Zihinsel Engelli ya da Hasta Değil, FARKLI…

Zihinsel Engelli ya da Hasta Değil, FARKLI…

Ezgi Ağım

agimezgi@gmail.com

Hayatta bazen insan bir noktaya gelir; kendi yaşadığı hayata ve kendine bakınca ne kadar şanslı olduğunu hisseder. O an, üzüldüğü tüm dertlere küçümseyici bir gözle bakar. “Bu muymuş yani?” der. Bunca zaman ağladığı, dram üzerine dram gibi yaşadığı o problemlerin hepsinin hiçten öte bir şey olmadığını düşünür. Bu noktalara nadir gelir insan. Kendine kendinin dışına çıkıp baktığı nadir anlarda fark eder elindeki fırsatları, ne kadar şanslı olduğunu.
Öyle nadir anlardan biriydi. Okuldan küçük bir grup olarak “Topluma Hizmet Projesi” adı altında Down Sendromlu ve Otistik olan kişilerin bulunduğu özel bir okula yardım etmek amaçlı yola çıktık. Yolda hepimiz yardıma hazırdık. Onların hayatlarında küçük değişikler yapacak, onları hayata bağlayacaktık. Bunların hepsini biz yapacaktık. Ancak işler şaşırtıcı bir şekilde öyle gitmedi.

“Araba geldi mi araba” diye hiç durmadan soran yaşlı teyze tarafından karşılanmış ve dünyalarına o andan itibaren tamamen kabul edilmiştik. Geniş bir yaş aralığının olduğu İZEV (İstanbul Zihinsel Engelliler için Eğitim ve Dayanışma Vakfı) isimli bu özel okulda Down Sendromlu ve Otistik kişiler kendilerine has eğitim görmekteydiler. Her ne kadar kendilerine özgü bir hızda öğrenseler de büyük bir hırsla yeni şeyler öğrenmek için çaba sarf ediyorlardı. İşte o noktada biz devreye girip onlara hem arkadaşlık ettik hem de öğrenmelerine katkıda bulunmak için elimizden geleni yaptık. Dış dünyanın kurallarına uymalarını sağlamak amaçlı hepsinin gündelik görevleri vardı. Yemek yapmaktan, sofra kurup kaldırmaktan sırasıyla hepsi sorumluydular. Bir arada yaşamayı öğrenmiş ve bu yaşamlarına bizi de severek katmışlardı. Yeni kişiler olan bizlerle o kadar mutluydular ki bunu her fırsatta dile getiriyorlardı. Zaten saf duygu ve düşüncelerin günümüzde en doğal şekilde aktarıldığı nadir yerlerden biriydi burası. Hiçbir şekilde yalan söylemeyen, o an ne hisseder ve ne düşünürlerse duraksamadan aktaran bu temiz kişiler, o kadar dürüst bir ilişki kurmuşlardı ki bizlerle, normal hayattaki ilişkilerimizi sorgulamadan edemedik. Hiçbir çıkar olmadan, sadece hissettiğin gibi davrandığın, içinden geleni özgürce söylediğin, “kim ne der?”, “nasıl yargılar?” diye korkmadığın, kendin olabileceğin bir ortamı yaratan Down Sendromlu bu kişiler, bize yaşadığımız dünyanın acı gerçeklerini de göstermiş oldular.

Down Sendromlulara zihinsel engelli damgasını basarak onları ötekileştirmeye, bir kenara atıp kendi kendilerine yaşamaya bırakmaya kimsenin hakkı yok. Gerekli olan, onların gerçek anlamda topluma katılmalarını sağlamak ve onların bu zorlu hayatlarını kolaylaştırarak hak ettikleri gibi yaşamalarına yardımcı olmaktır. Onların da farklılıklarına rağmen, herkes gibi ideal ve eşit şartlarda yaşamalarına ve birey olduklarını hatırlayarak, toplumda yerlerini almalarına izin verilmelidir. Sevgi dolu, kırılmaya açık olan bu kişiler, içinde bulundukları durumu hastalık olarak değil “farklılık” olarak gördüklerinin altını her defasında kalın çizerek, toplum tarafından dışlanmak istemediklerini dile getirdiler. “Biz hasta değiliz. Sadece farklıyız. Sen nasıl yanındaki o arkadaşından farklı özelliklere sahipsen, biz de sizden farklı özelliklere sahibiz. Eee nolmuş yani?” diyerek hepimize müthiş bir ders verdiler.

