Akansoy: “Adalı Cinayeti soruşturması yeniden başlatılmalı”

Akansoy, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararı bağlamında Kutlu Adalı’nın cinayetine ilişkin araştırma ve soruşturmanın yeniden başlatılması gerektiğine vurgu yaptı.

CTP Mağusa Milletvekili Asım Akansoy, 1996 yılında meydana gelen Kutlu Adalı’nın faili meçhul cinayeti ile ilgili Türkiye basınında yer alan iddialara işaret etti, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararı bağlamında Kutlu Adalı’nın cinayetine ilişkin araştırma ve soruşturmanın yeniden başlatılması gerektiğine vurgu yaptı.

6 Temmuz 1996 tarihinde evinin önünde öldürülen YENİDÜZEN Yazarı Kutlu Adalı’nın cinayetine ilişkin soruşturmanın tamamlanmadığını, Adalı’nın eşinin de konuyu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne aktardığını hatırlatan Akansoy, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin de verdiği yeterli- gerekli araştırma yapılmadığına ilişkin kararının altını çizdi.

Kutlu Adalı cinayeti ile ilgili Türkiye basınında içerisinde bir takım isimlerin de geçtiği iddiaların yayınlandığına işaret eden Akansoy, bu aşamada polisin cinayete ilişkin soruşturması yeniden başlatması gerektiğine vurgu yaptı, beklentilerinin de bu yönde olduğunu ifade etti.

Akansoy meclis konuşmasında şunları kaydetti:

KUTLU ADALI CİNAYETİ

Bildiğiniz üzere 6 Temmuz 1996 tarihinde Kuzey Kıbrıs’ta siyasi bir cinayet işlenmiştir. Kutlu Adalı evinin önünde faili meçhul kişiler tarafından öldürüldü. Açılan soruşturma geçen zaman içerisinde tamamlanamamış, Kutlu Adalı’nın eşi Sayın İlkay Adalı konuyu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşımış ve 31 Mart 2005’te açıklanan kararda cinayet ile ilgili yeterli ve inandırıcı araştırma yapılmadığı gerekçesi ile Türkiye’ye mahkûmiyet verilmiştir. Son zamanlarda Türkiye’de çok değişik bağlamlarda tartışmalar yapılmaktadır. Youtube’da çeşitli iddialar, konuşmalar ortaya konmaktadır. Elbette bunları Türkiye’nin iç meselesi olarak değerlendirebiliriz ancak Kutlu Adalı cinayeti ile ilgili yeniden çeşitli konular öne sürülmüş ve çeşitli isimler zikredilmiştir. Bu çerçevede bizim dönemin soruşturma ekibinin çalışmalarının yeniden başlatılması, yeniden açılması bir zaruret haline gelmiştir diye düşünüyorum. İnsan hakları açısından tahminin ötesinde yapılmış olan bu cinayetin nasıl sonuçlandığını bilmek elbette hepimizin hakkıdır. Bunun takip edilmesi hepimizin sorumluluğundadır. İlginçtir dönemin soruşturma memuru da şu anda polis genel müdürü olan şahıstır. Dolayısıyla bu konuda polisin yeniden soruşturmayı açması, KKTC-TC arasında var olan iş birliği protokollerine dayanarak Türkiye Cumhuriyeti’nin polis yetkilileri, ilgili kurumlarıyla da istişare etmelidir. Bu bağlamda Kutlu Adalı cinayetinin soruşturmasının AİHM kararı bağlamında, yani yeterli ve inandırıcı araştırma yapılmamasını da ortadan kaldıracak şekilde yeniden soruşturulması gerekmektedir. Bununla ilgili Polis Genel Müdürlüğü’nün herhangi bir talimat almasına gerek yoktur, herhangi bir bildirimde bunulmasına da gerek yoktur. Demokratik bir ülkede farklı seslerin kendini ifade edebildiği, tartışabildiği, görüşlerini ortaya koyabildiği, kamu otoritesinin ilgili kurumlarca sağlandığı sistemlerde polis otomatik olarak devreye girer ve Türkiye’de yapılan Youtube açıklamasını ihbar kabul ederek konun üzerine gider. Bu hassas konu ile ilgili olarak isteğimiz elbette polisin bu yönde bir adım atmasıdır, soruşturmanın yeniden açılmasıdır. Türkiye’de konuyla ilgili yayın yapan kişi Kutlu Adalı cinayeti ile ilgili çeşitli isimler zikretmiş olmasıyla birlikte önümüzdeki günlerde daha da açıklama yapacağını bildirmiştir, bunlar üstü örtülecek unutulacak kapatılacak konular değildir. Ülkenin yaraları sarılmalıdır ve Kutlu Adalı cinayeti de KKTC’de bir yaradır, sarılmalıdır. Sadece o değil, onun gibi birçok yara vardır hepsi sarılmalıdır.

