'O çocuk ne ilk, ne de son olacak'

Mülteci Hakları Derneği’nden Laden Yusufoğlu ile Burcu Okur, özellikle 2021 yılı itibariyle rotası Kıbrıs’ın kuzeyine düşen mültecilerin, ihraç edilmeden önce bir suçlu gibi yargılanmaya ve cezalandırılmaya tekrardan başlandığına dikkat çekti.

Ertuğrul SENOVA
En temel hakkı olan “yaşama hakkı”nın tehlikeye girmesi sonucu hayatı pahasına doğup büyüdüğü toprakları terk etmek zorunda kalan insanlar, Kıbrıs adasının bölünmüşlüğünden habersiz şekilde “sığınma mekanizması” ararken, kendilerini Kıbrıs’ın kuzeyinde, demir parmaklıklar ardından bulabiliyor.

“Mülteci” tanımlamasından yoksun yasalar nedeniyle, pandemi sürecinde sonlandırılan bir uygulama olan ancak özellikle 2021 yılının başından bu yana mahkemelerde tekrardan yargılanmaya başlayan, hapse gönderilen insanların yaşadığı dram, geçtiğimiz günlerde 13 yaşındaki bir çocuğun cezaevine gönderilmesiyle tekrardan gündeme geldi.

İçişleri Bakanı Ziya Öztürkler’in, “Kendi ülkelerinden can güvenliği olmadığı için ayrılmış, daha iyi şartlar için göç eden insanların suçlu olmadığına inanıyorum. Onlara suçlu muamelesi yapmadan, bu önemli, insani konuda devlet olarak yasal düzenlemelerimizi, eksiklerimizi bir an önce gidermeliyiz” açıklamasını yapmasına neden olan olay, aslında ilk kez yaşanmıyor…

2009 yılından bu yana mültecilerin hakları için çalışmalar yürüten Mülteci Hakları Derneği’nden (MHD) Sosyal Danışman Burcu Okur, “Bu durum ilk kez yaşanmadı. İnsanlar ilk kez detayları duymuş olabilir ama bu her zaman yaşanan bir olaydı. Maalesef, 13 – 14 yaşındaki mülteci çocuklar cezaevine girebiliyor” dedi.

Yine MHD bünyesindeki “Kıbrıs’ta Sığınmayı Güçlendirme Projesi” Koordinatörü Laden Yusufoğlu ise “Sorunun temelinde, ne mülteci statüsünü, ne mültecilerin kaçtıkları ve hayatlarının tehlike altında bulunduğu ülkelere geri gönderilmelerini yasaklayan ne de mültecileri yasalara uygun olmayan girişlerinden ve bulunuşlarından ötürü cezalandırmamayı öngören uluslararası hukuk ilkelerini tanımayan yasalar olduğunu” söyledi.

Bilmeyerek ya da insan kaçakçılarının yanlış yönlendirmesi sonucu Kıbrıs’ın kuzeyine sığınmaya çalışan mültecilerin yaşadığı sorunlarla ilgili YENİDÜZEN’e bilgiler veren Yusufoğlu ile Okur, bu konuda MHD’nin verdiği “yalnız” mücadeleyi anlattı…


“Yargılama ve cezalandırma 2021’de başladı”

Proje Koodinatörü Yusufoğlu MHD olarak, sığınmacı ve mültecilerin hem yasal haklarının korunması, hem de –Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşayan sığınması ve/veya mültecilerin- uyum sağlayabilmeleri için yasal ve sosyal katkıda bulunabilmek için faaliyetlerde bulunduklarını ifade etti.

Laden Yusufoğlu - Proje Koordinatörü

Özellikle 2021 yılının başından bu yana, ülkelerinden sığınma amacı ile kaçan mültecilerin gerek küçük gemilerle düzensiz gelmek zorunda, gerekse güneydeki sığınma mekanizmalarına ulaşırken askeri yasak bölgeyi ihlal etmek zorunda kaldıklarından ötürü yeniden tutuklanarak yargılanmaya başladığını, cezaevine gönderildiğini anlatan Yusufoğlu, 2021 öncesinde neredeyse tamamını Suriye’deki savaştan kaçan mültecilerin oluşturduğu düzensiz gemilerle gelen mülteciler için uygulanan prosedürün, “cezalandırmak yerine, Türkiye’ye ihraç edilene kadar yurtlarda bekletmek” şeklinde olduğunu aktardı.