Onların birçoğumuzdan farklı, evet. Fakat bu, onların toplumda saygı değer bir yere sahip olmalarının önünde bir engel asla olamaz, olmamalı. Onlar da herkes gibi müzikle çılgınlarcasına dans eder, onlar da sever, sevinir ve üzülür. Herkes gibi kızar, herkes gibi hayattan pek çok şey beklerler. Hayatları zor değil mi? Zor. Hiç durmadan bir noktaya bakıp saatlerce inlemek, ısrarla “Araba geldi mi araba?” diye sormak, bir anda duygu ve değişikliklerden kaynaklanan rahatsızlık duyarak kriz geçirmek her ne kadar ideal bir hayat olarak görülemese de, bunlar, onların dünyasının bir parçası... Ama yine de, bütün bu zorluklara rağmen, onlar gerçek anlamda mutluydular. Mesela, Down Sendromlu kişilerin yanında bir şarkı açsanız, yüzlerine ve danslarına yansıyan o sevinç size de bulaşıyor. Müziğin akışına kendilerini bırakıp çılgınlarcasına dans ettiklerini gördüğünüz zaman, gerçek anlamda eğlenmenin ne demek olduğunu yeniden düşünüyorsunuz ve onların rehberliğini kabul ettiğiniz zaman, insana içinden geldiği gibi özgürce davranmayı öğretiyorlar. Her anı içlerinden geldiği gibi yaşadıklarını gördükçe şu soruyu sormadan edemiyorsunuz: “Hangimiz onlar kadar mutlu ki acaba?” Elimizdekilerle yetinmeyi öğrenememiş, en ufak bir engelle karşılaşır karşılaşmaz suratlarımızı asan bizler, toplumun bize çizdiği sınırların dışına çıkmamak için kendimiz olamayan bizler, onlar gibi mutlu olabiliyor muyuz gerçekten?

Farklılıklarından kaynaklanan bütün zorluklara rağmen toplumda yer almaya çalışan bu mutlu insanlar, İstanbul’da bir restoranda garsonluk yaparak engellerin olmadığını kanıtlamayı da atlamıyorlar. “Hasta” değil “farklı” oldukları için herkes gibi yaşamaktan asla çekinmiyorlar. Bir başarı öyküsünü hep beraber o restoranda yazıp, gerçek anlamda “her şeye rağmen” demenin ne olduğunu gözler önüne seriyorlar. İşte bu başarı oyununda, sahnede başrol alan o mutlu insanların yanında bizler, arka plandaki ağaçtan farksız değildik.

“Topluma Hizmet Projesi” bittiğinde hayatlarında gerçek değişiklikler yaşayan, hayata eskisinden daha farklı ve daha sıkı bağlanan, mutlu olmayı öğrenen onlar değil, biz olduk. Öğreten de biz değil, onlar oldu. Onlar, mutlu olabilmek için her şeye sahip olduğumuzu gösterdiler bize. Her zorluğa rağmen hayata hala gülen yüzle bakan bu özel kişiler, bize mutlu olunabileceğini hatırlattılar. Onların sahip olmadıkları ama birçoğumuzun sahip olduğu birçok şeyin değerini bilmediğimizi, bizim dert olduğunu sanarak günlerce üzüldüğümüz o sorunların hepsinin ne kadar basit şeyler olduğunu yüzümüze vurdular. Tokat gibi olan o vuruş uyandırıcıydı. İnsanı düşündüren, sahip olduklarının ve kendinin değerini bildiren güçlü ve sarsıcı bir tokattı.

Dergiler Haberleri