Murat OBENLER
Berlin’de yaşayan, Queer bir birey olan sinemacı Besire Paralik’in çektiği, Natis, Musta Kema Kima, Hüseyin Çavuşoğlu ve Loukia, Firuzan Nalbantoğlu ile Mar ve Miki’nin Kıbrıs’ta başlayarak göçtükleri Berlin’de devam eden yaşamlarını ve mücadelelerini anlatan “One Homeland Two Homes” belgeseli hakkında konuştuk.
“Örtüşen, kesişen (Kıbrıslılık, Queer, göçmen kimliği vs.) kimlikler buluşunca film daha samimi ve daha benden oldu”
Filmde 20 yıla yayılan 6 Queer karakterin Kıbrıs’la başlayıp Berlin’de devam eden ev kavramını ve bu kapsamdaki hayat hikayesini anlatıyorsunuz ancak siz de aynı süreçlerden geçtiğiniz için aslında kamera arkasındaki kişi de bakış açısı ile filmde varlık gösteriyor. Otobiyografik bir film de var ortada. Film aslında Kıbrıslıların 20 yıllık göç hikayelerinin iyi bir resmi olarak da okunabilir. Bu fikri nasıl oluşturdun? Kişileri nasıl seçtin?
Besire Paralik: "Bu fikir benim gibi ama çok daha önce Kıbrıs’tan Berlin’e göç eden sanatçı Hulusi Halit’in galerisindeki sohbetlerimiz sırasında filizlendi. 2024 yılında Berlin’deki Kıbrıs diasporası hakkındaki sohbetimizden bende Berlin’de yaşayan Kıbrıslılardan oluşan bir sözlü tarih fikri doğdu. Kendisi ve onun da verdiği isimlere ulaşarak o isimlerle röportajlar yaparak filmleştirdim de. Sonra filmi daha kişisel bir yere çekmek istedim ve kendimle temas etsin istedim. Berlin’de yaşayan Queer Kıbrıslı diasporayı filme alma fikri benim için çok daha samimi olacağından kendimi daha iyi ifade edeceğim kanısına vardım. Örtüşen, kesişen (Kıbrıslılık kimliği, Queer kimliği, göçmen kimliği vs.) kimlikler buluşunca film daha samimi ve daha benden oldu. Diğeri bir sözlü tarih olarak arşivimde duruyor ama bu daha çok içime sindiği için bunu yayınladım."
“Belgesellerde film adını kendi söyler. Bu filmde de öyle oldu”
Filmindeki “Homeland” kavramı Türkçedeki “Vatan” kelimesine karşılık gelmiyor sanırım?
“Evet vatan kelimesi benim için militarist bir şeye karşılık geliyor. İngilizcede evin olduğu yere karşılık gelen bir anlamı olduğu için benim anlatmak istediğim kavrama daha çok uyuyor. Belgesellerde film adını kendi söyler. Bu filmde de öyle oldu.
Filmin Queer olmayan ilk versiyonundaki süreç boyunca doğulan bir ülke ve daha sonra da oluşturulan evler gibi bir ortak nokta ortaya çıktı. Röportaj veren kişilerden bazıları “Kıbrıs bizim doğduğumuz yer ve evimiz(evimizdi)” derken bazıları da ‘Bizim artık iki evimiz var’ dediler.”
“Benim için “Homeland” Kıbrıs’tır. Berlin için evim diyebilirim”
İnsanın vatanı neresidir sorusuna kimisi doğduğun yer kimisi ise doyduğun yer der ya bu filmde de o iki ev kavramı buna karşılık olarak üretilmiş gibi duruyor.
“Filmin tüm yapım süreçlerinde ben de kendi ev tanımımı sorguladım.
Özellikle Kıbrıs ve ev ikilisini. Ev yerleşik ve sarsılmayan bir yer olduğu için benim Berlin’deki ev kavramım bu tanıma uyuyor. Ben Berlin dışında da birçok yerde yaşadım ama Berlin birçok noktada kendimi iyi hissettiğim bir şehir oldu ve diğerlerine evim diyemememe rağmen Berlin’e evim diyebildim. Benim için “Homeland” Kıbrıs’tır. Berlin için evim diyebilirim.”
Sen kendini “Kıbrıs doğumlu Berlinli sanatçı” diye mi tanımlıyorsun?
Evet ‘Kıbrıs doğumlu ve Berlin’de ikamet eden’ diye açıklıyorum.
