Travmaların Üstesinden Gelme Yöntemi Olarak Edebiyat[1]

Tam da bu noktada, edebiyatın geçmiş travmaların üstesinden gelmedeki önemine bakmak gerekiyor. Şundan ötürü ki, edebiyat sayesinde geçmişte travmatik olarak vuku bulan birçok konu, kişiler nezdinde okunup, konuşulup, tartışılabiliyor.

 

 

Hakan Karahasan

hakan.karahasan@gmail.com

 

Edebiyatın ne olduğuna dair bir tanım, belki de, doğası gereği güçtür. Bu noktadan hareketle, geçmiş travmaların üstesinden gelme amacıyla edebiyatı bir yol olarak görmek ise, edebiyatın tanımlanmasının güç olduğu bir noktada çok daha zordur. Bu yüzden,  yazının amacı edebiyatı geçmiş travmaların üstesinden gelme yöntemi olarak nasıl kullanabileceğimiz değildir. Onun yerine, edebiyattan bazı örnekler verilmek suretiyle bu eserlerin geçmiş travmaların üstesinden gelmede yolunda nasıl kullanılabileceği açımlanmaya çalışılacaktır. 

 

Travma nedir? Tabi ki, travma dediğimiz zaman tek bir tanımdan bahsedemeyiz. Onun yerine, travma sözcüğü tanımlarına bakıldığı zaman görülebilmektedir ki, sözcüğün tanımı zaman içerisinde değişmektedir. Türkiye Psikiyatri Derneği websitesine göre travma:

 

“Kişiyi aşırı korkutan, dehşet içinde bırakan, çaresizlik yaratan, çoğu kez olağandışı ve beklenmedik olayların yolaçtığı etkilere ruhsal travma diyoruz. İnsan hayatında sıkıntı ve üzüntü yaratan pek çok olay olur, ancak bunların tümü ruhsal travma yaratmaz.”[2]

 

Tanımda da görülebildiği üzere, travmaya yol açan en önemli etkenlerden bir tanesi insanın başına gelen olağandışı olaylardır. Bununla bağlantılı olan bir başka önemi unsur ise kişinin ‘hayatında sıkıntı ve üzüntü yaratan’ olaylardır. Lakin, Türkiye Psikiyatri Derneği websitesi ve Craparo’nun (2013) ifade ettiği üzere, başımıza gelen her sorun veya yıkım travmaya yol açmaz. Aksine, sadece ‘belli’ şeyler travmaya yol açmaktadır. Bu da bizlere, travmanın son derece seçici bir durum olduğunu gösteriyor. Peki seçici bir durum olan travma ile edebiyat arasında nasıl bir ilişki vardır? Bu soruya cevap vermeden önce bir noktaya daha temas etmekte fayda var: Her ne kadar travma “kişisel” olarak görülse de, aynı zamanda kolektif de olabilir. Örneğin, tarih içinde bir halkın yaşamış olduğu travma (Krş. Volkan 1979). Böylece, travma terimi bireyden başlayıp toplumda yaşayan diğer bireyler tarafından paylaşılabilmektedir. Bu da, bizlere, travmadan bahsettiğimiz zaman bunu sadece bir bireyin hayatında yaşadığı bir durum olarak değil, aynı zamanda toplumsal da olabileceğini göstermektedir.

 

Pek, nasıl oluyor da travma toplumsal olabiliyor? Başka bir deyişle, travmayı toplumsal olarak nasıl tartışabiliriz? Böyle bir şey mümkün mü? Eğer öyleyse, nasıl?

 

Bilindiği üzere, Kıbrıs’ta yaşananlar, dünya üzerinde sadece burada olmuş değil. Başka bir deyişle, savaşlardan dolayı acı çeken tek yer Kıbrıs değil dünyada. Tabii, bu, zamanında Kıbrıs’ta yaşananları normalleştirmiyor. Aksine, dünya tarihini okuyan birisine, yaşanılan bu acı tecrübelerin yaşanılan dönem ile bağlantılı olduğunu gösteriyor. Lakin bu, geçmişte yaşananları olumlayan bir unsur değil, Tam tersi, insanların tecrübeleri ve travmaların yakın dönem Kıbrıs tarihinde önemli bir yeri olabileceğini gösteriyor bizlere.

 

Kıbrıs’taki resmi tarihlere bakıldığı zaman, adadaki her iki toplum belli konulara odaklanmak suretiyle, bir ulus olarak “düşmana” karşı nasıl bir araya gelindiğini göstermeye çalışmakta. Bilindiği üzere, “düşman” kavramı ulus inşasında önemli bir öğe olarak görülebilmektedir. “Düşman” olarak da addedilmekte olan “öteki” aynı zamanda homojen ve kötü olarak gösterilmekle olup, “biz” ise homojen, iyi ve acı çeken kurbanlar olarak gösterilmekteyiz. Peki, bu bahsedilen tarih, ne tür bir tarih? Burada şunu belirtmekte fayda var: Yakın zamanda tarih üzerine yapılan araştırmalar bize, tarih ve geçmiş kavramlarının birbirlerinden farklı kavramlar olduğunu göstermiş bulunmaktadır (Fischer ve d. 2011). Lakin, tarih ve geçmişin birbirlerinden ne gibi farklılıklar içerdiğine değinmeden önce, eğitim sistemi ve ulusal kimlik inşası arasında önemli bir ilişki olduğunu belirtmekte fayda var. Konu ile ilgili olarak Kıbrıs’ta yapılan birçok çalışma bulunmaktadır (AKTI 2006; Bekerman 2010; Beyidoğlu et. Al. 2010; Zembylas & Karahasan 2006; Papadakis 2008; Vural & Özuyanık 2008; Vural 2012). Çalışmalar, büyük oranda nüfus olarak adada çoğunluk olan her iki toplumdaki resmi anlatıların ötekileştirici bir yapıda olduğunu belirtiyor bizlere…

