanı oluşturulmalı”

Yakın Doğu Üniversitesi (YDÜ) Hastanesi Tıbbi Genetik Tanı Laboratuvarı Sorumlusu Prof. Dr. Mahmut Çerkez Ergören, ulusal genetik veri tabanı oluşturulmasının gerekliliğine vurgu yaptı.

Ödül AŞIK ÜLKER

Yakın Doğu Üniversitesi (YDÜ) Hastanesi Tıbbi Genetik Tanı Laboratuvarı Sorumlusu Prof. Dr. Mahmut Çerkez Ergören, ulusal genetik veri tabanı oluşturulmasının gerekliliğine vurgu yaptı.

Yapılan genetik çalışmaların, Kıbrıs toplumunun kendine özgü bir varyant profiline sahip olabileceğini gösterdiğini kaydeden Prof. Dr. Ergören, “Kıbrıs, tarih boyunca farklı kökenlerden gelen toplulukların karışımıyla şekillenmiş, ancak coğrafi olarak da bir ada izolasyonu taşıyan bir bölgedir. Bu durum, bazı genlerde nadir ya da Kıbrıs’a özgü varyantların ortaya çıkmasına zemin hazırlıyor” diye konuştu.

“Yerel varyantların tespit edilmesi, hem tanısal testlerin daha doğru yorumlanmasını hem de önleyici sağlık stratejilerinin nüfusa özel biçimde planlanmasını sağlamaktadır” diyen Prof. Dr. Ergören, bu verilerin, ClinVar, dbSNP, gnomAD gibi küresel genetik veri tabanlarında yer almasının son derece önemli olduğunu da belirtti.

Prof. Dr. Ergören, şu ifadeleri kullandı:

“Kıbrıs gibi küçük ama genetik açıdan heterojen ve izole popülasyonlardan elde edilen veriler, küresel referans havuzlarına eklendiğinde, hem Kıbrıslı bireylerin test sonuçları daha doğru yorumlanabilir hale gelir, hem de dünya genelinde genetik tanı ve tedavilerin doğruluğu artar. Bu bağlamda, ulusal genetik veri tabanı kurulmalıdır.”

Kıbrıs’ın güneyinde, tüm genomik bilgileri bir araya toplayarak, Kıbrıs’ın genom haritasının çıkartılmakta olduğunu, Türkiye de dahil, birçok ülkede genom bankaları ya da genom birimleri olduğunu anlatan Prof. Dr. Ergören, bir yerde toplanan ve uluslararası olarak paylaşılan genomik verilerin, bilimsel iş birliklerini ve translasyonel tıp araştırmalarını da teşvik ettiğini anlattı.

Prof. Dr. Ergören, “Yerel bir keşif, küresel anlamda hastalık mekanizmalarının daha iyi anlaşılmasına katkı sağlar. Uzun vadede bu, sadece bilimsel üretkenliği değil, Kıbrıs Türkü’nün uluslararası araştırma görünürlüğünü de artıran bir adımdır” dedi.

Prof. Dr. Mahmut Çerkez Ergören, kanser tanısı, tedavisi ve yönetiminde genetik testlerin öneminin de altını çizerek, genetik testlerin bir tanı aracı değil, önceden uyarı veren bir rehber olduğunu söyledi.

“Genetik bilgi, bize hastalıktan bir adım önde olma şansı verir”diyen Prof. Dr. Ergören, genetik testlerin, mutlaka genetik danışmayla verilmesi gerektiğini, bu testlerin rutin laboratuvar testlerinden farklı olduğunu kaydetti.

Prof. Dr. Ergören, “Genetik danışmanlık, yalnızca test sonucunu açıklamak değil, kişiye o sonucun ne anlama geldiğini, ne yapması gerektiğini ve bundan sonra hangi adımların atılabileceğini anlatma sürecidir. Kısaca özetleyecek olursak, genetik test bilgiyi verir; ama genetik danışmanlık bu bilgiyi anlamlı hale getirir” diye konuştu.

Kamuda kanser tanısı, tedavisi ve risk yönetiminde, hala özele ya da yurt dışına bağımlılığın uzman eksikliğinden dolayı devam ettiğini söyleyen Prof. Dr. Ergören, devletin, sorumluluğu gereği, kanser hastalarını ve risk taşıyan kişileri, uzman hekimlerin öngördüğü testler için yurt dışına veya anlaşmalı kurumlara sevk ettiğini de söyledi.

