“Özgür adım” Sadiye Destur…

İlköğretimin ardından 12 yaşında terzilik yapmaya başladı, Kıbrıs halk kıyafetleriyle tanışması hayatını değiştirdi.

İlköğretimin ardından 12 yaşında terzilik yapmaya başladı, Kıbrıs halk kıyafetleriyle tanışması hayatını değiştirdi. Asırlık desen ve gravürlerden esinlenerek kıyafetleri günümüze taşıdı. Sahneye çıkan ekiplerin kıyafetlerini dikti, işledi. Bu alanda ilk oldu, tek kaldı. Deseninden ilmeğine, yemenisinden şalvarına geleneksel kıyafetleri kültürüyle birlikte taşıdı. Derneklerde çalıştı, sunum yaptı, dünyaya açıldı. Yaklaşık 40 yıl gece gündüz çalıştı. Bugün 71 yaşında, terziliği bırakmasına rağmen hala ruhla yaşıyor, çalışıyor. Hala çiftetelli çaldığında yerinde duramıyor, torunuyla birlikte sahneye çıkıyor. “Ben bir Kıbrıslıyım, kimliğimi çok seviyorum” diyerek mekanikleşen hayata, fabrikasyon kıyafetlere isyan ediyor “özgür adım” Sadiye Destur…

GALİBA FARKLIYDIK, İNSANLARIN AĞIRLIĞI VARDI

1943 Lefkoşa doğumlu Sadiye Destur. Doğduğu bölgede, Ayluga’da yaşıyor hala. Baba Teralı/Baflı, evlatlık olarak Lefkoşa’ya verilmiş. “El yanında çalıştı” diyor. Anne Vadilili. Tek bir kız kardeşi var. Yoksul sayılabilecek bir hayatları olmuş çocukken ama “şükretmeyi bilirdik, hiç şikayetimiz olmadı hayatımızdan, kimseye muhtaç olmadık” diye anlattı o günleri, bugünlere gönderme yaparcasına.

İlkokulu Ayasofya’da okudu, 1949-1955 arasında. İngiliz Sömürge dönemi. Daha okulun karma olmadığı zamanlar, kız ilkokulu. Sınıf arkadaşlarını, öğretmenlerini iyi hatırlıyor; bazılarıyla hala görüşüyor. Dönemin okul müdürü de, sonraları Türk Cemaat Meclisi’nin ilk kadın üyesi olan rahmetlik Kadriye Hacıbulgur.

Tulin (Kemal) Bahaattin, Feri (Feriha) Cansel, Tuncay Hasan (Erdem), Bilge Şevket (Songur), Halide Zeka (Şemsi Kazım) o dönemden hatırladığı bazı okul arkadaşları. Edebiyatçı Gülgün Serdar’la da son sınıfı beraber okumuşlar ve dostlukları bugünlere kadar gelmiş. Hatta kızına da Gülgün adını vermiş. Dönemin ünlü öğretmenleri rahmetlik Edibe Madi (Dırdır)  ve Pervin Ali (Kamuran)  da hayatında önemli yer tuttu hep. “Galiba o zamanlar insanlar, öğrenciler, öğretmenler, arkadaşlıklar farklıydı. İnsanın bir değeri, bir ağırlığı vardı” diyerek yine göndermeler yaptı günümüze.

BABAYA RAĞMEN ANNE KARŞI ÇIKTI, OKUYAMADI

Maçlara bile götüren babanın ısrarlarına karşın annenin baskısıyla 6 yıllık ilköğretimin ardından okula devam edemedi. “Çok tutucuydu” diyor annesi için. Öğretmenleri, hatta İngiliz müfettiş eve kadar gelmişler anneyi ikna etmek için, ama sonuç alamamışlar.
Kızgın mı anneye?
“Kızgın değilim ama okumayı çok isterdim. İçimde kalan tek uhde. Dünyaya tekrar gelsem yine terzi olurdum ama okurdum, akademik olarak yapardım bu işi. Okumanın değeri başka…”
Terzi olmaktan memnuniyetini dile getirirken de, “Eskiden ya okurduk, ya meslek edinirdik. Şimdi okuyan da okumayan da boş” diye eklemekten de kaçınmadı.

