Sistemin kadını daha fazla ezdiği düzende Mağusa’dan gür bir çığlık geldi: “Üç Ayna”

Özgür Sanat Tiyatro ve Kültür Derneği’nin yeni oyunları “Üç Ayna” ekibi ile buluşarak hem sanatsal kaygıları olan, üç kadının eşitlik,özgürlük çığlıklarını sahneye yansıttıkları yeni oyunlarını hem de Derneğin amaçlarını ve hedeflerini konuştuk.

Murat OBENLER

Özgür Sanat Tiyatro ve Kültür Derneği’nin çiçeği burnunda yeni oyunları “Üç Ayna” ekibi ile buluşarak hem sanatsal kaygıları olan, üç kadının eşitlik,özgürlük çığlıklarını sahneye yansıttıkları yeni oyunlarını hem de Derneğin amaçlarını ve hedeflerini konuştuk. Ulrike Meinhof’un hapishane odasından bir italyan genç kadının zaman ve sorumluluk baskısı altında ezilen kabuslarla dolu uyanışına ve oradan da Akdeniz’in Kıbrıs adasına uzanan dramaturjisiyle hepimize tiyatrounun ışığını tutan “3 Ayna” ekibi ile keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.

Uygar: “Sanatçı özgür olmalıdır ve özgürce üretebilmelidir”

Derneği hangi ihtiyaçtan kuruldu? Ve nasıl bir kuruluş süreci yaşadınız?
Dernek Başkanı ve oyuncu Meryem Uygar: Mağusa’da tiyatro konusunda hayallerimizi hayata geçirebileceğimiz bir çatı ihtiyacı vardı. Çeşitlilik anlamında çok zengin olmayan Mağusa’da bu çeşitliliği yaratacağımıza inanıyoruz. Tiyatro yanında birçok farklı sanat dalını da kapsayacak bir dernek oluşturmak istedik.
Demokrasiye sıkı sıkıya tutunmamız gereken bir dönemden geçiyoruz. İfade özgürlüğü de temel hakkımızdır. Sanatçı özgür olmalıdır ve özgürce üretebilmelidir. Sanat insanı özgürleştirir,yaşadıkları kalıpları sarsar, kalıpların dışına çıkmasını sağlar. Bu amaçla yola çıkan insanlar olarak Özgür Sanat Tiyatro ve Kültür Derneğimizi kurduk. Tiyatro önceliklidir. Tiyatronun dönüştürücü etkisine inanıyoruz.
Yönetmen Mehmet Ulubatlı: Önce kendimiz için birşeyler yapmak ve bu yaptıklarımızı da yurttaşlarla paylaşmak için arkadaşlar bir kültür derneği kurma yoluna girdiler. Tiyatro konusuda arkadaşların heyecanını beğendim ve ben de tiyatro ekibine dahil oldum.  Neden önce kendimiz için dedim çünkü önce biz önce ruhlarımızı canlı tutabilmeyi amaçlıyoruz. Ülke öylesine kötü bir noktaya gelmiş durumdadır ki, moral motivasyon,ekonomi dibe vurmuştur. Biz de ruhumuzu olsun hayatta tutabilmek için tiyatroyla başladık.

M.Ulubatlı: “Usta-çırak yöntemi tiyatroda en geçerli yoldur”

Bu birlikteliği kuran insanlar daha önce birbirlerini tanıyorlar mıydı yoksa herkes farklı bir gemiden bu limana mı indi?
Meryem Uygar: Tesadüfen yollarımız karşılaştı diyebiliriz. Pandemiden önce(Ocak 2020) bir tiyatro topluluğu ile ilgili bir ilan görüp katılmaya karar vermiştim. Mehmet, Leyla ve Derya Ulubatlı ile orada tanıştık. Çok iyi bir uyum yakaladık. Benim aklımda her zaman Mağusada bir tiyatro derneği kurma fikri vardı. Bütün sanatçıları biraraya toplamak,birlikte üretmek, ürettiklerimizi halkla paylaşmak hayalimiz için somut bir adım atarak Derneği’mizi kurduk. Araya pandemi girince benim aklıma birkaç proje geldi. Bir gece Leyla Ulubatlı’yla yazıştık ve heyecenlı yazışmalarımızın sonunda bir oyuna karar verdik. Hüseyin Bahca ile konuştuk. Derya ile konuştuk,meslektaşım Gaye ile konuştuk.
Ekibi oluşturduk ama Mehmet abisiz olmaz dedik. Pandemi sonrası Mayıs ayında Mehmet abiyle özel de konuştum ve çocukluktan itibaren tiyatro eğitimi almayan birisi olarak onun bilgi ve tecrübelerinden yararlanmak istediğimizi söyledik. Bir ustamız olsun ve beni(bizi) yetiştirsin istedim. Mehmet Ulubatlı: Usta-çırak yöntemi tiyatroda en geçerli yoldur(ingilterede hala daha öyledir).Türkiye ve burda mektepli de mektepli diyerek olayı abartıyorlar. İyi ki de alaylıyız.

