So Kolektif’ten cesur, deneysel, keşifçi, meydan okuyan, adalı, paylaşımcı, disiplinlerarası bir yerli üretim: KISSA

Kendi metinlerini yazan, kendi oluşumları içinden yönetmen ve oyuncu meselesine çözümler getiren, kolektif bir yapı içerisinde birçok açıdan meydan okuyucu, cesur üretimler ortaya çıkaran kolektifin hikayelerine biraz daha yakından baktık.

Murat OBENLER

So Kolektif hayata, sanata ve tiyatroya zümresel ve elitist değil de üretme, derdini anlatma, anlatarak çoğalma gayesiyle yaklaşan,“derdinin delisi” kişilerden oluşan bir topluluk. Kendi metinlerini yazan, kendi oluşumları içinden yönetmen ve oyuncu meselesine çözümler getiren, arkadaşlığın, sevginin, beraber üretme ve yaratma aşkının doldurduğu yelkenlerle engin denizlere yelken açarak kolektif bir yapı içerisinde birçok açıdan meydan okuyucu, cesur üretimler ortaya çıkaran kolektifin hikayelerine biraz daha yakından baktık. KISSA projesini oluşturan Erdoğan Kavaz’ın yazıp yönettiği ve Ozan Uykur’un oynadığı “Laylon”, Şaziye Konaç’ın yazıp yönettiği ve Gülsefa Dede’nin oynadığı “Mercan”, Salamis Ayşegül Şentuğ Tuğyan’ın yazdığı, Fehmi Öztürk’ün yönettiği ve Tünay Konti’nin oynadığı “Ya Sonra” ile Nejdet Serkan Sadıkoğlu’un yazıp yönettiği ve Hasan Türksever’le birlikte oynadığı “Random Kahkaha” ekibinin çoğunluğuyla projenin sahnelendiği Narnia Bar’da buluşarak keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.

“Var olmak için deliliğe ihtiyacımız var. Bizim derdimizin delisiyiz. Burada bir araya gelen herkes bir parça bu delilikten tatmak ya da daha iyi hissetmek için buradadır”

Bu proje adeta bir delilik işi oldu. Siz deli misiniz gerçekten?

Evet(Hep bir ağızdan)

Tuğyan: Var olmak için deliliğe ihtiyacımız var.

Kavaz: Bizim derdimizin delisiyiz. Burada bir araya gelen herkes bir parça bu delilikten tatmak ya da daha iyi hissetmek için buradadır. Biz burada çok normal hissediyoruz. Bazı dalgaların boyunu göremesek de yüzme biliyoruz, bazen batıp bazen çıkıp denizde sörfümüzü yapıyoruz. Bütün yaşadığımız bu delilik bizim sörf zamanımız. Denize güvenmek, dalgaya güvenmek, emeklerimize güvenmek, kendimize güvenmek ve sonuçta buradayız.
Bir şeyin olurunu olmazını hissetmeden, bilmeden insanların bir iş yapamaz olduğunu görüyorum. Hislerine güvenmeden, o tanıdık kimliğine güvenmeden iş yapamaz oldular. Bu bizlerin kanayan yarası olabilir. Kollektifte suçlanmak, ayıplanmak, beğenilmemek, ayıplanmak bizi kahreder ve bu da bütün üreticiliğimizi kısırlaştırır. Bu olur-olmaz deliliğine düşmemek ve bunu konuşmamak için çok meşgul olmamız lazım. Ben onu üretmekten yana kullanmak isterim. Bu ekiple hayatımın hizalanması bu açıdan benim şansımdır. Buradan daha neler çıkacağı, daha kimleri mıknatıslayacağı konusunda da heyecanlıyım.

Kavaz: “Bizim yok olmayan cesaretimiz var. Açık niyetimiz var”

Dışarıdan baktığımızda sizin bütçeniz yok, mekanınız yok(ki bunlar bir tiyatro için çok ciddi eksikliklerdir) ama tiyatro metni yazmak, yönetmek ve sahnede oynamak isteyen çok heyecanlı, istekli ve dinamik bir ekibiniz var. Buradan üretilen sinerji ile sanıyorum daha nice projeler izleyeceğiz. 
 

