Yılmaz Güney - Feri Cansel ya da ‘‘Eylül Ayrılığı’’…

Türk sinemasının efsane ismi Yılmaz Güney ile tanışır… Ve sinemadan beklediği ilk ‘Başrol’ oyununu da yine, Yılmaz Güney’in karşısında gerçekleştirir…

Bülent Fevzioğlu

Türk sinemasının efsane ismi Yılmaz Güney ile tanışır… Ve sinemadan beklediği ilk ‘Başrol’ oyununu da yine, Yılmaz Güney’in karşısında gerçekleştirir… Bu film, senaryo yazarlığını ve yönetmenliğini Yılmaz Güney’in yaptığı ‘‘Bir Çirkin Adam’’ filmidir… Feri Cansel bu ilk başrol filminde ‘‘Feri’’ ismiyle rol alır…

Tümünde değilse de, çoğunluğunda doğum ve ölüm tarihleri yazılıdır mezar taşlarında…

Ve bir de isim…

Hiç tanımadığımız biriyse şayet o ‘giden’, ‘hayat’ dediğimiz bu yolculukta kaç yıl yaşadığını öğrenebiliriz yalnızca başucu taşındaki rakamlarından…

Özetle de olsa, mezar taşlarında yer almaz hiç kimselerin yaşam öyküsü… 

Bir doğum - bir ölüm tarihi yalnızca…

Ve bir de isim…

Oysa…

Her kim olursa olsun; yazılacak, söylenecek, okunacak bir hikâyesi vardır mutlaka…

Ve fakat… Şu da bir gerçektir ki…

Kimi insanlar ‘ölür’…

Kimileri de ‘bedensel olarak ayrılırlar’ hayatımızdan…

Çarçabuk unutulup silinirken ‘ölenler’, ‘bedensel olarak ayrılanlar’ kazınır hafızalara, kâğıtlara, yazılara ve yarınlara…

Çünkü onlar; geçip giderlerken bu ‘hayat’tan, bir el izi bırakanlardır geride…

Ve en büyük özellikleri onların, ‘hayallerinin’ olmasıydı avuçlarında…

El izi bırakmaları ondan…

 

*    *     *

 

Lefkoşa’nın Samanbahça Mahallesi’nde doğduğu 7 Temmuz 1944 günü, İkinci Dünya Savaşı sürmekteydi henüz.

Bir yaşına bastığı yıl dünya savaşı bitmiş, ancak savaşın getirdiği yokluk ve yoksunluğun yıllarında geçmişti çocukluğu…

 

Çocukluktan genç kızlığa yürüdüğü 50’lerse, Kıbrıs’ta tedhiş ve terörün tırmandığı - tırmandırıldığı zamanlardı…

Bir sinema tutkunuydu…

Ve Samanbahça Mahallesi’nin esmer güzeli Feriha’sının avucunda, ‘Artist olma’ hayalleri vardı…

 

Genç yaşta evlenir ve Kıbrıs’tan ayrılarak, Londra’ya yerleşir…

Ancak bu evliliği uzun süreli olmaz, ayrılır…

Avucunun ortasında sımsıkı tuttuğu ‘Artist olma’ hayali her geçen gün biraz daha büyümekte, biraz daha sarıp - sarmalamaktadır onu…

 

20 yaşına bastığı 1964 yılında Londra’dan ayrılır, İstanbul'a gider ve Taksim’deki Parizien Kulüp’te kaçak olarak çalışmaya başlar…

Çok gitmez… Kısa süre sonra yıllardan gelen ‘hayali’ gerçekleşir, güzelliği ile dikkat çeker ve Nedim Otyam'ın "Kan ve Gurur" filminde Ahmet Mekin ile kamera karşısına geçer…

 

1964 -1969 yılları arasında küçük roller de olsa filmlerde yer alır…

20’li yaşlarında sinema sevdalısı genç bir kız olarak İstanbul’da tutunmak, ayakta kalabilmek ve kendini daha da kabul ettirebilmek için dönemin ünlü gece kulüplerinde striptiz yapmaya başlar…

 

Feriha olan gerçek adını, ‘‘Can - Sel’’ olarak yazdırır sinema ve sahne afişlerine…

Giderek tanınır, dergi ve gazetelerde yazıları - fotoğrafları, söyleşileri yayınlanır…

Kıbrıs Türk edebiyatının önemli şairlerinden Özker Yaşın, bir şiirine şöyle taşır ‘‘Can – Sel’’i:

 