“Dört kanser vakasından biri meme kanseri”

 Soru: Meme kanserinin genetik altyapısı hakkında neler biliyoruz? Genetik faktörler hastalığın görülme riskini ne ölçüde etkiliyor?

Prof. Dr. Ergören: Artık biliyoruz ki, meme kanseri sadece çevresel ya da hormonal faktörlerle açıklanabilecek bir hastalık değildir, genetik yatkınlık önemli bir rol oynar. Meme kanseri, kadınlarda en sık görülen kanser türüdür ve yaklaşık her sekiz kadından biri yaşamı boyunca bu hastalıkla karşılaşır. Güncel literatürdeki verilere baktığımızda, kadın kanserlerinin yaklaşık %25’ini, Türkiye ve Kıbrıs’ın kuzeyinde ise her dört kanser vakasından birini meme kanseri oluşturmaktadır. Erkeklerde de meme kanseri görülür. Kadında meme dokusu daha fazla olduğu için kadın meme kanserlerini daha çok konuşuyoruz ama erkeklerde tüm meme kanseri vakalarının %1'inden azını oluşturan nadir vakalar da olabilir. Genellikle erkeklerde, daha ileri yaşlarda ve kadınlara kıyasla daha geç evrelerde teşhis edilir. Kadınlarda görülen tüm meme kanserlerinin yaklaşık %10’u kalıtsal yani genetik geçişli nedenlere dayanır. Tabi bu oranı güncel biyoteknolojinin sınırları içerisinde konuşabiliyoruz. Teknoloji geliştikçe, bu oran daha da artabilir. Bu oran küçük görünse de, özellikle bazı etnik gruplarda ve bizim gibi ada popülasyonuna sahip kapalı toplumlarda risk oldukça yüksek olabilir.

Kanser tanısı, tedavisi ve yönetiminde genetik testlerin önemi...

Soru: Genetik testlerin, erken tanı ve koruyucu hekimlik açısından önemi nedir? Kimlerin bu testleri yaptırması önerilir?

Prof. Dr. Ergören: Kanser tanısı, tedavisi ve yönetiminde genetik testlerin önemini üç şekilde değerlendirebiliriz. Birincisi, genetik testler elbette patolojik ve radyolojik tanıyla birlikte hangi tedavi planının yapılması gerektiği hakkında medikal onkoloğa yol gösterir.

İkinci ise meme kanseri tanısı almış ve kalıtsal yani aile geçişli bir durum tespit edildiği zaman, etkilenen kişinin tekrardan bu olay ile karşılaşmaması için Amerikan Ulusal Kapsamlı Kanser Ağı gibi uluslararası kılavuzların yönlendirmeleri ile genetik test sonuçlarına göre risk yönetimi uygulanır ve gerekli görüldüğü durumlarda ileri tıbbi uygulamalar yani cerrahi uygulama ya da daha sık medikal takip için genel cerrahi, onkoloji, radyoloji, kadın doğum gibi ilgili uzmanlık alanlarına yönlendirilir. Elbette bu süreçte psikolojik destek için de yönlendirme yapılmalıdır. Üçüncüsü de, genetik testin meme kanseri ortaya çıkmadan önce kişinin risk düzeyini belirlememizi sağlamasıdır. Eğer bir birey yüksek riskli bir genetik değişiklik taşıyorsa, bu bilgi sayesinde erken tanı, düzenli tarama ya da önleyici tedbirler planlanabilir. Yani genetik test bir tanı aracı değil, önceden uyarı veren bir rehberdir.

“Genetik bilgi, bize hastalıktan bir adım önde olma şansı verir”

Bu testler sayesinde, özellikle genetik yatkınlığı bulunan kadınlarda kanser çok erken evrede saptanabilir. Özetleyecek olursak, örneğin BRCA1 veya BRCA2 mutasyonu taşıyan bir kadında yıllık mamografi ve MR kontrolleri daha erken yaşta başlatılır, bazı durumlarda koruyucu ilaç tedavisi veya cerrahi seçenekler de gündeme gelebilir. Tüm bu önlemler, sağlıklı bireylerin hastalık geliştirmeden korunmasını sağlar ki bu, koruyucu hekimliğin özüdür. Ancak genetik yatkınlık testleri tek başına belirleyici değildir.