“Tarihsel olarak Berlin göç alan bir şehir olagelmiştir. Kıbrıs da göç veren bir ada oldu. Kurgusal olarak o gerçeklikle örtüşmesini istedim”
Filmdeki iki evden birincisi olan Kıbrıs’tan sohbetimize devam etmek isterim. Kıbrıs’tan ayrılma nedenlerine bakacak olursak bir iki ortak noktanın (ekonomik, özgürleşme, demokrasi ve insan hakları) öne çıktığını görüyoruz. Sen hikayeyi karakterlerin Kıbrıs’ın kuzeyindeki evlerinden alarak bunu Berlin’e taşıyorsun. Neden böyle yolculuk sürecini dinamik olarak aktarmayı tercih ettin?
“Bu göç hikayesine hiçbir zaman ağlak, romantize edilen bir yerden bakmadım. Hikayenin çıkış yeri olan Kıbrıs’tan başlayarak varış yeri olan Berlin’de sonlanmasını istedim. Tarihsel olarak Berlin göç alan bir şehir olagelmiştir. Kıbrıs da göç veren bir ada oldu. Kurgusal olarak o gerçeklikle örtüşmesini istediğim için hikayeyi bölünmüş başkent Lefkoşa’nın kuzeyinden göç yoluna düşen bir karakterle başlattım. Natis Lefkoşa’nın kuzeyinden çıkıp iki kontrol noktasından geçerek Larnaka’daki havaalanına ve oradan da Berlin’deki evine uçuyor. Sonra film başka bir Queer arkadaş olan Musti’nin evindeki kahve sekansı ile devam ediyor ve kamera oradan da Kıbrıslı Rum genç sinemacı ve öğrenci Loukia Hadjiyianni ile evini paylaşan Hüseyin Çavuşoğlu’nun evine geçiyor. Hüseyin kendi deyimiyle “Bu evde barışı getirdik.” diyor. Sonrasında Berlin’in parklarından birinde Mar ve köpeği Miki ile sohbet ettikten sonra son olarak bir önceki belgeselim olan “Overcoming”deki sinema partnerim Firuzan Nalbantoğlu ile yine dış mekanda konuşuyoruz.”
“Göç ile ilgili iki tane kırılma noktası vardır: Annan Planı süreci-referandumu ve Covid-19 süreci. Hiçbir yer tamamen özgür olmadığı gibi Berlin de yüzde yüz özgür değildir”
Hem 20 yıl öncesinde göç ederek evini ve ekonomik-sosyal yaşamını kurmuş karakterler hem 3-4 yıl önce giden ve evi oluşturma aşamasında olan karakterler hem de Berlin’de yaşamaya karar verip ev arayan bir kişiye yer vererek kuşaklararası bir sözlü ve görsel bellek yaratıyorsun. Kişileri seçerken bu zaman kavramını nasıl kullanmayı tercih ettin?
“Konuştuğum insanlara baktığımda göç ile ilgili iki tane kırılma noktası vardır: Annan Planı süreci ve referandumu ile Covid-19 süreci. Natis ve Hüseyin, Annan Planı’nın çözüme ulaşamayan sonucunun büyük bir umut kırılmasına sebep olduğunu ve kendileri de dahil Kıbrıslıların başka ülkelerde başka yeni umutların peşine düştüğünü söylüyorlar. Korona süreci sonrasında da yine büyük bir umutsuzluk hissiyatı içine girildiğini ve Mar ile Firuzan’da gördüğümüz gibi göç yollarına düşüldüğünü görüyoruz. Ben de Corona öncesinde göç etmeme rağmen Covid-19 sonrasında arafta olma halimi aştığımı söyleyebilirim. Kıbrıs’taki politik istikrarsızlığın daha da kendini gösterdiği, kişisel ve toplumsal olarak umutsuzluğa yuvarlandığımız bu dönemde Berlin dışında gidebilecek daha iyi bir yerim olmadığına karar verdim.
Bu belgesel için görüştüğüm insanlar Queer kimliklerini Kıbrıs’ta da açıkça yaşıyorlardı. Doğrudan kısıtlamalara maruz kalmamalarına rağmen ve son 10 yılda mücadele ile kazanılan bazı yasal haklar olmasına rağmen heteronormatif bir ülke olan Kıbrıs’ta (her iki taraf da) sosyal kabul yoktur. Hiçbir yer tamamen özgür olmadığı gibi Berlin de yüzde yüz özgür değildir ama cinsiyet kimlikleri açısından bizler burada sosyal baskı olmadan kendimizi daha rahat hissediyoruz. Ancak Kıbrıs’ta yaşadığında ırkçı bir tavır ile karşılaşmıyorsun (Orada Kıbrıslıların dışladığı yabancı ülke vatandaşları ile ilgili bir özeleştiri yapılması gerekir)ama Berlin’de sana karşı zaman zaman ırkçı zaman zaman da 2. Sınıf gibi davranışlarla karşılaşıyorsun.”