Kavaz: Burası Narnia Bar’dır ve burası bize mekanı vermeseydi bu oyunun sahneleneceğini düşünmezdim. Yokluk bize bir cesaret ve yaratıcılık verdiği için bu proje hayata geçiyor. Bizim yok olmayan cesaretimiz var. Açık niyetimiz var. Bir yerlerde ise cesaret yoktur, yürek yoktur.

Tabi ki bu proje So Kolektif’in doğuşu değil. Bu işin ilk başlarında kimler vardı, nasıl ve hangi ihtiyaçtan doğdu? Ve sonrasında denizde nasıl yüzerek buraya geldi? Tek ve hür ağaçlar buluşup çok güzel genç bir orman yaratmışsınız hissi veriyor bana KISSA projesi.

Kavaz: Biz Şaziye ile birbirimizden habersiz bu istasyoncu (farklı istasyonlarda oyun) fikre giriştik. Ben 2017’de Tiyatro Maki ile Naci Talat Vakfı’nda “Yaşayan Sergi” adlı buna benzer bir iş yapmıştım. Orada seyirci tek bir rehber eşliğinde tüm o özel yaratılmış istasyonları gezerdi. Yıllar sonra Şaziye ile karşılaşınca onun serüvenini dinledim ve yine böylesi bir işe girdim.

Konaç: Kıbrıs’a yeni gelip insanlarla tanıştığım zaman bir grup yazar, yönetmen, şaire farklı monologlar yazıp her birinin farklı yerde oynanması üzerinden bir fikrim olduğunu anlattım ve herkes çok heyecanlandı. Bundan daha büyük bir gruba anlatmıştım ama sonuçta böyle bir ekip toplandı ve bizler için yeterli olan bu ekiple işe giriştik. Bu yazar ekibine bir şiir göndermiştim. Bu şiiri okuyup düşüncelerini istedim ve bu şiir üzerine neler yazılabileceğini konuştuk. Teknik kurallarını da anlattım ve Erdoğan’ın da dürtmeleri ile süreç hızlandı. Salamis ve Erdoğan hemen metni yazdı, ben ve Neco da yazarak sürece dahil olduk.

Tiyatroda yaratımın, sanatsal üretimin temeli yazımdır. O yüzden bu süreçten biraz daha bahsetmenizi rica ediyorum. Bu metinlerin konu olarak birbiri ile bağlantısı var mıdır?

Konaç: İlk aşamada herkes monologlarını yazıp attı, bizler de baktık ve herkes oyuncusunu, yönetmenini seçerek çalışmalar başladı. Salamis, Fehmi’yi yönetmen olarak seçti, ben daha önce de çalıştığım Gülsefa’yı oyuncu olarak seçtim.

Bu monologların yazımı sırasında metinde değişiklikler oldu mu?

Kavaz: Ben zaten uzun zamandır kazanımda kaynayanları ortaya koymayı istiyordum. Oradan bir çıkış noktası bulup ben de yazmaya başladım. Oynayarak yazdım, orkestre ederek, müziğini duyarak yazdığım bir işti. Sonra çıkarıp onu demlenmiş halde masaya koydum.

Sadıkoğlu: Beni Nehir Demirel ve Erdoğan Kavaz yazar-yönetmen olarak önerdi. Benim ilk yönetmenlik deneyimim oluyor ve başka oyuncularla da çalışma durumum vardı ama sonuçta bu karakter için sanki de Hasan’ı düşünerek yazılmışçasına hissiyatı verdiği için Hasan ile birlikte oynamaya karar verdik. Doğru bir cast olduğunu düşünüyorum.  Güzel bir deneyim oluyor. Benim tiyatroya bir bakış açım var ve ona uygun bir monolog yazmak istedim. Seyirciyi de oyunun içine katmak istedim. Onların da hikayenin içinde bir rolü olsun istedim.

Kavaz: “Her şey bu proje için hizalanmış gibi hissederim. Şiir tetikleyici oldu”

Hikayelerin birbirinden farklı olması veya birbirleri ile paralellik göstermesi gibi bir hassasiyetiniz oldu mu yoksa herkes serbest monoluğunu yazdı?

Tuğyan: Şiir ortak temaydı ve herkes oradan cebindekileri de birleştirerek kendi metnini yazdı. Şiir Seyithan Kömürcü’nün bir şiiriydi. Oyuncularımız o şiiri hiç görmedi. Şiir sadece bir çıkış noktasıydı.