Uygar: “Oyunun gizli kahramanı,mimarı ve yaratıcısı Leyla Ulubatlı’dır.”

Siz ödenekli bir tiyatro değilsiniz.Çalışma sisteminiz nasıldır? Örneğin sezonluk oyun programlaması veya oynanacak oyunlar listeniz var mı?
Meryem Uygar: Bir liste oluşturmuştuk ancak Dario Fo oyunlarının başka bir hikayesi var. Aralık ayında oyunlarımızı listelerken kurucu üyelerimizden olan Gaye arkadaşımız 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü dolayısıyla bir oyun hazırlamamızı önerdi ve bu güzel öneri üzerine Leyla Ulubatlı, Mehmet Uluatlı ve ben bu oyunun ne olacağı konusunda görev aldık. Kadın-erkek eşitliği, insan hakları,demokrasi gibi konulara eğilen oyunları olan Dario Fo’nun Kadın Oyunları’ndan Ulrike ve Uyanış’ı seçtik. Bizim dünya görüşümüze de uygun bir oyun çıkarmak istedik. Dario Fo’nun Ulrike oyunu uzun yıllar öncesini ve sorunlarını yansıtır ancak 1960’ların sonundaki Almanya’nın meselelerinin  hala daha sürdüğünü görmek bana ilginç geldi. Gaye arkadaşımız da oyunda rol alacaktı ama ailevi nedenlerden dolayı kadroda yer alamayınca ve buna pandemi şartları da eklenince biz oyunu 8 Mart’a çıkaramadık. Sonrasında Haziran-Temmuz hedefini koyarak koservatuar mezunu Gözde Öner arkadaşımıza ulaştık ve çalışmalara başladık. Daha sonra da Dervişe Güneyyeli Kutlu’nun dansını da oyuna eklemek istedik. O konuda yine Leyla abla yardımcı oldu,iletişim sağladı. Oyunun mimarı ve yaratıcısı Leyla Ulubatlı’dır. Dekordan, oyunculararası iletişime, oyun seçiminden yapıma kadar her şeyin mimarı oldu ve bu oyunun sahnelenebilmesinin gizli kahramanı oldu.
Çalışmalara benim evimde,avukatlık ofisimde, Leyla-Mehmet abinin evinde başladık. Bizlerin binası/lokali da yok maalesef. Çok kişiden bize bir çalışma yeri ayarlaması için yardım istedik ve sadece DAÜ bize bu konuda yardımcı oldu. DAÜ’ye minnettarız. Sponsorlarımız Halken Ltd.’ye,DAÜ-SEN’e,Armen Shipping CO’ya minnettarız.
 

M.Ulubatlı: “Bizim ülkede sanat yapılmasın diye özel bir gayret vardır”

Yıllar sonra tekrar yönetmen olarak Mehmet Ulubalı’yı görüyoruz.
Mehmet Ulubatlı: Benim bu işlere girmek istemememin nedenlerden biri de bu idi. Bizim ülkede sanat yapılsın diye değil de yapılmasın diye özel bir gayret vardır. Biz yeni kurulan bir derneğiz ve tiyatro yapmak için lokale ihtiyacımız var. Nerede çalışacağız ve nerede sahneleyeceğiz? Mağusada çok iyi bir kültür merkezi var. KÜKOM’de tiyatro için de kullanılabilecek donanımlı,iyi bir sahne imkanı da var ancak bunu oynayabilmek için çok özel lütuflara ihtiyaç var. Bizler özel ilişkilerimizle bunu başarabildik. Normalde prova da, oyun da ücrete dahildir. Meryem ve Dervişe ile haftada iki kez, Gözde ile haftada bir kez çalıştık. Zaman olarak daha fazla zaman olsaydı daha iyi bir oyun (dekor,ışık,prova vs.) sahneye koyabilirdik.
Bu oyundan elde edeceğimiz iki guruş paranın da % 17’sini devlete KDV olarak vereceğimizi söylemek isterim. Lüks tüketim malzemelerinden alınan vergi oranıdır bu. Sanatta bu olmaz,olmamalı.