“Filistine olaylarında Berlin’e dair umutlarımız da sarsıldı. Berlin’de demokratik bir ortamda yaşıyoruz, demokrasi var” diyen insanların düşünceleri büyük bir çatlamaya uğradı”
Filmin çok iyi sorguladığı bir konu da demokrasi. Batılı anlayışa göre demokrasinin beşiği olan Avrupa’da sağ siyasetin ve yer yer faşizmin tekrar yükselişi ile sizin karakterleriniz de bu yaşamı bire bir tecrübe ediyorlar ve birer Queer hakları savunucuları olarak faşizmle yüzleşiyorlar.
“Natis “Demokrasinin olmadığı iki yer, Avrupa içinde Berlin, Avrupa dışında ise Lefkoşa. İkisi de özgürlükçü değil, ikisi de muhafazakar” diyordu. Filistin’e olaylarında Berlin’e dair umutlarımız da sarsıldı. “Berlin’de demokratik bir ortamda yaşıyoruz, demokrasi var” diyen insanların düşünceleri büyük bir çatlamaya uğradı. Mustafa da Berlin’de siyasetçiden çok halkın ne dediğine önem verildiğini düşündüğü bir atmosferde Filistin meselesinde polis şiddetinden ifade özgürlüğü gasplarına, Filistin’e destek ve/veya İsrail’in uyguladığı soykırıma kınama açıklayan sanatçılara ve gazetecilere negatif ayrımcılıktan işyerlerinde kapalı devre fişlemeye kadar birçok anti-demokratik uygulama oldu.”
“Bu göç hikayeleri daha iyi, yaşanabilir, insana değer verilen, umudu büyütebilecek bir yer arayışıdır. Berlin’de yeni sözler, yeni mücadele alanları da yaratılır. Zaten Queer mücadelesinin sınırı yoktur”
Filmde aydınlık başlayan röportajlar Berlin’de yaşamdan(evden) bahsederken heyecanlı ve umutlu devam ediyor ve Kıbrıs’taki ev meselesine girince bir anda karanlıklaşıyor. Bu aydınlıktan karanlığa kurgusunu çok beğendiğimi söyleyebilirim. Seni bu kurguya iten nedenleri sormak isterim.
“Görüştüğüm insanların hiçbirisinde Kıbrıs’a dair umut yoktu. Bu göç hikayeleri daha iyi, yaşanabilir, insana değer verilen, umudu büyütebilecek bir yer arayışıdır. Kıbrıs’ta mücadelenin de içinde olan bu insanlar bir yerden sonra doğdukları yerden ayrılma kararı aldılar. Avrupa’da faşizmin yükselişte olduğu dönemlerden geçiyoruz ve Queer kimlikler de bu faşizmden nasibini alıyor. O herkesin kafasında tasavvur ettiği demokrasinin beşiği, özgürlükçü Avrupa’dan uzaklaşıyoruz. Ama dünya görüşleri çerçevesinde Kıbrıs’la ilgili mücadeleyi orada da sürdürebilirler. Berlin’de yeni sözler, yeni mücadele alanları da yaratılır. Dünyanın önemli şehirlerinden Berlin’de sesinin Lefkoşa’dan daha fazla duyulduğunu da söyleyebiliriz. Queer mücadelesinin de sınırı yoktur. Berlindeki Queer mücadelesi Filistin mücadelesi ile ciddi bir kesişim gösterdi. Ben de bu mücadeleyi bu film aracılığıyla sinemayı kullanarak yapıyorum.”
“Filistin’de İsrail devleti tarafından soykırım yapılıyor denemiyorsa insan hakları ve ifade özgürlüğünden bahsedemeyiz”
Mar röportajın bir yerinde “Özgürlükler birer göz yanılmasıdır” diyor. O cümle de çok çarpıcı idi.
“Berlin’de Filistin meselesiyle ilgili protesto yürüyüşlerinde hep polis şiddeti yaşanıyor. Sert müdahaleler oluyor ve eylemciler gözaltına alınıyor. Özgürlükleri bu süreçte çok tartıştık. Filistin’de İsrail devleti tarafından soykırım yapılıyor denemiyorsa insan hakları ve ifade özgürlüğünden bahsedemeyiz. Daha genel olarak baktığımızda ise bu Avrupa’daki haklar ve özgürlükler beyaz bakış açısıyla dizayn edilmiş.”