Kavaz: Bu ekip bir şeyler üretmek için uzun zamandır bugünü bekliyormuş gibi oldu. Her şey bunun için hizalanmış gibi hissederim. Şiir tetikleyici oldu. Örneğin Necdet bir oyuncu olarak hem oynadı hem hikaye anlatıcısı oldu bu süreçte. Oynayarak ilerletmesi, o atmosferin içinden kendi düşünce dünyasını ve anlayışını yazarak ve o süreçte Hasan’ı süreçte görmesi ve gördüğünü uygulayarak dahil etmesi beni iyi anlamda şaşırtmıştır.
Örneğin sinemacı Fehmi Öztürk, “Ya Sonra”yı yöneterek sinemadan tiyatroya köprü kurmuştur. Tüm arkadaşlarımıza böylesi bir alan tanıdığımız için de çok mutluyuz. Her biri oyunlarla birer konsepti buraya getirmiştir.

Tuğyan: “Arafta olan karakterleri yazmayı çok severim. Gözlerinin kapalı olması fikri herkesin kendi karakterini hayal etmesine alan bırakır. Herkesin Anna Karenina’sı bir değildir”

Şiir dediniz siz ama zaten sanatta hep bir türlerden etkileşim, ilham, yeniden yaratım, uyarlama, türler arası, disiplinler arası geçiş oluyor.

Tuğyan: Ben de ressam Juan Gris’den etkilendim. Köşelerle, köşeleriyle ünlü kübist bir ressam... Ben limbo, arafta olan karakterleri yazmayı çok severim. Üst kurgu, meta kurgu çok sevdiğim ve kendimle özdeşleştiğimi düşündüğüm bir tür. Aklımda yine bir roman karakterimi anlatma fikri vardı ve tiyatroya bunu nasıl uygularımı düşünürken bu distopya fikri ve yazılmayı beklemek hali çıktı. Gözlerinin kapalı olması fikri herkesin kendi karakterini hayal etmesine alan bırakır. Herkesin Anna Karenina’sı bir değildir noktasından bir belirsizlik yaşama, önünü görememe haliyle, tekinsizlik hissiyle vermek istedik. Fehmi de tam da benim hayal ettiğim gibi bu hissi çok iyi bir şekilde oyuna uyarladı ve gözün kapalı olması ile metnin en iyi halini oyuna sokmuş oldu. Tam da benim arzuladığım gibi oldu. Tünay da sanki uzun zamandır köşegende yaşarmışçasına bu karakterle özdeşleşti.

Tünay Konti: İnsanlar çıkışta yuvarlak olduğuma şaşırırlar(gülüşmeler)

“Bugüne kadar 5 arkadaş 28 kez ayni meseleyi oynadılar. Bu başlı başına kendi hayatlarına ve mesleğe dair bir meydan okumadır. Bütün konvansiyonel yapıya olan tavrı da kırmaktır”

Yönetmen koltuğundan oyunculukları nasıl değerlendirebiliriz?
Kavaz: Yazar-yönetmen konusunu konuşurken oyunculuğu da dahil edersek bugüne kadar oyuncu arkadaşlarımız 7x4 yani 28 kez ayni meseleyi oynadılar. Değişen seyirci, hava şartları ve biyolojik şartlar ile arka arkaya yapmak başlı başına bir performanstır. Ve başlı başına kendi hayatlarına dair, mesleğe dair bir meydan okumadır. Bütün konvansiyonel yapıya olan tavrı da kırmaktır. Buna özellikle değinmek istedim.
Şaziye Konaç: Bu izleme sıralaması da çok etkiliyor. Neco’dan gülerek, Gülsefa’dan ağlayarak çıkar seyirci. Gittikleri yerde başka bir enerji ile oturup diğerini izlerler. Oraya başka bir şey verip ve başka bir şey alırlar. Her performans farklı ve tektir.

“Sadıkoğlu: “Kendi metinlerimizi kendimizin yazdığı bir tiyatro yapmamız çok değerlidir”

Konvansiyonel tiyatroda yönetmen, ekip ve oyuncular bir sahnede buluşup oyunu yoğun bir şekilde çalışır ve çıkarırlar. Burada 4 yazar, 4 yönetmen ve 5 oyuncu var. Herkes bir zaman diliminde ayrı ayrı ve farklı mekanlarda dar ekipler halinde mi çalıştı? Yoksa günlük bir çalışma programı mı uyguladınız?