Kutlu: “Kaça kaça dahil olduğum bir oyun oldu ama şimdi çok mutlu hissediyorum.”

Projeye nasıl dahil oldun? Sanıyorum Dario Fo’nun Kadın Oyunları’ndan “3 Ayna”ya dönüşme sürecinde senin de aktif fikir ve katkın oldu.
Dansçı Dervişe Güneyyeli Kutlu: Leyla Ulubatlı’nın beni araması ve oyunda dans olarak katkı koymamı teklif etmesiyle ilk girişim yapıldı.Ben birkaç kez reddettim çünkü hem 3 yıldır dans etmiyordum,spor yapmıyordum  hem de dernek işlerine çok girme taraftarı değildim. Dans bedensel enerji ister ve bu oyuna dahil olmaya karar verir vermez spora başladım. Mayıs ayı başında sporu tekrar hayatıma soktum. Kafamdakileri tam olarak sahneye yansıtabilmem için daha fazla zamana ihtiyacım vardı. Kaça kaça dahil olduğum bir oyun oldu ama kendimi şimdi çok mutlu hissediyorum.

Senin dans kareografisi çıkartma sürecin nasıl oldu?
Dervişe G.Kutlu: Oyunları istedim ve okudum ama esas olarak Gözde ve Meryem’i sahnede izlediğim zaman kafamda birşeyler oluşmaya başladı. İki oyunu dans olarak nasıl sahnede buluşturabilirim üzerine kafa yordum. Benim için anahtar sözcükleri alarak (sessizlik,gece,gündüz, uyuyun vs.) onlar üzerine çalıştım. Daha ortada hiç bir okuma vs.yokken Leyla abla bana ne istersin diye sorduğunda “Ayna isterim.3 tane dedim” dedim. Aynalar ayak yaptırılıp sahneye tozlu olarak geldiğinde ben aynaların tozlu kalmasını istedim. İlk oyunun adı “Üç ayna, üç kadın” diye düşündük ama son sözü yönetmenimiz Mehmet Ulubatlı söyleyerek “Üç Ayna” yeterlidir” dedi.

Biraz oyuna bakacak olursak bir sistem ve kadın ilişkisi üzerinden giden bir anlatım var.
Dervişe G.Kutlu: Sistemin çarkları içerisinde tamamen parçalanan ve yoğrulan kadını anlatıyoruz. Erkek bu çarkın daha dışında kalıyor.
Mehmet Ulubatlı: Dario Fo, italyan halk tiyatrosu türünde, açık biçen oyun yazar ve ortaoyunundaki gibi tipler olur ve farz oynanır. Ulrike bir karakterdir ve Dario Fo tarafından farklı olarak ele alınmıştır. Uyanış ise bir geleneksel işçi kadını tipidir ve geneli yansıtan bir karakterdir. O hikaye anlatmıyor, birşey gösteriyor,oyunculuk tarzı da farzdır.
Meryem Uygar: “Ben Ulrike Bağırıyorum”oyununu okuduğumda beni çok etkiledi. İnsan haklarına,demokrasiye, kadın haklarına değinen bir metindi ve yaşanmış bir hikaye olması da beni etkiledi. Mehmet abi ile her cümlenin üzerinde özümseyene kadar durduk. Benim oyunculuğuma özgü tarzıma saygı duydu ve dokunmadı. Bana eğilmememi,geri adım atmamamı ve o kadar çektiği acıya rağmen Ulrike gibi dimdik durmamı söyledi. Güçlü kadın  bir durum karşısında kısa süre yıkılsa bile tekrar ayağa kalkabilen kadındır. Ulrike Meinhof ağır tecrit altında tutuklu tutulan ve kendi kendisini öldürmesi beklenen gazeteci bir kadındı. 4 yıl boyunca hücresinde yazmaya da devam ediyor.
Mehmet Ulubatlı:Oyunda renklerle de anlatımı güçlendiriyoruz. Herşey beyazdır. Ulrike’ye işkence etmek için sevginin, özgürlüğün,barışın,saflığın simgesi olan beyaz renk giydiriyorlar. Diğer oyuncular da beyaz kıyafetli olsun dedik. Renkle de mesaj verdik. Ben sahneden ders veren yönetmenlik tarzını sevmem,trafik polisi gibi yönlendirmeyi ve sahnedeki akışı sağlayan modeli severim. Zaten müthiş üst düzey bir seyirci izledi.

