“Vretçalı Hoca” (Özker Özgür) Kitabı’nın Yunanca Baskısının Tanıtımı ve 20. Ölüm Yıldönümü Anma Töreni

Babamın hikâyesinde gördüğüm şey şu:Adaletin izini süren insan, çoğu zaman bu yolu kendi başına yürümek zorunda kalıyor.

26 Kasım 2025

Münevver Özgür Özersay- AKEL Konuşma Metni

Sevgili dostlar,
Sevgili yoldaşlar,

Bugün burada yalnızca birleşik bir Kıbrıs için mücadele eden bir insanı anmak için değil;

bu kitabın açtığı yüzleşme alanında birbirimize yeniden bakmak ve birbirimizi gerçekten duymak için toplandık.

Bir kitabın ortaya çıkması hiçbir zaman tesadüfi değildir.
Babamız günlük tutmasaydı — yani önemsediği hafızayı kendi elleriyle inşa etmeseydi — bu kitabın temeli de olmazdı.

Ama bir gerçek daha var:
Bu kitabın yazarı Abdullah Korkmazhan, babamızın en zor ve en yalnız bırakıldığı dönemlerde onun yanında duran; o artık aramızda değilken bile sesinin kaybolmaması için emek veren bir insandır.
Bugün burada hem bu niyeti hem de gösterdiği çabayı onurlandırmak isterim.

Vretçalı Hoca (Özker Özgür) kitabı, uzun süre sessizlikte kalan hislere ve olaylara yeniden bakmamıza olanak tanıdı.
Bu nedenle önemli.

Kitabın Yunancaya çevrilerek baskıya verilmesi ise, Özker Özgür üzerinden anlatılan sol mücadele hikâyesinin yalnızca kayıtlara geçip hatırlanmasını değil;
müşterekleşmesini ve iki toplum arasında dolaşan bir ortak değere dönüşmesini sağladı.

Bu sürece emek veren herkese teşekkür ederim.
Katkıları, politik bir dostluğu zamana karşı diri tutan bir dayanışmadır.

Bugünden geriye, çocukluğuma doğru baktığımda;
ve babamı düşündüğümde, gözümün önüne bir sahne gelir:

Güçlü kadınların, örgü örer gibi ilişkileri, evi ve hayatı ördüğü bir aile meclisi...

Zehra Özgür: Annem…
Ve onun kız kardeşleri… Çalışkan ve yılmaz.
Anneannem ve onun kız kardeşleri… Bilge ve tutarlı.

Yan yana iki avlu.
Ayrı haneler, ama birlikte yaşamayı bilen insanlar.
Her gün birbirinin duygusuna, yüküne, sofrasına değen bir hayat.

Ve tümünün ayrılmaz bir parçası olarak yine annem…
Ailesi ile birlikte, babamın inandığı şeyleri dimdik ayakta tutan görünmez temel...

Yani babamı “hoca” yapan yalnızca okudukları ve düşündükleri değildi.
Arka planda, görünmeden ama hep orada duran
bilge kadınların kurduğu dayanışma kültürü,
ev içi adalet duygusu
ve birlikte omuz verme haliydi
.

Esas gücü buradan geliyordu.

Kitabı bu ay yeniden okuduğumda bir başka gerçeğin farkına vardım:


Evdeki — yani bu geniş aile bağlamındaki — babam ile siyasette tanınan Özker Özgür arasında görünmez bir mesafe olduğunu…

Özker Hoca, evde bizimle ne kadar birlikte, güvende ve el üstünde ise;
dışarıda o kadar yalnız, kırılgan,
düşünceleri için hapis yatmış,
ölüm tehditleri almış,
kendi partisi içinde bile linç edilmiş bir insandı.

Babamın hikâyesinde gördüğüm şey şu:
Adaletin izini süren insan, çoğu zaman bu yolu kendi başına yürümek zorunda kalıyor.

O nedenle bence 1995’te söylediği o cümle, yalnızca siyasi bir tarih cümlesi değildir:
İnsani bir duruştur.

Davul bizim boynumuzda, tokmak başkasının elinde.

Ve ardından söylediği:

Davul da tokmak da sizin olsun. Ben kalemimi vermiyorum.

Bu cümlede bir öfke yoktur.
Bu cümlede onur vardır.
Ve işte bize miras kalan en kıymetli değer de bu onurdur.

Ama bugün bu miras da artık bizimle ilgili değil.
Çünkü bu mücadeleyi tamamlayacak olan biz değiliz.

Çözümü başaracak olan, bugün büyüyen ve yarın karar verecek olan kuşaktır.

Bizim görevimiz ise:
Onlara yer açmak.
Alan açmak.
Yetki açmaktır.

Burada “miras” ve “görev” demişken, üzerimize düşen bazı sorumluluklardan bahsetmeden geçemeyeceğim.

Kitapta, Özker Hoca’nın ölümünün hemen öncesinde hem Abdullah’a hem de Vera’ya söylediği sözler —
Kıbrıs’a dikkat edin, barışa sahip çıkın” gibi — birer vasiyet niteliğindedir.

Benzer cümleleri babamız ölümünden önce bizimle de paylaşmıştı.
Hepimizi yanına çağırıp nasihatlerde bulunmuş, temennilerini tek tek söylemişti.

Ve üzerine basa basa birkaç kez vurguladığı şeylerden biri de şuydu:

“Bir gün, eğer bu adada birlikte yaşam yeniden inşa edilebilecekse, bu ancak ve ancak AKEL ile CTP’nin işbirliği yapması halinde mümkündür.”

Diyeceğim o ki, AKEL ve CTP’ye düşen sorumluluk büyüktür.
Annan Planı’nda çıkan “hayır”ın bedelini yıllardır ödüyoruz.
Beraber yaşamayı seçebilirdik; seçmedik.

Bugün geldiğimiz noktada, farklı ülkelerin insanlarına Limasol’dan, Larnaka’dan, Girne’den, İskele’den konutlar satılıyor ve bizler de onlarla birlikte yaşamaya alışmaya çalışıyoruz.  

Emlak’tan inşaata, bakımdan gündelik yaşama kadar pek çok yükü yine başka ülkelerden gelen insanlar omuzluyor.
Kendi gençlerimiz ise giderek daha fazla dışarıya göç ediyor.

Bundan ders çıkarmamız ve aklımızı başımıza toplamamız gerekiyor.
Her türlü ayrımcılığın; din, ırk, toplumsal cinsiyet, yaş, sağlamcılık, dibine vurduk.

Bunun bize verdiği zararları artık görme zamanı geldi.

O nedenle…

Bugün burada yalnızca AKEL üyelerine veya sempatizanlarına değil;
bütün partilerde adalet ve demokrasi için çabalayan herkese; tüm gençlere ve
onlara yön veren siyasi liderlere sesleniyorum:

Kapalı kapıları açın.
Kimseyi dışarıda bırakmayın.
Görüşmeleri açın; çoğullaştırın.
Dahiliyet ve hakkaniyet artsın.

Farklı avlularda yaşıyor olsak da
dayanışma içinde olduğumuzda güç paylaşımını
adilce yeniden tasarlayabiliriz.

Babam ömrünün sonunda şöyle demişti:

“Bir tek meziyetim vardır:
Hiçbir zaman umutsuzluğa kapılmam.”

Biz de kapılmamalıyız.
Adamız, bölünmüş bir kader değildir.
Adamız, yeniden inşa edilmeyi bekleyen ortak bir yurttur.
Ve biz, bu yurdu birlikte kurabiliriz.

Buna inanıyorum.
Buna güveniyorum.

Teşekkür ederim.

Dergiler Haberleri