Konaç: Toplantı olarak ilk buluşmayı benim evde yaptık. Birbirimize oyunlarımızı okuduk ve orada Mercan özelinde dili konusunda neden İstanbul Türkçesi olduğunu sorguladık. Hikâye bir Kıbrıs hikâyesi, yazarı Kıbrıslı, izleyicisi de çoğunlukla buralı. Durup metni baştan Kıbrıs şivesine dönüştürdüm.

Sadıkoğlu: Benim için kendi metinlerimizi kendimizin yazdığı bir tiyatro yapmamız çok değerlidir. Özel tiyatrolarda bir hareket oluyor. Şaziye’nin yazıp yönettiği “İde İle Temizlik Günü” adlı çocuk oyunu çıktı. Erdo’nun yazıp yönettiği çocuk oyunu “Zack ve Lin: Multiverse” çıktı. Bu projede 4 yazar,4 yönetmen ve 4 kendi yerli üretimimiz var. Nehir Demirel ile “bir Kıbrıslı Türk ve bir de Kıbrıslı Rum oyuncunun ingilizce olarak oynadığı “Cut” adlı oyunu yazdık. Kendi metinlerini yazan bir tiyatronun olması çok değerlidir. Bu deneme cesareti anlamında bile çok değerlidir.

Kavaz: “Taze kalmak meselesi, diri kalmak, yeniliklere açık olmak ve bunları deneme isteği bile başlı başına bir harekettir”

Bu kişilerin genç kuşaktan insanlardan oluşması da ülke tiyatrosunun kısa ve orta vadede geleceği açısından çok umut vericidir. Ben So Kolektif için şairin dediği gibi tek başlarına hür, bağımsız ve bir orman gibi kardeşçesine kollektif bir ruhla diye nitelendiriyorum bu oluşumu.
 

Konaç: Yazma meselesi gerçekten çok önemli. Birkaç seyirci metinleri sordu ve biz yazdık deyince “Nasıl yani?” gibi hayret belirtileri gösterdiler. Bu çok hoşlarına gitti. Biz yazmaya da, oyunlar çıkarmaya da, üretmeye de geliştirerek kolektif olarak devam etmek istiyoruz. Edebiyat, sinema, şiir, müzik ve dahasını da katarak beslenerek üretmek de istiyoruz.

Kavaz: Daha keşifçi, deneysel işler yapmak istiyoruz. Kırmızı perdede, çerçeve sahnede yapılan işlerin de niteliği artmak zorunda çünkü işleri çok zorlaştı. Konvansiyonel işler sinemada da tiyatroda da devam etsin ama yaşla ilgili olmayan taze kalmak meselesi, diri kalmak, yeniliklere açık olmak ve bunları deneme isteği bile başlı başına bir harekettir. Provalara gelince ilk herkes kendi alanında çalıştı. Sonra da bir araya gelerek bir genel prova aldık.

Konti: “Mezuniyetten sonra ilk projem olduğu için daha başka bir heyecanla başladım. Bu köşegenlik düşüncesi bana serbest davranma hissini de getirdi. Seyircilerin gözlerinin kapalı olması kesinlikle benim için farklı bir deneyimdi”

Oyuncu tarafında nasıl gelişti prova süreçleri?

Ozan Uykur: Laylon oyunu için yönetmen Erdo ile kafeler, evler, KTÖS sahnesi gibi çeşitli yerlerde çalıştık. Son olarak da Narnia’da prova alarak süreci tamamladık.

Gülsefa Dede: Biz belli aralıklarla evde çalıştık. Çok yoğun çalışmadık. Ben bu yıl mezun olduğum için önce iki çocuk oyununda arka arkaya yer aldım, sonra bu oyun geldi. Bu açıdan çok şanslı hissediyorum. Ozan(YDÜ) dışında herkes GAÜ mezunudur. Onu sadece ismen biliyordum ama başka okuldan mezun birisiyle aynı projede yer almak beni çok mutlu etti.