KAPILAR KONUSU

Konuşma isteminde belirttiğim kapıların bir an önce açılması konuyla ilgili olarak, az önce gelen bir haber İki Toplumlu Sağlık Komitesi’nin video konferans yaparak konuyu ele alacağına dairdir. Komitenin bu konuda çalışma yapması çok önemlidir ancak tutanaklardan da okuduğumuz üzere oradaki irade kapıların açılması için yeterli değildir. İki tarafın çok daha yakın, çok daha etkili bir iş birliği projesi geliştirmesi gerekiyor ve bu proje kapsamında tarafların bu geçiş kapıları başta olmak üzere yakınlaşmaların nasıl sağlanabileceğinin tartışılması gerekmektedir. Bizim bu noktada ne komitenin arkasına saklanmamız ne de komiteyi yalnız bırakmamız gerekir. Siyasi otoritenin, siyasi iradenin görüş oluşturması lazım, yönlendirici olması lazım. Sağlık şartlarının gözetilerek adım atılmasını sağlamak ve tarafları cesaretlendirmek lazım. Biz bunu tartışırken Güney’den de haberler alıyoruz. Basına yansıdığı üzere Güney’de bir geçiş dönemi programı hazırlanmıştır, bu programa göre AB Eczacılık Ajansı’nın onay verdiği aşılar ve Rusya’da üretilen Sputnik V aşısından yapılan kişilerin Güney’e PCR’sız geçiş yapabileceği yönünde bir karar üretilmiştir. Bu elbette geçiş kapıları için de geçerli olabilecek bir konudur. Bu bağlamda Kıbrıs Türk toplumunun büyük çoğunluğunun olduğu Sinovac aşısının kapsam dışı bırakılmış olması sıkıntılı bir konudur. Biz insanlarımızı korumak adına bu aşıyı yaptırdık, doğrudur ama bu alınmış olan kararın Sinovac’ı kapsamamış olmaması sorundur. Bir an önce Sayın Cumhurbaşkanının komite üzerinden Sinovac’ı da geçişlerde kabul gören bir statüde olduğunu not etmesi gerekir. Eğer Kıbrıslı Rumlar sadece AB Eczacılık Ajansı’nın onay verdiği aşıları tanımlamış olsalardı elbette bu noktada daha farklı bir kriter düşünülebilirdi ama işin içerisine AB’nin onaylamadığı Sputnik’in olması farklı aşı türlerinin de konabileceğini ortaya çıkarmaktadır. Bu da elbette temas gerektirmektedir. Dolayısıyla konuya nasıl baktığımız çok önemli, geçiş kapılarının açılması insancıl bir konudur iki toplumun yakınlaşması ve yakınlığın sürdürülmesi açısından çok önemlidir. Toplumlar arası güvenin tesisi açısından çok önemlidir. Toplumlar arası güvenin tesisini sadece ekonomiye indirgeyemeyiz ama bu bağlamda önemli bir unsurdur, bunun yanında sosyal, siyasal çok değişik bağlamlarda toplumların birbiri ile iletişim içerisinde olmasının sağlanması ve sağlık konusunun önümüzdeki süreçte adanın bütünün kapsayacak bir şekilde ve AB çerçevesinde tanımlanması gerektiğini söylemekte fayda var. Biliyorsunuz Kıbrıs Türk Toplumunun AB müktesebatına hazırlanması ve yine kapsamlı çözüm müzakerelerinin müktesebat bağlamına oturtulması manasıyla AB ad-hoc komitesi mevcuttu. Crans Montana’dan sonra bu komite Kıbrıs Rum tarafının olumsuz tavrı nedeniyle kapandı. Bizim buna ciddiyetle itiraz etmemiz gerekiyor. Özellikle Kıbrıs Türk Toplumunun AB müktesebatına hazırlanması başlığı bugün için, müzakerelerin olmadığı bu koşullarda oldukça önemlidir diye düşünüyorum ancak bu noktada hükümetin ve cumhurbaşkanlığının bir AB vizyonu olması gerekir. Sadece ve sadece iki ayrı devlettir, egemen eşitliktir, biz söylediğimiz söyledik, artık onlar düşünsün tavırları sorunların çözümüne ve adım atılmasına yeteli olmamaktadır, olmayacaktır. BM çerçevesinde bizim AB ile çok güçlü ilişkiler kurmamız şarttır. Bu şart zorunluluktur, hakkımızdır. Her ne kadar onlar bu noktayı görmezden gelme, uzak durma gibi bir tavır içerisine girseler de biz yine de bunu zorlamalıyız. Elbette geçiş kapılarının bir kısmının Kıbrıs Türk otoriteleri tarafından kapatılmış, bir kısmının da Kıbrıs Rum otoriteleri tarafından kapatılmış olduğu için açılmasının nasıl olacağını çok önemli olmakla birlikte, eş zamanlı olması da aynı tarihte olmalıdır. Taraflar arasında bu yönde bir tartışma başlamamalıdır. Hep birlikte açılırsa çok yönlü olarak toplumların bundan faydalı çıkacağı açıktır. Elbette gerekli sağlık önlemlerinin de alınarak bu yönde adım atılması zaruridir. Son olarak şu anda biz bir post-Cenevre dönemindeyiz, Cenevre sonrası dönemdeyiz. Belirsizlik ortamındayız. Kıbrıs Sorununda aktif siyaset yapmayı bırakmış durumdayız, edilgen bir siyaset tarzı içerisindeyiz. Sayın cumhurbaşkanı ve hükümet tarafından belli tezler ortaya kondu ancak o tezlerin nasıl ilerleyeceği ile ilgili yol haritamız, sürecimiz yok. Önümüz belirsiz. Bu kabul edilebilir bir durum değildir. Bundan önceki süreçlerde ortaya konan siyasi tezlerin sosyal-ekonomik getirileri söz konusuydu. Şimdi yeni durumun nasıl şekilleneceğini, bu yeni tezler çerçevesinde dünya ile bizim nasıl entegre olacağımız meçhuldür. Bu noktada yeniden değerlendirme ihtiyacı ortadadır. Tekrardan ve tekrardan hatırlatmak hepimizin görevidir. Bir boşluktayız, önümüzdeki dönemde temmuz ayında yeni bir 5+1 toplantısı olabilir. Bizim Kıbrıs Türk tarafı olarak sadece herhangi bir siyasi tezin arkasında durarak değil o bağlamda Kıbrıslı Türklerin hak ve çıkarlarının dünya ekseninde nasıl hayat bulacağını da tartışmamız bir yol haritası çizmemiz gerekmektedir.

Haberler Haberleri