Meme kanseri riski; aile öyküsü yanında yaşam tarzı ve hormonal faktörlerle de yakından ilişkilidir. Örneğin; ailede meme veya yumurtalık kanseri öyküsü olması riski artırır. Obezite ve özellikle menopoz sonrası kilo artışı, vücutta östrojen seviyesini yükselterek riski artırabilir. Erken menarş, yani ilk adet yaşımım 12’den önce olması veya geç menopoz yani 55 yaş üstünde olması, östrojene uzun süre maruziyet anlamına gelir. Doğum kontrol hapı veya hormon replasman tedavilerinin uzun süreli kullanımı riski hafifçe yükseltebilir. Alkol tüketimi ve fiziksel hareketsizlik de risk faktörleri arasındadır. Buna karşın, erken yaşta doğum yapmak ve emzirmek, meme kanseri riskini azaltıcı koruyucu etkiye sahiptir. Genetik testler ise, bu tabloyu kişiselleştirmemize yardımcı olur. Yani, aynı yaşam tarzına sahip iki kadından biri yüksek riskli bir genetik değişiklik taşıyorsa, onun tarama sıklığı ve koruyucu yaklaşımı farklı olmalıdır. Bu nedenle genetik testler, aile öyküsü olan veya risk faktörleri bir arada bulunan kadınlarda özellikle önerilir. Hastalığı olmayan sağlıklı bir kadına bu test yapılacağı için amaç korkutmak değil; bilgiyle güçlendirmektir ve olası bir hastalığı önceden önlemektir. Genetik bilgi, bize hastalıktan bir adım önde olma şansı verir.

 “Genetik danışmada eksiklikler var”

 Soru: Kıbrıs’ın kuzeyinde bu tür genetik testlerin erişilebilirliği nedir? Bu testlerin ne kadarı yapılabiliyor? Devlet bunların ne kadarını karşılıyor?

Prof. Dr. Ergören: Tıbbi onkologlarımız ve diğer branş hekimleri tanı, tedavi, hastalık risk yönetimi ve aile taraması için başvurulan genetik testlerin önemini bilmekte ve günlük uygulamalarında sıklıkla kullanmaktadırlar. Tanı amaçlı kullanılan biyopsi ya da kan materyalinden çalışılan genetik testler için, sadece teknoloji alt yapısı değil, alanında uzman hekimler, laboratuvar personeli gerekir ve sonuçların iyi bir biyoenformatik yazılımınla çok disiplinli olarak değerlendirilmesi ve raporlanması önemlidir. Bu konuda, Kıbrıs’ın kuzeyinde, kamuda, şu an için çok sınırlıyız ve bir çok testte yurtdışına bağımlıyız. Dr. Burhan Nalbantoğlu Devlet Hastanesi DNA/Genetik Laboratuvarı’nda genetik test analiz ve sağlık personel kapasitesiyle, şu anda ancak kalıtsal kanserler için küçük gen panellerini rutin olarak yapılabildiğini biliyorum. Ayrıca hastalara bu sonuçların açıklanması ve risk yönetimi için genetik danışma verilmesinde eksiklikler vardır. Yani kanser tanısı, tedavisi ve risk yönetiminde, hala özele ya da yurt dışına bağımlılık, gerekli alanlarda uzman eksikliğinden dolayı devam etmektedir.

Devlet, sorumluluğu gereği, kanser hastalarını ve risk taşıyan kişileri mahrum bırakmayıp, uzman hekimlerin öngördüğü testleri yurt dışı veya anlaşmalı kurumlara sevkli yönlendirerek tüm test ve tedavi masraflarını karşılamaktadır.

Şunu da ekleyelim, Güney Lefkoşa’da bulunan Kıbrıs Nöroloji ve Genetik Enstitüsü de,  Kıbrıs Cumhuriyeti vatandaşlığı taşıyan Kıbrıslı Türklere genetik danışma ve gerekli görüldüğü durumda, genetik tarama, meme kanseri ve diğer genetik hastalıklar açısından ücretsiz hizmet vermektedir.

“Çoklu gen panellerine bakılması daha doğru risk yönetimi sağlar”

Soru: BRCA1 ve BRCA2 genleri sıkça gündeme geliyor. Bunlar yanında, PALB2, CHEK2, ATM gibi genlerden de bahsediliyor. Bu genler risk değerlendirmesinde nasıl bir yere sahip?