“Verdiğimiz en büyük mücadele, yargılama  ve cezalandırma süreçlerinin ortadan kalkması”

MHD olarak şu an verdikleri en büyük mücadelenin, söz konusu yargılama ve/veya cezalandırma süreçlerinin gerçekleşmemesi olduğunu vurgulayan Yusufoğlu, şöyle devam etti:

“Çünkü mülteci sözleşmesine göre bu insanlar eğer bir savaştan, zulümden kaçıyorsa her ne şekilde topraklarımıza ulaşırsa ulaşsın, cezalandıramayız. Uluslararası hukukta bunun sebebi savaşlardan ve zulümden kaçan insanların her zaman düzenli yollarla seyahat edecek belgelerin bulunmaması, kaçarken bunların kaybolması, zarar görmesi. Ama Kıbrıs’ın kuzeyinde, bu uluslararası ilke sürekli ihlal ediliyor.”

“Bu insanlar, sığınma mekanizması olmayan bir ülkeye geldiklerini, genellikle geldikten sonra fark ediyorlar”

Mültecilerin bile isteye askeri bölgeyi ihlal etmediğini, çoğu zamanın adanın ikiye bölünmüş olduğunu ya da kuzeyde bir sığınma mekanizmasının olmadığını bilmediklerini aktaran Yusufoğlu, “Bu insanlar, sığınma mekanizması olmayan bir ülkeye geldiklerini, genellikle geldikten sonra fark ediyorlar” şeklinde konuştu.

Bir mülteci, tutuklandığı andan itibaren başından neler geçiyor?

Bir mültecinin, Kıbrıs’ın kuzeyinde tespit edildiği andan itibaren başından neler geçtiğini anlatan Proje Koordinatörü Yususfoğlu, yaşanan süreci şöyle anlattı:

“Eğer düzensiz yollarla ülkemize giriş yapmak zorunda kalmışlarsa, kişiler tespit edilmesinin ardından tutuklanıyor ve polis karakoluna götürülüyor. Bu noktada kişilerin neden bu yollarla geldikleri sorulmuyor. Ülkelerinde savaş var mı yok mu, değerlendirilmiyor. Aynı şekilde kişilerin yaşları diğer dikkate alınmayan bir konu. Tutuklanmasının ardından 24 saat içerisinde mahkemeye çıkarılıyor. Eğer MHD bu durumu tespit etmişse, çıkarıldığı mahkemede biz de bulunuyoruz. Bu noktada polis, soruşturmayı tamamlamak adına ek tutukluluk talep eder ve ek tutukluluk süreci başlar. Ek tutukluluk süresince mülteci, polis hücresinde bekler. Bu noktada en büyük sıkıntı birçok polis hücresinde yeterli gıdanın sağlanmaması, çocukların yetişkinlerle benzer ortamlarda tutulması. Soruşturmanın tamamlanmasının ardından teminat aşamasına gelinir. Ülkede barınmasıyla ilgili yasal zemin bulunmadığından, genellikle yargılanacağı süre boyunca teminat maksatlı cezaevine gönderilir. Biz, bu sürenin mümkün olduğunca kısa olması için devreye giriyoruz. Bu kişiler genelde 2 hafta, bazen 1 ay ya da 45 gün cezaevinde kalıyor. Hatta 75 gün boyunca cezaevinde kalanlar bile oldu. Bu sürenin tamamlanmasının ardından ya polis hücresinde ya da bir yurtta ihraç işlemlerinin tamamlanmasını bekler. İhraç işlemlerinin tamamlanması birçok durumda 1 haftayı aşabiliyor. Son olarak da eğer Suriye kökenliyse, Türkiye ile imzalanan protokol kapsamında Türkiye Cumhuriyeti’ne ihraç edilir. Bizler bu noktada, TC’deki sığınma mekanizmasıyla ilgili kişiye bilgiler verip, hak odaklı çalışan ilgili merciler ile iletişime geçiyoruz.” 

Polis karakollarında ya da cezaevinde nasıl bir muameleyle karşılaşıyorlar?

Mültecilerin polis karakollarında ya da cezaevinde gördükleri muamelenin sorulması üzerine Yususfoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Bir kişi tutuklandığı andan itibaren, devletin sorumluluğundadır. Bu kapsamda devletin yerine getirmesi gereken bazı yükümlülükleri vardır. Örneğin tutuklunun iyi beslenmesi, mevsime uygun kıyafeti yoksa temin edilmesi, gerekiyorsa ilacın sağlanması ve doktor kontrolünden geçirilmesi gibi yükümlülükler… Bu konularda bazen sıkıntılar yaşanıyor. Polis karakolunda çalışan insan sayısının kalabalık olduğu yerlerde bu tip sorunlar daha az oluyor. Biz MHD olarak çoğu zaman devreye girip, bu insanların onların sorumluluğunda olduğunu hatırlatıyor, müdahalelerde bulunuyoruz. Gerektiğinde de diğer sivil toplum kuruluşları ile dayanışarak gıda, ilaç ve kıyafet gibi temel ihtiyaçları gidermeye çalışıyoruz. “