Tünay Konti: Projeye başlamadan önce ne bizim oyunun yönetmeni Fehmi Öztürk ne de yazar Salamis’i tanıyordum. Erdoğan hoca sayesinde bu projeye dahil oldum. Benim mezuniyetten sonra ilk projem olduğu için daha başka bir heyecanla başladım. Normal bir karakter gibi olmayan, daha farklı bir dünyanın karakteri gibi her olasılığa açık bir karakterdi. 3-4 provadan sonra metinde kendimden de bir şeyler buldum ve aslında ben köşegenmişim diye düşünmeye başladım. Bu köşegenlik düşüncesi bana serbest davranma hissini de getirdi. Seyircilerin gözlerinin kapalı olması kesinlikle benim için farklı bir deneyimdi. Ağlayan oldu, gülen oldu. Kısacası benim prova ve oyun sürecim çok değişik ilerledi ama aynı zamanda bana çok şey kattı. Ben gözlerimiz kapalı olduğu için benim fark etmediğim şeyleri seyircinin fark ettiğini gözlemledim. Gözlerin kapalı olması farklı duyuları ortaya çıkarıyor.
İlk kez tanıştığım yönetmen Fehmi Öztürk ile ilk provamızı tostçuda yaptık. Oyuncu da olan Ali Moda arkadaşımız da değerli varlığıyla projemize çok şey katıyor.

Ali Moda: Genel olarak projenin varlığının adada tiyatroya çok şey kattığını düşünüyorum. Ya Sonra ise her izlediğimde farklı şeyler hissettiğim bir proje oldu. Her oyunda farklı bir yere evrildiğini hissediyorum. Herkes oyundan kendi hikayesini alıyor. 

Hasan Türksever: Ben Tünay ve Gülsefa ile birlikte yeni mezun oldum. Düşünmeye fırsat bulmadan kendimi projenin içinde buldum. Neco ve Erdoğan hocaya bir teşekkür etmek isterim. “Random Kahkaha” da hiç konuşmadan mimiklerimle oynuyorum. Daha önce çalıştığım yerlerden birisinde dilsiz olduğu için konuşamayan Murat abimiz vardı ve manavda beni en çok güldüren insan oydu. Hayatta konuşmadan da mutluluk yaratılabilir, derdimizi anlatabiliriz. Ben bu oyunda biraz bunu da seyirciye göstermek istedim. Benim 27 Mart’ta gözleri az ve puslu gören bir aile dostumuz oyunu izlemeye gelecek. Özel gereksinimli bireyler de bu oyunu takip edebilir. Annem yürüyemezdi ve buradan bir yardımla onu tiyatro ile buluşturduk.

Gülsefa Dede: Mercan’ın hikayesi benim dönemimin hikayesi değil ama ortak ve bizden bir hikaye.

Konaç: Mercan oyunu bağlamında seyirci etkileşimi ile ilgili insanların Gülsefa’ya veya bana gelerek “Bu sizin hikayeniz mi?”, “Siz Baflı mısınız?” diye soranlar oluyor ve bu bizi çok mutlu ediyor. Hikaye ortak olduğu için herkes etkileniyor. İnsanlar oyundan sonra bize sarılıyorlar. O duygusal geçişi somut olarak yaşamak çok etkileyiciydi.

Konti: Benim arkadaşlarım oyunu izlemeye geldikten sonra yapılan bir sohbet esnasında enerji konusu geçiyordu. Negatif bir enerji gönderdikleri için Laylon oyunu etkisinde 777 iptal ettim, 777 iptal ettim deyip evrene gönderiyorlardı.

Kavaz: Seyircilerin izleme sekansı değiştiği için damakta kalan tat gibi her sefer başka bir tat ve his yaratacaktır.

Konaç: Bazı seyircilerimiz ikinci kez geldiler ve yanlarında başkalarını da getirdiler. Bu da çok motive edici bir gelişmedir.

Sadıkoğlu: Oyuncu olarak da 15 dakikalık bir oyunu 4 defa üst üste oynamanın ilginç bir deneyim olduğunu söyleyebilirim. Bir tiyatro sahnesinde değil de seyirciyle iç içe oynamak da bir farklılıktır. Bir seyircinin oyuncudan neredeyse daha fazla konuştuğu bir oyun deneyimi de yaşadım(Bu da güzel bir deneyim). Oyuncu arkadaşlarla da konuştuğumuzda bu 4 defa üst üste oynama deneyimi kolay kolay deneyimlenen bir şey değildir ve her oyun arasında 15 saniye seyirci değişim molasından sonra tekrardan farklı bir deneyimle(ruh haliyle) size gelen bir seyirciye oynamak da ilginç oldu bizler için.