Prof. Dr. Ergören: Film yıldızı Angelina Jolie, yumurtalık kanseri nedeniyle hayatını kaybeden annesi ile aynı BRCA1 mutasyonunu taşıdığını açıklaması ve 2013 yılında önlem amaçlı belirli cerrahi operasyonlar geçirmesiyle birlikte, tüm dünyada genetik farkındalığı ciddi biçimde artırdı. Ancak, bugün biliyoruz ki kalıtsal meme kanseri yalnızca BRCA1 ve BRCA2 ile sınırlı değil. Son yıllarda PALB2, CHEK2, ATM gibi DNA tamirinden sorumlu genlerdeki değişimlerin de, riski anlamlı biçimde yükselttiği biliniyor. Bu genlerin birçoğu, hücrenin hasarlı DNA’yı onarma yeteneğini belirleyen ve “Homolog Rekombinasyon Yetmezliği” (HRD) olarak adlandırılan mekanizmanın bir parçasıdır. Yani aslında BRCA genleri, bu daha geniş onarım ağı içindeki oyunculardan sadece ikisidir.

Günlük hayatımızda çevre, stres yani dış faktörlere bağlı olarak DNA’mız hasar görmektedir. Genlerimiz DNA molekülü içerisindedirler ve bu hasarlar BRCA1, BRCA2, HRD grubu genleri gibi, yaklaşık 150 DNA tamir geni tarafından tamir edilir. Doğduğumuz günden itibaren bu tamir genlerinin genetik geçişli olarak yani anne ya da baba, ya da her ikisinden bize hatalı geçip geçmediğini tespit edebiliyoruz. Eğer bu genlerde hata varsa, DNA tamirinde çok etkin olamazla. Dolayısıyla kişinin yaşam boyu meme-yumurtalık ve belki de diğer kanserlere yatkınlığı daha da artar. Yani bu genler araba tamir eden makinist gibidir. Ama makinist de hasta olup, o gün tamirhaneye gidemezse arabalar bozuk kalır. Bu yatkınlık oran BRCA1 ve BRCA2 genleri için %40-80 arasında olabilir. Günümüzde yapılan çoklu gen panelleri sayesinde, bir kadının genetik risk profili çok daha kapsamlı biçimde ortaya konabiliyor ve koruyucu stratejiler kişiye özel olarak planlanabiliyor. Bilinen 5-6 gen taraması yerine çoklu, 50 ve üzeri, gen panellerine bakılması daha doğru risk yönetimini sağlar.

 “Genetik test, sadece bir laboratuvar sonucu değildir”

Soru: Genetik danışmanlığın önemi ve rolü nedir? Genetik danışmanlık hizmetleri toplumda yeterince biliniyor mu?

Prof. Dr. Ergören: Genetik danışmanlık çok hassas bir alandır. Ancak, Kıbrıs’ın kuzeyinde bu alanın yanlış ve denetimsiz biçimde kullanıldığını üzülerek gözlemliyoruz. En büyük sorunlardan biri, doğrudan tüketiciye yönelik (direct-to-consumer) genetik testlerin, bu konuda uzman olmayan kişi veya kurumlar aracılığıyla pazarlanmasıdır. Ne yazık ki, bazı sağlık çalışanları ya da ticari firmalar, bu testleri sadece maddi kazanç amacıyla sunmakta, test sonuçlarını da genetik danışmanlık ya da tıbbi genetik eğitimi almamış kişilere yorumlatmaktadır. Bu durum hem bilimsel olarak hatalı sonuçlara yol açıyor, hem de bireylerin gereksiz kaygı yaşamalarına neden oluyor. Genetik test, sadece bir laboratuvar sonucu değildir, kişinin yaşamını, ailesini ve geleceğini etkileyen bir bilgidir. Dolayısıyla bu sürecin mutlaka doğru ellerde yürütülmesi gerekir. Bilimsel temeli olmayan, ticari amaçla yapılan test uygulamaları, hem tıbbın güvenilirliğine, hem de toplum sağlığına zarar verir.