“Kendisine getirilen dava konusunu anlaması, bir kişinin en temel haklarından biri”

Mültecilerin, özellikle “iletişim” konusunda sorunlar yaşadığına dikkat çeken Yusufoğlu, tercüman eksikliğinden dolayı çeşitli problemlerle karşılaştıklarını anlattı:

“Ne polisin, ne mahkemelerin ne diğer kurumların yeterli kaynağı yok. Özellikle tercüman eksikliği çok önemli bir sorun. Kendisine getirilen dava konusunu anlaması, bir kişinin en temel haklarından biridir. Genellikle Arapça tercümana ihtiyaç oluyor. Bizim bünyemizde de bir tercüman olarak da görev yapan bir çalışan mevcut.”

 “Mülteci haklarının gereklerinin yerine getirilmesinde birincil sorumluluk dernekteymiş gibi bir algı ile karşılaşıyoruz”

Proje Koordinatörü Yusufoğlu, “Bırakın bu insanların mülteci olmasını, devlet bir kişiyi tutukladığı andan itibaren o kişiden sorumludur. Ancak zaman zaman mülteci haklarının gereklerinin yerine getirilmesinde birincil sorumluluk dernekteymiş gibi bir algı ile karşılaşıyoruz” diyerek şöyle devam etti:

“Ancak sığınma, eğitim gibi, sağlık gibi temel bir haktır. Nasıl ki eğitim ile ilgili çalışma yürüten bir derneği ülkedeki tüm okullardan ve eğitim sisteminden sorumlu kılamayız, nasıl ki hasta hakları ile ilgili çalışan bir dernek insanların tedavi süreçlerinin sağlanması sorumluluğunu üstlenemez, mültecilerle ilgili durumda da temel haklara ve sığınmaya erişimi sağlaması gereken merci Devlettir.”

“Esas sorun, yerel yasaların ülkelerinden kaçmak zorunda kalan insanları yok sayması”

Esas sorunun, yerel yasaların ülkelerinden kaçmak zorunda kalan insanları yok sayılması olduğuna dikkat çeken Yusufoğlu, yasal bir değişikliğe ihtiyaç duyulduğunu söyledi:

“Meclis’te onaylanarak iç hukukumuzun parçası olan birçok sözleşme mültecilere dair sözleşmeler içeriyor. Örneğin, Çocuk Hakları Sözleşmesi, mülteci ve sığınmacı çocuklara dair yükümlülükler barındırıyor. İstanbul Sözleşmesi, mülteci kadınlara ilişkin maddeler içeriyor. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi maddeleri gereği, insanların yaşamlarının risk altında olduğu, işkence görecekleri topraklara geri gönderilmemelerini gerektiriyor. Ancak yerel yasalarımız bu yükümlülükleri yok sayıyor ve pratikte maalesef hak ihlallerine yol açan bu yasalar uygulanıyor. İnsanlar genel uygulama olarak ölüme geri gönderilebiliyor”.

“Taslak hazırlandı, meclise götürüldü ama tek bir kez görüşüldükten sonra rafa kaldırıldı”

Fasıl 105 Yabancılar ve Muhaceret Yasası’nda yapılacak küçük bir değişiklikle, mülteci tanımının yasal bir temel kazanacağını ve “cezalandırmama” ile “geri göndermeme” ilkelerinin ihlalinin sonlanacağını söyleyen Yusufoğlu, “Bu tadil için ilk taslak 2013 yılında hazırlandı, o dönem mecliste temsil edilen tüm partilerden birer vekilin önerisi ile bir kez daha meclise götürüldü ama her seferinde komitede tek bir kez görüşüldükten sonra rafa kaldırıldı” dedi.

“Öztürkler, ‘yasanın tadil edilmesi’ önerisinde bulundu”

Geçtiğimiz hafta, İçişleri Bakanı Ziya Öztürkler ile K.T. Barolar Birliği İnsan Hakları Komitesi Başkanı ve üyeleri olarak bir görüşme gerçekleştirdiklerini, Öztürkler’in de konuya olumlu yaklaşmasını ve duyarlılık göstermesini memnuniyetle karşıladıklarını ifade eden Yusufoğlu, Öztürkler’in yasanın tadil edilmesi yönünde bir öneride bulunduğunu aktardı, “Bu önerinin ardından henüz görüşemedik. Randevu talep ettik, bekliyoruz” şeklinde konuştu.


“Refakatçisinden ayrılan çocuk, dilini bilmediği bir yerde derdini anlatmaya,  yaşadıklarını anlamaya çalışıyor”

Aileleriyle birlikte ada yarısına “yasadışı giriş” yaptıkları gerekçesiyle alıkoyulan çocukların, ya cezaevine ya da ailelerinden kopartılarak çocuk yuvasına gönderildiğini söyleyen Sosyal Danışman Burcu Okur ise, sosyal hizmetler bünyesinde sadece bir adet çocuk yuvası bulunduğunu ve onun da hali hazırda tam kapasite çalıştığını söyledi.