Oturma mecburiyeti olmaması, alkollü içeceğini alıp rahatça izlemesi, telefonla fotoğraf-video çekebilmesi gibi faktörler bu tiyatronun geleneğinde mi vardır yoksa sizler bu konsepte bunları eklediniz?

Sadıkoğlu: Biraz da mekânla özdeşleşen bir durum var ortada. Burası bir bardır ve burada alkol kullanılır, bu oyunda da arzu eden kullanabilir. Bu oyun bir kilisede oynansaydı oranın konseptine uygun bir durum ortaya çıkacaktı. Aslında mesele hikâye anlatıcılığının çeşitlendirilmesidir. Eskiden insanlar bir ateş başında hikâye anlatırdı.

Konti: Alkol kullanabilme seçeneği insanlarda bir özgür olma hissi yaratıyor ve onları buraya çekiyor olabilir.

Kavaz: “Olmazların içinde bir şeyleri yaşanır kılmaya, yaşanır bir şey bulmaya veya bununla yaşamayı öğrenmeye çalışıyoruz”

Konaç: “Anlatalım ve asla unutmayalım değil de anlatalım ve yaşayalım istiyorum. Bizim toplumumuzda bazı evlerde, bazı ailelerde bazı şeyler hiç konuşulmamış, hiç anlatılmamış.”

Tuğyan: “Bütün oyunlarda aslında anakronis bir yapı var.”

Sadıkoğlu: “Bu bir düş ve tiyatro ile bu düşü seyirciyle paylaşıyoruz. Bu meslekte en çok sevdiğim şeylerden birisi gerçek hayatta deneyimleyemeyeceğimiz bir şeyin sunumunu yapabilmemizdir”

Sorduğu cesur sorularla zihin açıcı, sorgulayıcı ve sorgulatıcı, yapı bozucu,  interaktif, oyunların da birbiriyle kesiştiği ve ayrıldığı, giriftli, arakesitli yapısıyla, seyircinin hissettiğini anında dışa vurmasıyla kendine has bir deneyim olarak görüyorum KISSA’yı.

Kavaz: Laylonda ben bunu yaşıyorum. Ozan’a insanların kafasına daha fazla birşeyler ekebilmek adına geçişlerin daha sert ve uçurumlu olması ve etkinin daha mizahi olmasını istedim. Daha yavaş oynadığımızda daha fazla düşünmeye vakti olacak ve daha az mizahi reaksiyon alacağız (Laylon’un gevezeliğinden bahsederim). Bir sürü soru ve konu var söylediğin gibi. Varlık ve ölüm, geriye gitmek ve nostalji, jenerasyonlar arası fark ve büyümek.
Olmazların içinde bir şeyleri yaşanır kılmaya, yaşanır bir şey bulmaya veya bununla yaşamayı öğrenmeye çalışıyoruz. Distopik bir karakter de olsa, ya da çok gerçek ve 25 yıl önce yaşadığı yere gitse de yine orayı yaşatmaya çalışırız. Taze tutmaya çalıştığımız şeyler var. Bazı şeylerin enerjisinden alırız. Belki bizi aşağıya çeken şeyler de vardır. Belki bazı konuları daha fazla sorgulamayı düşünmek gerek.

Salamis: Bütün oyunlarda aslında anakronis bir yapı var.

Konaç: O acıyı anlatma, o sağaltım için beni mutlu eden şeylerden birisi de budur. Sanki içten içe biraz da bunun için yazdığımı düşünürüm. Anlatalım ve asla unutmayalım değil de anlatalım ve yaşayalım istiyorum. Bizim toplumumuzda bazı evlerde, bazı ailelerde bazı şeyler hiç konuşulmamış, hiç anlatılmamış. Hayatın telaşı içinde ölümün yasını bile tutamamışlar. Bazı seyircilerin bizimle bu hikayeyi dinlemesi, yaşaması, deneyimlenmesi hatta ağlaması iyi bir şeye hizmet ediyormuş gibi geliyor.