“Genetik testin, mutlaka bir genetik danışmayla verilmesi gerekmektedir”

Bir genetik testin, mutlaka bir genetik danışmayla verilmesi gerekmektedir. Bu testler rutin laboratuvar testlerinden farklıdır, çünkü kişiye özgü en özel bilgiyi yani o kişinin yorumlanacak yaşam kılavuzudur. Yani genetik danışmanlık, yalnızca test sonucunu açıklamak değil, kişiye o sonucun ne anlama geldiğini ne yapması gerektiğini ve bundan sonra hangi adımların atılabileceğini anlatma sürecidir. Kısaca özetleyecek olursak, genetik test bilgiyi verir; ama genetik danışmanlık bu bilgiyi anlamlı hale getirir. Genetik danışmanlık verildiği sırada kişinin, ailesindeki hastalık öyküsü, yaşam tarzı, çevresel faktörler ve genetik sonuçlar bir bütün olarak değerlendirilir. Bu veri kişiseldir, onam almak, kişisel verileri korumak ve paylaşmamak önemlidir. Yani bu testi yaptıran bireye, sadece “sen taşıyıcısın” diyerek bırakılmaz. Zaten taşıyıcı terimi Kıbrıs’ın kuzeyinde, yanlış bağlamda, sadece talasemi hastalığı taşıyıcılığı ile ilişkilendirilmektedir, ama 6 binin üzerinde genetik hastalık vardır. Yani kişiyle, yaptırdığı genetik test için, riskin ne ölçüde olduğu, hangi koruyucu önlemlerin alınabileceği, hangi tarama programlarının önerildiği ayrıntılı biçimde genetik danışma sırasında konuşulması gerekir. Genetik danışma veren sağlık personeli, bireye korku değil, bilinç kazandırmalıdır. Örneğin BRCA1 gen mutasyonu taşıyan bir kadına, hemen ameliyat öneremezsiniz, önce risk azaltıcı seçenekler, düzenli kontroller ve aile planlaması gibi konular detaylıca açıklanmalıdır.

Ne yazık ki, toplumda ve sağlık çalışanları arasında genetik danışmanlık hizmetlerinin önemi hâlâ yeterince bilinmiyor. Bunu, Evrensel Hasta Hakları Derneği çatısı altında yer alan Nadir Görülen Hastalıklar Ağı için, hekimlere yönelik yaptığımız algı anket çalışmaları verilerine dayanarak söylüyorum.

En çok rastladığımız diğer bir sorun ise, birçok kişi, genetik test sonucunu aldıktan sonra ne anlama geldiğini uzman eşliğinde değerlendirmediği için internet üzerinden ya da yapay zeka uygulamalarını kullanarak yorumlamaya çalışıyor. Bu durum yanlış yönlendirmelere, gereksiz endişelere veya tam tersi şekilde önemsenmeyen risklere yol açabiliyor. Oysa genetik test kadar, test öncesi ve sonrası danışmanlık da zorunlu bir süreç olmalıdır. Yasal düzenlemeler ve denetlemeler konusu, maalesef Kıbrıs’ın kuzeyinde eksiktir. Yerel sağlık yöneticilerinin bu konuda yeterli bilgi sahibi olduklarını düşünmüyorum.

Ada popülasyonuna özgü varyantlar...

Soru: Yapılan çalışmalar sonucunda, Kıbrıs’a özgü mutasyonlar veya varyantlar tespit edildi mi? Bu tür varyantların tespit edilmesi hem tanı, hem de önleyici sağlık hizmetleri açısından ne tür avantajlar sağlar?

Prof. Dr. Ergören: Evet, yapılan genetik çalışmalar Kıbrıs toplumunun kendine özgü bir varyant profiline sahip olabileceğini gösteriyor. Kıbrıs, tarih boyunca farklı kökenlerden gelen toplulukların karışımıyla şekillenmiş, ancak coğrafi olarak da bir ada izolasyonu taşıyan bir bölgedir. Bu durum, bazı genlerde nadir ya da Kıbrıs’a özgü varyantların ortaya çıkmasına zemin hazırlıyor. Nitekim son yıllarda, bizim ve diğer araştırmacıların yapmış olduğu çalışmalarda, hem Türk hem Rum kökenli Kıbrıslı bireylerde BRCA1, BRCA2 başta olmak üzere, ATM, TP53, uyuşmazlık onarımı genleri gibi genlerde ve hatta bazı hematolojik ve metabolik genlerde ada popülasyonuna özgü varyantların bulunduğunu bildirdik.