SERDENGEÇTİ GELİR, HAYATI DEĞİŞİR

Okuldan alındıktan sonra terzi yanına verilir. Yaklaşık 2 yıllık çıraklık döneminin ardından evde ufak ufak terziliğe başlar. Fermuar diker, sökük tamir eder, dikiş yapmaya başlar. Ta ki 1970’li yılların başında Kıbrıs Türk kıyafetleriyle tanışana kadar… Kıbrıs halk kıyafetlerini dikişi, işlemesi Kıbrıs Türk halk oyunlarının derlenmeye başladığı yıllara denk gelir.
Eşinin gelinliğini diktiği Mustafa Serdengeçti bir gün kapısını çalar. 1970’li yılların başında bir grup arkadaşıyla birlikte Kıbrıs Türk halk oyunlarını derlemek için yola çıkan hocaların hocası Mustafa Serdengeçti, müzeden aldığı bir dizlik ve yelekle gelir; “Bunları dikebilir misin” diye sorar. “Denerim” yanıtını verir Sadiye Destur. Yalnız bir sorun var, müzeden alınan örnek dizlik ve yelek çok değerli. Zimmetli alınmış ve 24 saat sonra teslim edilmeleri gerekir.

İLK OYUNLAR, İLK KIYAFETLER

“Tamam dedim ama ne yapacağımı da bilmem. Baktım, baktım; yabancı olduğum işler. Bütün gece uyuyamadım. Hiç uyumadan çalıştım ve emanetleri ertesi gün teslim ettim. O örneklerden hareketle 6 erkek kıyafeti diktim ama 6 ayda tamamlayabildim…”
Bu kıyafetler, Kıbrıs Türk halk oyunlarını ilk kez sahneleyen ekibin ilk kıyafetleri olur.
Kız kıyafetleri?
“Karpaz yöresinin basma entari ve uzun don modelini kullandık. Onlar kolaydı, bilinen kıyafetlerdi. 6 erkek kıyafetiyle birlikte 6 da kız kıyafeti hazırladık...”

DİZLİK, RENK TARTIŞMASI

Bu ilk denemenin ardından yenileri gelir. Has-Der, ardından başka dernekler kurulur; onlarla çalışır. Mavi-siyah-beyaz dizlik tartışmasının içine dalar.  Uzun yıllar devam eden mavi/siyah dizlik tartışmasının anlamsızlığına vurgu yapar.
“İkisi de kullanıldı, hatta beyaz da… Siyah, halkın günlük kullandığı dizlikti. Mavi, sahne kıyafeti.  Beyaz da özel günlerde kullanılırdı. Mesela İpsillat (Sütlüce) Muhtarı Ziya Bey’in 1924’de düğününde giydiği beyaz dizliği bende, ailesi tarafından bana verildi…”

RENK DIŞINA ÇIKTIM, HATA YAPTIM

Kıyafet dikmekle kalmadı, üzerlerindeki desenleri de işlemeye başladı. Dikiş ve nakış beraber. Hatta zaman zaman başka kadınlara işletti. Orijinal kıyafetlerden, gravürlerden çıkardığı desenlerle, renklerle oynayarak sahneye kıyafetler hazırladı. “Siyah deseni sime çevirme gibi renk dışına çıktığım oldu. Zaman geçtikçe, talep arttıkça renklendireceğiz diye orijinal renk dışına çıktık. Meslek hayatımda en büyük hatam o oldu” diyerek özeleştiri yapmaktan da kaçınmadı.

“ÖZGÜR ADIM” DERNEK KURDU, ÇALIŞTI…

Kıyafet dikimiyle birlikte halk oyunlarıyla ilgili her alanda yer almaya başlar. Derneklerde çalışır, sunum yapar, bazı derneklerin kurucusu olur. Hala çalışmalarını sürdüren Özgür Adımlar’ın isim sahibi olur. Kendini de “Özgür Adım” diye niteler zaten… Halk Dansları Federasyonu’nda da görev üstlenir.