Burcu Okur - Sosyal Danışman

MHD olarak söz konusu yuvayı düzenli şekilde gözlemlediklerini aktaran Okur, “Çocukların takibini yapıyoruz ama bu da bir çözüm değil. Çünkü bu çocuklar orada da travma yaşıyor. Orada görevli kişiler örneğin Arapça bilmiyor. Refakatçisinden ayrılan çocuk, dilini bilmediği bir yerde derdini anlatmaya, yaşadıklarını anlamaya çalışıyor” dedi.

“Yuvanın kapasitesi kaldırmıyor”

Yuvanın kapasitesinin belli olduğunu, yerli çocuklara bile mevcut koşullarda kapasite sorunu yaşadığını söyleyen Okur, “Bir grubun yakalanması halinde, 9 ya da 10 çocuk birden yuvaya gidiyor. Ne fiziki, ne yatak kapasitesi, bu durumu kaldıramıyor. Çocuklar için çok yıpratıcı bir süreç yaşanıyor” şeklinde konuştu.

“Talebimiz, çocukların refakatçileriyle birlikte kalabilecekleri bir ortamın oluşması”

Taleplerinin, cezalandırmaya tabi tutulmadan, çocukların refakatçileriyle birlikte kalabilecekleri bir ortamın oluşması olduğunu söyleyen Okur, “Bu ortamın cezaevi değil, alternatif mekanlar olması şart” dedi.

“Bazı işletmeler mültecilere ‘ucuz iş gücü’ olarak bakıyor”

Kıbrıs’ın kuzeyinde düzenli giriş yaptıktan sonra ikamet etmelerine izin verilen mültecilerin yaşadığı sorunlara da değinen Okur, MHD’nin bu kişilere iş bulmak için yardımcı olduğunu, ancak bazı işyerlerince sunulan tekliflerin, insan haklarına aykırı olduğunu anlattı:

“Örneğin bir mutfağa bulaşıkçı aranıyor. Arayıp, yönlendirebileceğimi söylüyorum. Karşı taraf, ‘hangi ülkeden’ diye sorduğunda, verdiğim yanıtına göre cevap alıyorum. Örneğin Kenya’dan dediğimde ‘biz siyah çalıştırmak istemiyoruz’ yanıtı alıyorum. Ya da ‘Bu insanlar hırsız değildir değil mi’ şeklinde sorularla karşılaşıyorum. Öte yandan insanların mağduriyetlerinden faydalanmaya çalışanlar da var. Örneğin bir restoran aradı, haftanın 6 günü, günde 12 saat çalışacak ve asgari ücretin altında maaş vereceği bir eleman arıyormuş. Üstelik çalışma izni de yatırmayacakmış. Resmen ucuz iş gücvü arıyorlar. Eğer bu teklifler kabul edilmiyorsa, ‘iş de beğenmiyorlar’ diye sitem ediliyor. İnsani standartlar aradığı için işten atılan ve hiçbir tazminat alamayan mülteciler var.”

“Bazı öğrenci ajansları, Kıbrıs’ın kuzeyini sanki bir AB ülkesiymiş gibi tanıtıyor”

Toplumda, “mültecilerin öğrenci vizesini adaya girmek için kullandığı ve eğitimine devam etmediği” yönünde bir algı oluştuğunu ifade eden Sosyal Danışman Burcu Okur ise, bunun doğru olmadığını ve esas sorunun ‘öğrenci ajanslarından’ kaynaklandığını söyledi:

“Bizim tanıdığımız kişiler gerçekten okuyan insanlar. Doktora mezunu olanlar var. Fakat ülkede, mühendis olan kişiden yabancı olduğu için inşaat işçisi olması isteniyor. Bu algıyı kırmak istiyoruz. Aslında üniversiteler gelenleri kullanıyor. Öğrenci ajansı denen yasal ya da yasal olmayan kurum veya kişiler var. Belli başlı ülkelerde müthiş bir tanıtım yapıyorlar. Kıbrıs’ın kuzeyine gelenler, sanki Avrupa’daki bir ülkeye geleceklermiş gibi anlatıyorlar. Mültecilerle bir oryantasyon etkinliği düzenlemiştik. Onlara, ‘gelmeden önce neyi bilmek isterdiniz’ diye sorduk. Genel cevap, ‘Buranın bir AB ülkesi olduğu söylediler. Biz tanınmayan bir ülkeye geleceğimizi bilmek isterdik’ şeklinde oldu.”

Özel Haber Haberleri