Sadıkoğlu: Ölüm teması üzerinde düşündüğüm bir konuydu ve Random Kahkaha’da benim naçizane sevdiğim çatışma ölüm, acı, veda, ayrılış meselesine başka bir bakış açısı getirmesiydi. Ölüm var ama öldüğümde beni orada en yakın arkadaşım bana şaka yaparak karşıladı ve bana bu şakayı yapabilmesi için diğer ölüleri de topladı. Bu bir düş ve tiyatro ile bu düşü seyirciyle paylaşıyoruz. Bu meslekte en çok sevdiğim şeylerden birisi gerçek hayatta deneyimleyemeyeceğimiz bir şeyin sunumunu yapabilmemizdir. Trajik bir meseleye başka bir bakış getirmek.

Salamis: Stoik bir yaklaşım.

Kavaz: “Bu tetikleyici unsuru yakalayabilmemiz için önce biz üreticilerin o küsmemiş tavrını giyinip gelmemiz gerekir. Bir şeyin olurunu olmazını konuşmaktansa üretmek zorundayız”

Oyunun başkalarına da ilham olması sizde nasıl karşılık buluyor?
Kavaz: Buradan ayağı geçmemiş birisi burada ne yaptığımızı anlayamayabilir çünkü çok fazla referans yoktur. Meslektaşlarımızın, üretici insanların desteği çok önemli ve çok makbule geçer. Böyle böyle birbirimize hatırlatacağız ve belki de o da stüdyoda yarım kalan kompozisyonunu bitirecek. Bu tetikleyici unsuru yakalayabilmemiz için önce biz üreticilerin o küsmemiş tavrını giyinip gelmemiz gerekir. Bir şeyin olurunu olmazını konuşmaktansa üretmek zorundayız. Nicelikten çok nitelik bazlı işler yapmayı tercih ediyorum. Buradaki insanların niteliklerine olan güvenimiz bizi bir araya getirir.

Kavaz: “Bu delilik halini herkesin kendi hayatında uygulamasını dilerim. Biz diğer disiplinlerden arkadaşlarla hep beraber bir şeyler yapmaya hazırız. So Kolektif asla elitist bir topluluk değildir ve olmayacaktır”

Biz KISSA’da sizleri görüyoruz ama So Kolektif’te daha başka arkadaşlar da var değil mi?

Kavaz: Üretmek isteyen herkese bu kolektifin kapıları açıktır.
Konaç: Bizim bu metinlerimizi duyup ben de yazmak isterim diyen 2-3 kişi oldu ve bu alandan bağımsız birkaç kişi de bize ilham verdiniz dedi. Hem şaşırdım hem de sevindim.

Kavaz: Delilikle başladık madem delilikle bitirelim isterim. İnsanlar “Napan be iyi misin? Değilsin o zaman delirdin.” der ve seni yargılamaya başlar. Sen artık başka bir köprüden geçip başka bir kıyıya geçmişsindir ve geri dönmeyeceksin. Sonra da senin yanına yüzüp gelerek sana 2.soruyu soracak: “Bana da öğret, nasıl yaptın?” Bu delilik provoke edicidir, tatsızdır, belki hiç gereği yoktur, belki yersizdir ama bizim üretimden yana olan tavrımız hep sürecektir. Bu delilik halini herkesin kendi hayatında uygulamasını dilerim. Tiyatro, hikâye anlatmak sadece bunlardan biridir. Bizler diğer disiplinlerden arkadaşlarla hep beraber bir şeyler yapmaya hazırız. Bir zümre değildir. Asla elitist bir topluluk değildir ve olmayacaktır. So Kolektif en çok da seyirciye yakın olmak ister. Üretmek ister, derdini anlatmak ister, çoğalmak ister, büyümek ister.

Kavaz: “İki toplumlu değil de çok kültürlü bir yerden bakıyoruz ve devamında da böyle üretimlerimiz olacak”

Önümüzde başka coğrafyalar başka mekanlar var mıdır sizi seyirciyle buluşturacak?

Kavaz: Mağusa’da 29 Mart’ta KÜKOM’da seyirciyle buluşacağız. Buradaki aynı yaklaşımla orada da derdimizi anlatacağız. Güneyde de oynayabilmek için dil bariyerini de çözeceğiz. Bu ülkede yaşayan birçok milletten üretici arkadaşlar ile yakın temastayız. İki toplumlu değil de çok kültürlü bir yerden bakıyoruz ve devamında da böyle üretimlerimiz olacak.

Kültür & Sanat Haberleri