Ulrike :“Avrupanın bütün kadınları çığlığımı duyacak mı?” diyordu

Meryem Uygar: Ölümünden sonra,kadın örgütleri sokağa döküldü. Baskıcı yönetim insanların tepkisini ölçmek için Ulrike Meinhof’un kendisini öldürdüğü yönünde yalan bilgiler yaydılar. O ise halkın baskıcı yönetimin onu öldürdüklerini anlayacağını biliyordu ve dimdik durdu. Kahkahaları ile devletin tüm örtmeye çalıştıkları dolapları bilen,bunun farkında olan birisi olarak onlara gülüyordu. Devletin insanlara allı pullu,rengarenk yaşamlar sunduklarının farkındaydı, ezilen kesim herşeyin farkındaydı ve içten içe onlara gülüyordu.

Leyla Ulubatlı: “Eril sistem kadını her şeyiyle sömürüyor.”

Uyanış’ta da uyanırkenden başlayan bir acı çekme,ezilme ve ikinci sınıflık görülüyor.
Leyla Ulubatlı:   Genelde her kadının zaten uyanırkenden çocuğunu hazırlama, kahvaltıyı hazırlama,işe koşuşturma gibi birçok şeye yetişme telaşı ile birçok şeyi de unutması anlatılıyor. Eril sistem kadını her şeyiyle sömürüyor.

Mehmet Ulubatlı: Vahşi kapitalizmin insanları ama özellikle de kadınları sömürüsü,yaşamlarını tamamen ellerinden alması gerçeği de vardır. Bugün de kadıların çoğu bu italyan kadını gibi sömürüyü kanıksamış gibidir. Dario Fo bunun altını çiziyor,büyütüyor.

Bu cadılık meselesi nedir ?
Leyla Ulubatlı:   Casusluk döneminde cadı avı dedikleri sistemi/iktidarı politik olarak eleştiren kişileri tutuklama,soruşturma hatta ortadan kaldırma işlerin bütünüdür.
Mehmet Ulubatlı: Ortaçağda Engizisyon Mahkemeleri kararları ile dini kararlara uymayan, sosyal yaşamda topluluğun dışında hareket eden,yani bugünkü deyimle statükoyu savunmayan kadınları ele geçirip işkence ediyorlar,idam ediyorlar veya yakıyorlardı.

Kutlu: “Bir kadın kendi gerçekliğinin peşinden gidebilmeli,gerektiğinde ayak diretebilmeli

Ben cadılığı sorgulayan,hakları için ses çıkaran, haksızlığa gelemeyen, her türlü sömürüye (baskıya) karşı çıkan özgürlükle bağlantılı bir bağlamda düşünüyorum.Her kadında bir cadılık olması gerekir mi?
Dervişe G. Kutlu: Kendimden örnek verecek olursam ben kadında cadılık ifadesini kullanmayı seçmem. Bir kadın kendi gerçekliğinin peşinden gidebilmeli,gerektiğinde ayak diretebilmeli. Bir arkadaşım bana “30 yaşında evli çocuklu garı(kadın) oldun daha dans eden?” demişti ve şu an 42 yaşındayım ve hala dans ediyorum. Cadılığa örnek böyle bir şey ise kabul ederim. Özellikle bu hikaye,masal anlatıcılığı üzerine çoğunlukla kadınların okuduğu “Kurtlarla Dans Eden Kadınlar”adlı kitap vardır. Orda kadınla kurtlar arasındaki benzerliklerinden bahsedilerek kadim masallardan, hikayelerinden bahseder. Bu içimizdeki vahşi taraftır ama aslında her kadının içinde de bir eril taraf vardır(nasıl her erkeğin içinde bir dişil taraf olduğu gibi).Cadılıktan kastın kadının içindeki eril tarafı bulup onu da yapması ise evet. Bazen kadın da içindeki eril tarafla yürüyebilmeli veya erkek de tam tersi. Dişil üretmek ve yaratmaktır, eril taraf hareket,cesaret, güçtür. Bir kadının içindeki eril tarafla yürüyebilmesi cesaretle,eylem,hareket ve güç ile yürümek demektir. Bir erkeğin içindeki dişil yanı kullanması da içindeki yaratıcılığı,üretkenliği öne çıkarması ama aynı zamanda da durmasını da bilmesini gerektiririr. Dişil tarafımız daha topraktır.