‘‘Adını Can-Sel koysan da

Sen Feriha’sın bizim için

Çocukluğunu hatırlarım senin

Belliydi bir şeyler olacağın

Okula gidişin başkaydı

Yürüyüşün başka

 

Ne olmuşsun kız Feriha

Bugüne bugün artistsin

Dergilerde çıkıyor resmin

Havva annemiz kılığında…’’

 

1964-1969 yılları arasında, dönemin en önemli şöhretleri ile kamera karşısına geçen Lefkoşa Samanbahça Mahallesi’nden Feriha, sinemaya kendini kabul ettirir ve afişlere ‘‘Feri Cansel’’ ismiyle yazılmaya başlar…

Bu yıllar içerisinde yardımcı rol aldığı filmler, şunlardır:

 

* Kan ve Gurur (1964)

* Evlât Uğruna (1967)

* Bekâr Odası (1967)

* Silahlı Paşazade (1967)

* Dev Adam (1968)

* Erikler Çiçek Açtı (1968)

* Şeyh Ahmet Şeyhin Oğlu (1968)

* İnsan İki Kere Yaşar (1968)

* Ömrümün Tek Gecesi (1968)

* Nilgün (1968)

* Ayşecik Yuvanın Bekçileri (1969)

 

1969 yılı, bir dönüm noktası olur ona…

Türk sinemasının efsane ismi Yılmaz Güney ile tanışır…

Ve sinemadan beklediği ilk ‘Başrol’ oyununu da yine, Yılmaz Güney’in karşısında gerçekleştirir… Bu film, senaryo yazarlığını ve yönetmenliğini Yılmaz Güney’in yaptığı ‘‘Bir Çirkin Adam’’ FOTO1filmidir…

 

Feri Cansel bu ilk başrol filminde ‘‘Feri’’ ismiyle rol alır…

 

Sonraki günlerde, duygusal bir ilişki gelişir aralarında…

Sevgili olurlar…

Türk sinema tarihinin önemli yazarlarından Agâh Özgüç, 1988 basımı ‘‘Arkadaşım Yılmaz Güney’’ adlı kitabında şöyle yazar:

 

‘‘Yılmaz Güney’in Feri Cansel’le olan ilişkisi, Çatalca Festivali’nin yemeğinde iyice ortaya çıkıyordu…

Güney’in bu ilişkisi, elbette Feri Cansel’e bir ölçüde yararlı olacaktı. Cansel, Güney’le olan beraberliğinden sonra Kulüp Pariziyen’le olan ilişkisini de kesmişti. Yani striptizcilik mesleğine son vermişti. Çünkü ünlü aktörü gerçekten çok seviyordu.’’

 

Yılmaz Güney, ‘‘Belânın Yedi Türlüsü’’ adlı filminde de yine ‘‘Feri’’ ismiyle başrol verir Feri Cansel’e…

Aynı yıl (1969), birlikte rol aldıkları üçüncü ve son film, ‘‘Kurşunların Kanunu’’ olur…

Kadın başrolünde yine, Feri Cansel vardır…

 

Cansel, kendisiyle yapılan bir söyleşide ‘‘Çirkin Kral’’ unvanıyla da anılan Yılmaz Güney için şöyle der:

 

‘‘Adama ‘Çirkin Kral’ diyorlar. Ama neresi çirkin? İçi de dışı da sinemanın en güzeli.

Hele o gizemli bir tebessümle kıvrılan dudakları ve insanın içine işleyen o derin bakışları başka kimde var Allah aşkına!”

 

1970 tarihli (sayı 29) SES Dergisi’nde ise şöyle der:

 

«Türk sinemasında bugün bir yerim var artık.

Bunu her şeyden önce Yılmaz Güney’e borçluyum.

Onun sayesinde adım gazete sütunlarına geçti, halk beni tanıdı.

Fakat şunu da hemen söyleyeyim ki, Yılmaz Güney’le reklâmım olsun diye arkadaşlık etmedim. Gerçekten sevdim onu. Hem de deliler gibi.’’

 

Yılmaz Güney - Feri Cansel ilişkisinin sürdüğü günlerde yaşanan bir tutuklanma olayını, yine Agâh Özgüç’ün kitabından okuyoruz:

 

‘‘Bir akşamüzeri Feri Cansel, Mebusan Caddesi’ndeki evinde Yılmaz Güney’i bekliyordu.

Saat 21.00 sıralarında buluşup, birlikte çıkacaklardı.

