ZEKİ MÜREN

ZEKİ MÜREN

 

Stella Aciman

Uzun yıllar bekledim
Hakikat oldu rüya
Koklamaya kıyamam
Benim güzel manolyam

24 Eylül sabahı güne, Zeki Müren’in Kürdîlihicazkâr makamındaki bestesi Manolya şarkısıyla başladım. Spiker, Zeki Müren’in 17. ölüm yıldönümü anısına bir program yapıyordu. Kulağımda Zeki Müren şarkılarıyla yine geçen yılların içine çekildiğimi hissettim.
1960’lı yıllara az bir zaman kalmış… Artık kışları Şişli’de Hanımefendi Sokak’ta, yazları ise Yeşilköy’de oturuyorduk. Şişli o yıllarda İstanbul’un elit bir semti… Yeni yapılan apartmanlarda şık hanımlar, şık beyler oturuyor kapılara sayılı da olsa şık arabalar yanaşıyor… Yani Lüküs Hayat Opereti’nin o meşhur ‘Şişli’de bir apartman…’ sözleriyle başlayan şarkısının Şişli’si. Üst katımızda, Demokrat Parti’nin önemli bürokratlarından İhsan Doruk’un kız kardeşi Melek Hanım oturuyor. Evine sürekli üst düzey bürokratlar ve milletvekilleri geliyor, hatta annemin dediğine göre; Adnan Menderes, uzatmalı aşkı Suzan Sözen’le zaman zaman Melek Hanım’ın evinde buluşurmuş.
Gel zaman git zaman, karşımızdaki inşaatın bitmesiyle insanlar yeni evlerine yerleşmeye başlamışlardı. Sokağın sakinleri merakla o yeni apartmana yerleşenleri izliyordu. Günlerden bir gün apartmanın kapısındaki camın üzerine isminin yazıldığını gördük… Müren Apt. Ve yine günlerden bir gün, Müren Apartmanının kapısına yanaşan beyaz Chevrolet Impala’dan, gözünde siyah gözlükleri, omuzlarına atılmış beyaz kürkü, boynuna doladığı kırmızı atkısıyla indi Zeki Müren… Artık, O bizim karşı komşumuzdu!

ZEKİ MÜREN VE ANNEM

O yıllarda Zeki Müren’in üstü açık arabasıyla sokağa girdiği anlarda bütün pencerelerden başlar dışarıya uzanır, alkışlar başlardı. O, her daim karşılaştığı bu tezahüratlara gülümseyerek karşılık verirdi. Annem asla pencereye çıkıp Zeki Müren’i izlememe izin vermezdi ve kendi de izlemez, ‘ayıptır…’ der, O geldiği zaman eğer pencere önündeyse hemen içeri girerdi. Annemin bu davranışına sanırım Zeki Müren biraz içerlemişti. Öyle ya, tüm sokak onun gelişiyle ortalara dökülüyordu ama bir kişi hiç oralı olmuyordu. Annemi hasbelkader pencerede yakalayan Zeki Müren önce ona dikkatlice bakar sonra bir edayla boynunda asılı atkısını eliyle savurtarak omzuna atar ve hızla apartmanına girerdi. Annem onun bu haline çok güler ve eğlenirdi. Aralarında tatlı bir atışma durumu olmuştu.
O yaz yine Yeşilköy’deydik. Gazetelerden Zeki Müren’in, yaz aylarını geçirmek üzere Yeşilyurt’ta ev kiraladığını okumuştuk. Annem her sabah bisikletiyle Yeşilköy-Yeşilyurt arasında gezinirdi. Aynı saatlerde annem gibi başında beyaz kasketi, gözünde siyah gözlükleri, bisikletiyle turlayan biri daha vardı… Zeki Müren! Annem Zeki Müren’i bisikletinin üzerinde her gördüğünde arkadan yanına yaklaşır ve onu düşürmeye kalkardı. ‘Ay, yapma ayol…’ diyen Zeki Müren’in yüzünün aldığı ifadeye ne çok gülerdi annem.
Annem, Zeki Müren’i radyoda çok dinledi, sahnede çok seyretti ama hiç tanışmadı. Aralarındaki bu garip bağ, biz Şişli’den Nişantaşı’na taşınana kadar aynen süregeldi.

VE BODRUM…

1970’li yıllar… Bodrum’la tanışmışım artık. Henüz hiçbir şeyi bozulmamış, sessiz sakin, huzur dolu bir belde. Mayıs ayı geldiğinde birkaç arkadaş yollara düşüyor bin bir zorlukla, yorgun bir halde Bodrum’a ulaşıyoruz. Masmavi denizde kendimize geliyoruz, akşamüstü meydanda Raşit’in kahvesinde çaylarımızı yudumlarken küçük limandaki tekneleri izliyoruz. Akşam o günlerin tek restoranına kapağı atıyoruz-ne yazık ki adını unuttum.- Kimler yok ki… Gülriz Sururi, Engin Cezzar, Mina Urgan, Mavi yolculuğu ilk keşfeden ve kitaplaştıran Azra Erhat… Ve hatırlayamadığım daha kimler. O küçük restoranda ışıkların kapanış saati on ikiye kadar ne sohbetler olurdu…
O zamanlar denize girmek için Bodrum’un en yakın koyu olan Bardakçı’ya giderdik. Sabah kahvaltı sonrası sahildeki 3-5 küçük tekneden birine biner, su motorunun sesini dinleyerek Bardakçı Koyu’na ulaşırdık. Bugün devasa otellerin kapladığı Bardakçı’da o yıllarda derme çatma bir kulübe, birkaç ahşap masa ve hasır sandalyelerden oluşan bir kahve hizmet verirdi. Ağaçlar altında oturur, çayımızı kahvemizi içer, denizin tadını çıkarırdık. Bizim gibi, o sessizliğin içinde mavi denizin tadını çıkaran biri daha vardı… Zeki Müren!