 

Tam da bu noktada, edebiyatın geçmiş travmaların üstesinden gelmedeki önemine bakmak gerekiyor. Şundan ötürü ki, edebiyat sayesinde geçmişte travmatik olarak vuku bulan birçok konu, kişiler nezdinde okunup, konuşulup, tartışılabiliyor. Ve resmi bir tarih anlayışına tabi olmadığından, daha insani bir noktada bizleri yakalayabilen edebiyat sayesinde, yaşanan konuları daha derinlemesine, insani boyutuyla tartışma şansına sahip olabiliyoruz.

 

Konuyla ilgili yurtdışından verilebilecek en güzel örneklerden bir tanesi, Alman yazar Uwe Timm’in Kardeşimin Gölgesinde adlı eseridir. Yazarın büyü kardeşi Karl-Heinz’ın günlükleriden yola çıkarak yazdığı yazıda Timm, bir yandan kendi ve ailesinin geçmişini sorgularken, öte yandan Almanya’nın Nazi geçmişini de sorgulamayı ihmal etmez. Kitap boyunca, çocukluğu boyunca sürekli olarak dürüst bir insan olarak adlandırılan büyük ağabeyinin nasıl olup da Nazi birliğinde görev yaptığını ve İkinci Dünya Savaşı döneminde hayatını kaybettiği Ukrayna’da, deyim yerindeyse, ne aradığını, Almanya’nın geçmiş travması olan Hitler dönemini son derece etkileyici bir şekilde irdeler.

 

Konuya bir giriş olarak düşünülmesi gereken bu yazıda kısaca edebiyatın geçmiş travmaların üstesinden gelme yolunda bir araç olarak kullanılabileceği Timm’in eserinden bahsetmek suretiyle gündeme getirilmeye çalışılsa da, aslında konu sadece tek bir ülke veya yazar ile ilgili değil, evrensel bir konudur. Geçmişte yaşanan travmaların üstesinden gelmede resmi olmayan bir yol olarak edebiyat, insanlara sunduğu yorumsama ve tartışma olanakları sayesinde, bir yandan insanları konu hakkında okuyup düşünmeye teşvik ederken, diğer yandan ise onları gündeme getirip tartıştırmak suretiyle yüzleşme imkânı sağlamaktadır. Bu da, bizlere, Enzo Bianchi’nin Öteki Biz adlı eserinde, “diyalog konsensüs ile sona ermez, lakin diyalog ileriye gidebilmemiz için karşılıklı bir işlemdir” (s. 14) sözünü anımsatıyor. Başka bir deyişle, edebiyat, diyalog kurmak için önemli yollardan sadece bir tanesidir.

 

Kaynaklar

Bianchi, E. (2010). L’altro siamo noi. Torino: Einaudi.

Craparo, G. (2013). Il disturbo post-traumatico da stress. Roma: Carocci editore Bussole.

Fischer, C., Costache, S., Makriyianni, C. (2011). Introducing oral history: When living people’s stories become history. Nicosia: AHDR.

Beyidoğlu Önen, M et. al. Re-Writing History Textbooks. History Education: A Tool for Polarisation or Reconciliation? Nicosia: POST-Research Institute.

Papadakis, Y. (2008). History education in divided Cyprus: A comparison of Greek Cypriot and Turkish Cypriot schoolbooks on the “History of Cyprus.” Oslo: PRIO Report 2/2008. Sabra. M. (2012). Moving beyond the examination of history. http://en.qantara.de/content/literature-and-collectivetrauma-in-algeria-moving-beyond-the-examination-of-history. Retrieved from the World Wide Web, 25 Kasım 2016.

Timm, U. (2011). Kardeşimin gölgesinde [Am Beispiel meines Bruders]. (A. Sabuncuoğlu, Trans.). İstanbul: Can Yayınları. .

 

 

 

 

[1] İlk olarak Past Traumas: The Representation of History and Peace Education. (Lefkoşa: POST RI, 2013, s. 49-64) adlı çalışmada yayımlanan yazının bir kısmının değiştirilerek Türkçeleştirilmiş halidir.

[2] Türkiye Psikiyatri Derneği. “Travma Sonrası Stres Bozukluğu.” http://www.psikiyatri.org.tr/halka-yonelik/28/travma-sonrasi-stres-bozuklugu. (Çevrimiçi: 11/01/2017).

 

Dergiler Haberleri