DESENLER, GRAVÜRLER VE CAMBRİDGE

Kıbrıs Türk halk kıyafetleri konusunda otorite olmasıyla Güney Kıbrıs’tan da davetler alır, seminerler verir, oradaki araştırma ve müzelerde incelemeler yapar. Rum araştırmacılar evinde ziyaret eder, çalışmalarından yararlanmak ister.
Londra’da da konferans verir.  Cambridge Üniversitesi’nin halk oyunlarıyla ilgili müzesini davetli olarak gezer. Burada Kıbrıs’tan götürülmüş 60’dan fazla orijinal kıyafetin varlığını hala heyecanla anlatır. 1919’da Kıbrıs’ta görev yapan bir İngiliz tarafından satın alınarak müzeye hediye edilen kıyafetleri “altın değerinde” diye niteler ve “Bizde niye olmasın” diye sitem eder.
Bu alanda çalışma yapan araştırmacıların katkılarıyla 1800’lü yılları temsil eden Rum ve yabancı kaynaklı kitaplardaki gravürlerden de yararlanır; bunları kıyafetlere taşır.

YAŞAYAN EV, MÜZE DEĞİL

Hayatını 1967’de evlendiği emekli şoför Şenal Destur ve iki çocuğundan biri olan kızı, damadı ve torunuyla birlikte Ayluga’daki evinde sürdüren Sadiye Destur’un şimdilerde tek amacı “yaşayan bir ev.”
Gelinlikler, dizlikler, yelekler dahil, selesinden dikiş makinesine, kazandan kepçeye tüm yaşam birikimini korumaya alacağı bir ev kurmak tek hedefi. “Müze değil, yaşayan ev” diyor. Bu konuda yaptığı girişimlerden sonuç alamadığı için vazgeçmiş uğraşmaktan. “Oturduğum ev çok eski, bunu düzenlemek mümkün değil” diyor. Üstelik UNDP’nin restore konusunda gönüllü olduğunu da ekledi…

HER ŞEY KONTROLDEN ÇIKTI…

Güne dair mesajları da var Sadiye Destur’un…
“Şimdilerde artık kıyafetler İstanbul’da fabrikalarda diktiriliyor. Çoğu zaman oyunlar gibi kıyafetleri de izlemeye tahammül edemiyorum. Her şey gibi oyunlarımız, kıyafetlerimiz, müziklerimiz de kontrolden çıktı. Sırmalı cepkenle orak biçiyorlar, 3 etekle gelinlik yapıyorlar… Sahnede koşarak oynuyorlar… Karşılama seyirciye değil, karşılıklı oynanır mesela… Dizi dizi liralar takıyorlar, bizim kültürümüz değil… Kıbrıs gecesinde kısır yapıp ikram ediyorlar, o da bizim kültürümüz değil…”

VE LEFKOŞA…  BU NESLİ AFFETMEYECEK

Doğduğu günden beri Ayluga bölgesinde, 60 yıldan beri de aynı evde yaşayan Sadiye Destur, herkesin evini satarak kaçtığı bu bölgeden ayrılmayı hiç düşünmemiş. “Beraber kahve içtiğim eskilerden tek bir komşum kaldı… Kapımın önüne artık feslikan veya gül damlası değil, koparmamaları için kaktüs ekiyorum” sözleriyle ifade etti Lefkoşa’nın değişen yüzünü. “Ama bunun sorumlusu devlet, gelen/giden değil; evlerini satarak kaçanlardır… Kocaman bir köye dönüşen Lefkoşa bu nesli hiç affetmeyecek” diye de ekledi.

Ve son söz…
“Kıbrıslı kimliği kendi ellerimizle yok ediyoruz.  Yeni nesiller çok farklı. Tavır ve tarzımızı kaybettik. Kim olduğumuzu, nerden geldiğimizi unutmayalım…”

(30 Kasım 2014)

(T.A.K/Haber: Nezire Gürkan - Fotoğraflar: Hüseyin Sayıl)

İlgili Haberler

Röportaj Haberleri