BODRUM ARKADAŞI ZEKİ BEY

Onu her sabah başında kasketi ve gözünde siyah gözlüğü ile Bardakçı’da görürdük. Karşılıklı bakışmalar zaman içinde ‘günaydın’ sözcüğüyle buluşmuş, ayrı oturulan masalar birleşmişti. O artık benim için Zeki Bey’di ve Bodrum arkadaşımdı.  Ona annemi hatırlattığımda çok gülmüştü ama ‘çok kızdırırdı beni ayol’ demeyi de ihmal etmemişti.
Bodrum ve Bardakçı Koyu yıllarında Zeki Müren’i çok yakından izleme şansını yakalamış biriyim. Bodrum halkının onu nasıl sevgi ve saygıyla bağrına bastığını gördüm. Bu sevgi seli, beraberinde ona Bodrum’un Paşa’sı unvanını getirdi.
Halk onu yaz aylarında yüzdüğü, saatlerini geçirdiği Bardakçı Koyu’na görmeye gelirdi. Onlarca insan onunla bir resim çektirmek, iki söz söylemek için kuyruğa girerdi. Hiç birini kırmaz, asla yüzündeki gülümseme kaybolmaz ve her biriyle ayrı ayrı resim çektirmekten kaçınmazdı. Ona yapılan iltifatlara, tezahüratlara içtenlikle karşılık verirdi. Oturduğumuz küçük masanın etrafı hayranlarıyla çevrilir, onların her sorusuna cevap verirdi. Ben o kalabalıktan bunalır kendimi denize atardım, döndüğümde onu aynı yerde kâh hayranlarıyla resim çektirirken kâh sohbet ederken bulurdum. ‘Hiç bunalmaz mısınız?’ diye sormuştum bir gün. Bana ‘onlar benim velinimetimdir’ demişti. O kadar güzel Türkçe konuşurdu ki, dudaklarının arasından çıkan sözcükler adeta dans ederdi. Ağzından çıkan her sözün arkasında derin bir kültürün yattığını hissederdim ama belden aşağı fıkralar anlatmaya ve dinlemeye de bayılırdı bu arada. Ahmet adında, sesi çok güzel olan Bodrumlu bir arkadaşımız vardı. Keyifli olduğu günlerde Ahmet’e “hadi bir şarkı söyle, sen söylerken şarkı söylemek istiyorum” derdi. Ahmet şarkıya başlar, biraz onu dinler ve sonra ona eşlik etmeye başlardı. İşte o anlarda dünyanın sadece o masanın etrafında döndüğünü sanır, o ses beni içine hapseder, ruhumun mavi göğe doğru uçtuğunu hissederdim. Sanki zaman dururdu… Öylesine ulu bir sese sahipti Zeki Müren.

SON GÖRÜŞ

Akşamları Zeki Bey’i, Barlar Sokağı’ndaki Veli Bar’da görürdüm. Duvar kenarında, sokağa bakan yuvarlak masanın üzerini bordo saten bir örtü kaplardı. Masanın üstünde ince bir vazonun içinde ise her daim bir kırmızı gül olurdu. O masaya Zeki Müren’den başka hiç kimse oturamazdı. Gelmediği gecelerde o masa boş kalırdı. O barda da hayranları onu hiç rahat bırakmazdı, çevresi resim çektirmek isteyenlerle dolar taşardı. Bir taraftan içkisini yudumlar, diğer taraftan hayranlarına laf yetiştirir, resimler çektirirdi. O masa Zeki Bey Bodrum’daki evine inzivaya çekildikten sonra da uzun yıllar boş olarak durdu.
Yıllar yılları kovaladı olanca hızıyla… Bardakçı Koyu otellere teslim oldu, Bodrum bir başka Bodrum oldu. Zeki Bey artık çok fazla dışarıya çıkmaz oldu. Sahnelerden de uzaklaşmıştı. Bu arada hızla kilo alıyordu. Bodrum’a gittiğim zamanlarda evinin önünden geçiyordum, belki görebilirim ümidiyle ama göremiyordum. Bir gece geç saatlerde Veli Bar’dan çıkmış, arkadaşlarımla Barlar Sokağı’nda yürüyordum. Yolda yürüyenlerden birinin “Zeki Müren geliyor” dediğini duydum ve sesin geldiği yöne doğru baktım. Zeki Bey, yanında onu kollarından tutan iriyarı iki adamla beraber yürüyordu. Yıllar sonra karşılaşıyorduk. Oldukça içkiliydi. Çok şişmanlamıştı. Zorlukla yürüyordu. Ayakları şişmiş, sandaletin üzerine taşmıştı. Bir süre göz göze bakıştık, yanına yaklaştım, boynuna sarıldım… Yanaklarından öptüm ve hiçbir söz söylemeden yanından ayrıldım. O gece Zeki Bey’in gözlerinde gördüğüm hüznü hiç unutamadım… O gece Zeki Müren’i son görüşümdü. Zeki Müren, bedenen zamana yenilmenin hıncını Bodrum’daki evinde inzivaya çekilerek almıştı. O geceden sonra en yakınları dahil hiç kimseyle görüşmedi ama varlığını Bodrum’da daima hissettirdi. Bana ise;
Her Bodrum’a gittiğimde bugün müze olan, onlarca kez girdiğim evinin önünden bir kere geçmek, rahmet okumak ve unutulmaz anılar kaldı.

Dergiler Haberleri