“Sağlık Bakanlığı bünyesinde genetik verilerin toplanması için birim oluşturulmalı”

 Bu tür yerel varyantların tespit edilmesi, hem tanısal testlerin daha doğru yorumlanmasını hem de önleyici sağlık stratejilerinin nüfusa özel biçimde planlanmasını sağlamaktadır. Örneğin, Kıbrıs popülasyonunda sık görülen bir mutasyonun belirlenmesi, erken tanı programlarında o bölgeye özgü gen paneli oluşturulmasına ve risk taşıyıcılarının daha etkin izlenmesine olanak tanır. Uzun vadede bu, toplum düzeyinde daha etkili ve maliyet açısından sürdürülebilir bir kişiselleştirilmiş sağlık hizmeti anlamına gelir. Yani, bu testlerin ada içerisinde yapılması, ulusal genetik verinin ada içerisinde toplanması hasta yönetimi açısından önemlidir. Elbette, Sağlık Bakanlığı bünyesinde bu genetik verilerin toplanması için bir birim oluşturulması önemlidir. Şiddetle vurgulamak istiyorum ki, genetik testlerin ada içerisinde yapılması ve yurt dışına gönderilmemesi çok ama çok önemlidir. Bu testler yurtdışında çalışılsa bile, Sağlık Bakanlığı’na, bu genetik verinin bildirilmesi zorunlu olmalıdır.

Bizim yapmış olduğumuz bir çalışmadan bahsetmek istiyorum. Türkiye’de yapılan ve bilimsel yayın olarak basılan çok merkezli bir projede, biz de Kıbrıs’ın kuzeyindeki BRCA1 ve BRCA2 varyantlarını göndermiştik. Ve bize en yakın ülke olan Türkiye popülasyonundan bile, birçok farklı BRCA1 ve BRCA2 gen değişimlerine sahip olduğumuzu o çalışmada göstermiştik.

“Veriyi, ada içerisinde tutmak kadar, saklamak da önemlidir”

Soru: Uluslararası bilim camiası ile veri paylaşımı ne kadar yapılıyor? Bulguların global genetik veri tabanlarında yer alması neden önemli?

Prof. Dr. Ergören: Biyoteknolojinin de gelişmesiyle, Kıbrıs’ta yapılan genetik çalışmaların uluslararası bilim camiasıyla paylaşımı son yıllarda giderek artıyor. Üniversitelere bağlı araştırma hastane ve merkezlerinin varlığı hakikaten önemlidir. İnsan ve popülasyon genetiği benim doktora alanın olduğu için, ben ve ekibim, Kıbrıslı bireylerde saptanan genetik varyantları yalnızca yerel ölçekte değil, uluslararası veri tabanlarıyla entegre edilecek biçimde yayınlamayı ve açık bilim prensipleri doğrultusunda paylaşmayı hep hedefledik.

Bu tür verilerin, ClinVar, dbSNP, gnomAD gibi küresel genetik veri tabanlarında yer alması son derece önemlidir, çünkü bir varyantın patojen olup olmadığını anlamak, o varyantın farklı popülasyonlardaki sıklığıyla doğrudan ilişkilidir. Kıbrıs gibi küçük ama genetik açıdan heterojen ve izole popülasyonlardan elde edilen veriler, bu küresel referans havuzlarına eklendiğinde, hem Kıbrıslı bireylerin test sonuçları daha doğru yorumlanabilir hale gelir, hem de dünya genelinde genetik tanı ve tedavilerin doğruluğu artar. Bu bağlamda, ulusal genetik veri tabanı kurulmalıdır. Bu tek bir üniversite ya da tek bir merkez ya da devlete bırakılmamalıdır. Üniversiteler, akademisyenler, devlet, meslek örgütleri birlikte hareket etmelidir. Her şeyi devletten bekleyemeyiz ama yerel yöneticiler bu konuda öncü olmalıdırlar. Örneğin, Kıbrıs’ın güneyinde Cyprus Biobank kuruldu ve tüm genomik bilgiler bir araya toplanarak, Kıbrıs’ın genom haritası çıkartılıyor. Türkiye de dahil, birçok ülkede genom bankaları ya da genom birimleri kurulmuştur ve faaliyetlerini sürdürmektedirler. Veriyi ada içerisinde tutmak kadar saklamak da önemlidir.

Ayrıca, bir yerde toplanan ve uluslararası olarak paylaşılan bu genomik veriler, bilimsel iş birliklerini ve translasyonel tıp araştırmalarını da teşvik eder. Yani yerel bir keşif, küresel anlamda hastalık mekanizmalarının daha iyi anlaşılmasına katkı sağlar. Uzun vadede bu, sadece bilimsel üretkenliği değil, Kıbrıs Türkü’nün uluslararası araştırma görünürlüğünü de artıran bir adımdır.

Özel Haber Haberleri