Mar’ın can dostu köpek Miki ile Hüseyin’in evindeki kuş Hugo’yu da filme dahil ederek aslında hem göçmenlerin yaşamlarındaki hayvanların önemini hem de bir “ev”i nasıl paylaşabildiklerini gösteriyorsun.
“Mar’ın tüm göç hikayesinde Miki de vardı ve hayatı paylaşıyorlar, dayanışarak birbirlerine güç veriyorlar. Hüseyin’in kuşu Hugo da evin neşesidir. Ben onların da görünür olmasını istedim. Benim de Dilber adında bir kedi yol arkadaşım var. 8 yıl önce İsveç’te tanıştık ve o günden beri aynı evi paylaşıyoruz.”
Bu filmde kesişen noktalardan birisi de politik mücadele, insan hakları ve hayvan hakları mücadelesinin tümünün de bir potada erimesidir. Film bütünsel bir mücadele filmi olmuş.
“Organik da gelişen bir süreç oldu ve söylediğin çerçevede herkesin görünürlüğüne katkı sağlayan bir film oldu.”
“Tarxun’un müziğini çok beğendiğim için ve bu filmin o gel-gitli moduna çok uyacağını düşündüğüm için kullandım”
Filmin müzikleri de çok iyi düşünülmüş. Görüntüleri çok iyi tamamlıyor ve insanların duygularının değişkenliğine çok iyi uyum sağlıyor. Nasıl bir müzik yönetimi yaptın?
“Tarxun, Berlinde yaşayan İranlı müzisyen bir arkadaşımız ve benim sinema dışında yaptığım video sanatçılığı işlerimde de iş birliği yaptık. Onun müziğini çok beğendiğim için ve bu filmin o gel-gitli moduna çok uyacağını düşündüğüm için kullandım. Tarxun’un müzikleri filmin garip,bulanık havasını tam da karşılıyor.
Sektörde hibrit denilen bir kavram var ve belgesellerde onu uygulamaya başladım. Kurmaca elementler, video-art uygulamalar da kullandım.”
“Bu film aslında çok bağımsız gelişti. Çekimler, yönetmenlik, yapımcılık ve kurgusunu da ben yaptım”
Sinema ekip işidir denir. Dev yapımlar olduğu gibi birkaç kişini kotardığı filmler de olur, gerilla tarzı tek tabanca işler de olur. Senin az ve öz insandan oluşan dayanışmacı ekiplerle filmler çektiğini biliyoruz. Bu film nasıl oldu?
“İdeal olarak film büyük ekiplerle ve yeterli bütçelerle yapılması gerekirken Kıbrıs’ın kuzeyinde maalesef film sektörünün olmayışından (fonlama başta olmak üzere bunun çeşitli sebepleri vardır) bizler de filmlerimizi yurtdışında çekiyoruz. Firuzan da filmde dediği gibi bakışlar “Kuzey Kıbrıs’ta filmci olup da ne olacak yani?” noktasındadır. E değer verilip fonlama sistemi de olmadığı için sinemacılar da daha iyi film çekebilecekleri topraklara göçüyorlar. Bu film aslında çok bağımsız gelişti. Çekimlerini, yönetmenliğini, yapımcılığını ve kurgusunu da ben yaptım. Bu film fonsuz çekildi. Süreç boyunca partnerim hep yanımda oldu ve beni cesaretlendirdi. Kıbrıs çekiminde annem yanımdaydı. Annem zaten hayatımdaki tüm mücadelelerimde yanımdaydı.”
Belgesel iki evinden birisi olan Kıbrıs’ta açılıyor. Dünya prömiyerini Kıbrıs’ta yapmanın ayrı bir anlamı olduğunu düşünüyorum.
“Ben bu filmin hedef kitlesini birinci derecede Kıbrıs insanı olarak belirledim. İlk olarak Kıbrıstaki Queerwave festivaline başvurdum ve bunun “homeland” diye tanımladığım yerde ilk kez gösterilecek olması çok anlamlıdır. Gösterimimizin tarihi 19 Eylül 2025, NİMAC.”
“Söyleyecek sözü olan insanların seslerinin duyulması amacıyla filmlerimi çekmeyi sürdüreceğim"
Son olarak neler söylemek istersin?
“Hikayeleri hiç duyulmayan veya çok az duyulan, söyleyecek sözü olan insanların hikayelerinin görünür kılınması, seslerinin duyulması amacıyla filmlerimi çekmeyi sürdüreceğim.”