Ne var ki Cansel’in sabaha dek uykusuz beklemesine karşılık ne gelen vardı, ne giden…

Oysa, ünlü aktör randevularına son derece özen gösterirdi…

Ama bu kez ne olmuştu?

 

Feri Cansel, merak içerisinde sevgilisini beklerken, sabahın karanlığında telefon çaldı.

Telefonun öbür ucundaki adam Yılmaz Güney’di.

Ünlü aktör, emniyetten telefon ediyordu. Korkulacak bir şey yoktu.

Ünlü kabadayılardan Dündar Kılıç’ın ortak olduğu kumarhanede halının altında üç tabanca bulunmuştu…

İddiaya göre silâhlardan biri Dündar Kılıç’ın, öteki ikisi de Yılmaz Güney’indi…

 

Güney, 9’ncu Sulh Ceza Mahkemesi’ne sevk edilirken, Feri Cansel de arabaya atladığı gibi soluğu Adliye’de almıştı. Kara gözlükleriyle mahkeme koridorunda bekleyen Cansel, şaşkın ve heyecanlıydı. Sevgilisini düşünüyordu…’’

 

Bir başka anı kitabı da, Yılmaz Güney’in çok yakın dostu ve arkadaşı Abdurrahman Keskiner’in anılarının Burçak Evren tarafından kaleme alındığı ‘Apo Gardaş’ kitabıdır…

 

Yılmaz Güney, Feri Cansel’le çektiği üç filminden sonra askerliğini yapmak üzere Muş’a gider… Muş’tan, ‘‘Apo Gardaş’’ına yazdığı mektuplarından birinde bazı işlerinin takibi için direktifler verirken, Feri Cansel’in de parasız olduğunu düşünerek, şu istekte bulunur:

 

‘‘Feri (Feri Cansel) için söylediklerimi unutma…

Feri’nin parası olmayabilir (ki büyük bir ihtimaldir) ve sana ‘parası olduğunu, ihtiyacı olmadığını’ söyleyebilir. Davranışını bunları göz önüne alarak ayarla.”

 

Yılmaz Güney - Feri Cansel ilişkisi, Güney’in, Fatoş Güney’le evlendiği 27 Haziran 1970’e değin sürer…  

 

Sinema filmografisinde (1964-1983) yaklaşık 130 film bulunan Feri Cansel, 1983 yılının 2 Eylül akşamı, son yıllarda birlikte yaşayıp sonradan ayrıldığı işadamı Melik Ük FOTO2tarafından kendi evinde ve kızı Zümrüt’ün yanında önce tartışıp, ardından, üzerine üç el kurşun sıkılarak, öldürülür…

 

Feri Cansel’le ilgili eski bir magazin dergisi, onunla ilgili son haberinde şöyle yazar:

 

‘‘Cenaze namazı 6 Eylül 1983’te, Şişli Camii’nde kılındı.

Ekrem Bora, Mine Soley, Mine Mutlu, Serdar Gökhan, Turgut Özatay, Önder Somer ve Serpil Örümcer gibi isimlerin yer aldığı az sayıda dostu gelmişti son yolculuğuna uğurlamaya…

Yakınları, aralarında topladıkları parayla, cenazesini Kıbrıs’a gönderdiler…

Lefkoşa Mezarlığı’nda bir kaç eski tanıdığının katıldığı cenaze namazının ardından, sessizce toprağa verildi.’’

 

Lefkoşa’nın Samanbahça Mahallesi’nden başlayıp kendi evinde üç kurşunla hayata veda eden ve Kıbrıslı Türklerin sosyal yaşam tarihi içerisinde ‘‘İlk sinema sanatçısı kadın’’ olarak geride ‘‘el izini bırakan’’ Feri Cansel (Feriha Ali), ne demişti Yılmaz Güney için:

 

‘‘Yılmaz Güney’le reklâmım olsun diye arkadaşlık etmedim.

Gerçekten sevdim onu.

Hem de deliler gibi...’’

Eskiler, ‘‘kaderin bir cilvesi’’ derler, kimi tesadüf - rastlantısal olaylara…

 

Feri Cansel, 2 Eylül 1983 günü ayrılır aramızdan…

Ve Yılmaz Güney, tam bir yıl bir hafta sonra, 9 Eylül 1984’te, Paris’te…

 

Denildiğince, ‘‘kaderin bir cilvesi’’ miydi bu, iki eski sevgiliye…

Bilmiyorum amma…

Eylül ayrılığı olduğu, kesindi…

Dergiler Haberleri