Meryem Uygar: 2 çocuk annesi 40 yaşında bir kadının tiyatro hayalinin peşinden koşması da olabilir.

Leyla Ulubatlı: Ya da 43 yaşında bir kadının üniversiteye gidip dramaturji okuyabiliyorsa o da olabilir.

Dansta Dervişe’nin elinde bir süpürge görürüz ve bu bize bariz bir cadı imajı veriyor,son sözü cadıya vermişsiniz...
Dervişe Güneyyeli Kutlu: Bir süpürge,topuklu ayakkabı ve kadın. Bir yanda kadınlığı bir yanda sistem içinde hizmet etme zorunluluğunu simgeler. Ulrike’nin içinde de cadılara gönderme yapıldığı için o süpürge olmasına karar verdik. Kadın sahneye süpürerek girer ve onları topuklu ayakkabılarının yanına koyar.Aynadan her ikisi de yansır. Kadın bir anda Ulrike gibi görünmez zincirlerle savaşabilir veya İtalyan işçi kadın gibi rüyasında gördüğü ellerinin kaza sonucu kesilmesi değil de patronunun kendisine kızacağını (patronun onu nasıl gördüğünü) kabus olarak görür.

Evlilik de oyunda diğer bir sorgulanan meseledir. Bir mikro-hegomonik alan olarak kadını nasıl konumlandırıyorsunuz?
Mehmet Ulubatlı: Sistem kadının bedenini sömürüyor,beynini de esir alıyor,düşünmesini engelliyor. Kadın tamamen zaman cenderesine girmiş bir meta gibi parça parça oluyor. Adam da kadın da eziliyor aslında ama adam evde daha rahat iken kadın ezilmeye devam ediyor. Kadın erkekten dolayı eziliyor ama Dario Fo burada ezilen erkeği de asıl suçlu sandalyesine oturtmuyor, topu toplumsal yapıya,etik kurallara bağlıyor.

Kutlu: “Erkeklerin içindeki dişil yanı,enerjiyi daha fazla aktive etmek gerekir. Kadın-erkek dengesini sağlamak lazım”

Oyun çok açıkça düzeni anlatıyor. Eşitçe,hakça yaşanabilir bir dünyayı nasıl yaratacağız?
Dervişe G. Kutlu: Erkeklerin içindeki dişil yanı,enerjiyi daha fazla aktive etmek gerekir. Bir evlilik birliğinde toplumsal bir bakış vardır. Kadın-erkek dengesini sağlamak lazım. Leyla Ulubatlı “Kadın her şeye rağmen başarır” der çünkü annedir çocuklarına bakmak zorundadır,evini çekip çevirmek zorundadır, çalışmak zorundadır,üretmek zorundadır.

Leyla Ulubatlı: Her çalışan kadının arkasında bir erkek vardır ama nasıl vardır?(gülüşmeler)

“Seyirci sanatsal kaygıları olan düzeyli,kaliteli bir oyun(culuk) izlediklerini ve çok mutlu olduklarını söyledi”

Oyunun ahalide yansımaları nasıl oldu/oluyor?
Mehmet Ulubatlı: Çok olumlu tepkiler aldık. Bir zamanlar Alparslan Uzun arkadaşımızın “Bir Anarşistin Kaza Sonucu Ölümü” seçimi ile ben de Dario Fo ile tanıştım ve ondan sonra onun oyunlarını çok severek seçiyorum.
İnsanlar kendinden birşeyler bulduklarını defalarca dile getirdiler. İnsanlar pandemi döneminde seyircinin azlığına bakarak asla vazgeçmememizi çünkü sanatsal kaygıları olan düzeyli,kaliteli bir oyun ve oyunculuk izlediklerini ve çok mutlu olduklarını söylediler.

Meryem Uygar: Benim için bu oyundan fazlası idi çünkü ben sadece Ulrike’yi oynamayacaktım, Mehmet abi sayesinde provalarda da farklı versiyonlarla oynadım ve sonrasında çok istediğim gibi oynayabilecek içimdeki oyuncuyu bulup çıkardığımı farkettim. Benim için çok büyük bir eğitimdi. Hem oyunu hem oyunculuğu çalıştık.

İnsanlar bu oyuna neden gelsin ?
Mehmet Ulubatlı: İyi bir şey yaptığımızı düşünüyoruz. Keyif alacaklarını düşünüyoruz.

Kültür & Sanat Haberleri