Evren İnançoğlu
evreninancoglu55@gmail.com
Kıbrıslı sanatçı Sümer Erek, Sarayönü Meydanı’nda bayrağını salladı ve “Takoz”da ikinci perde başladı. Meydandaki kısa performansın ardından, Rüstem Kitabevi’nin bahçesindeki ilk perdeden hatırladığımız odaya geçiyoruz. Daha önce aşina olduğumuz demir işi enstalasyon yine karşımızda, fakat bu kez bazı değişikliklerle. Odanın ortasında bir kaya, onu yaran mor renkte bir takoz ve kayanın önüne serpilmiş begonviller var. İlk perdede yalnızca “takoz” yazısı varken, şimdi cisimleşmiş bir takoz görüyoruz; yarık açma işlevini yerine getiren bir nesne olarak takoz.
Mor demirlerin arasında, yere çerçeve içinde bir fotoğraf yerleştirilmiş. Fotoğrafta, tadilat halindeki bir Kıbrıs evi var. Evden sökülen tahta parçaları, evin önünde kocaman bir yığın oluşturmuş. Geçtiğimiz yüzyıldan kalma bu ev, tadilatla dönüştürülüyor. Odanın sağındaki duvarda ise limon suyuyla deforme olmuş ama hâlâ seçilebilen bir aile fotoğrafı var: Babaları olduğunu düşündüğümüz bir adam, oğlu ve iki kızıyla poz veriyor. Fotoğrafta anne yok. Karşı duvardaki köşede Kıbrıs’a özgü bir hasır sandalye duruyor; üzerinde yasemin çiçekleriyle portakal ve limon kabukları şeklinde küçük heykeller sergileniyor.
Tüm bu objeler, ikinci perdede takozun gölgesinde bizi ev ve dönüşüm temalarıyla yüzleştiriyor. İlk bölümde yalnızca bir yazıyla temsil edilen takoz, şimdi gerçek bir nesne olarak karşımıza çıkıyor. Peki takoz, ev ve dönüşüm arasındaki ilişki nedir? Enstalasyon neden bu unsurları bir araya getiriyor? Ev, şüphesiz ki en evrensel mefhumlardan biri: İçindeyken bütün olduğumuzu düşündüğümüz, eksik hissetmediğimiz bir yer. Evde tekinsizliğe yer yoktur çünkü orası aşinalığın mekânıdır. Ama aynı zamanda ev, hiçbir zaman tam anlamıyla “bütün” olamayışımızın da mekânıdır. Belki de insanlığın ortak kaderi budur: bütün olma isteğinin sürekli başarısızlığa uğraması.
Sümer Erek’in, Lefkoşa Türk Belediyesi’nin inisiyatifiyle kurulan Arkhe’de sergilediği, İngiltere’deki diaspora Kıbrıslı Türkleriyle Kıbrıs üzerine yaptığı mülakatlarda, diaspora üyelerinin birçoğunda bir “ev” olarak gördükleri, hayallerinde yaşattıkları, gerçeklikle bağı çok güçlü olmayan muhayyel bir Kıbrıs’a dönüş ya da özlem ön plana çıkıyordu. Birçok diaspora üyesi ise Kıbrıs’ı ziyaretlerinde eski “güzel” Kıbrıs’ı bulamamaktan şikâyetçiydi. Eski “güzel” Kıbrıs’a sadece diaspora üyeleri değil şu anda Kıbrıs’ta yaşan Kıbrıslı Türkler de özlem duymaktadır. Eski “güzel” Kıbrıs o kadar da güzel değildi şüphesiz; her dönemde Kıbrıs’ta birçok zorlukla mücadele etmek gerekiyordu. Hiç var olmamış bir cennete özlem duymak sadece Kıbrıs Türklere özgü değil elbette; ancak Kıbrıslı Türkler için en başat ruh hallerinden birinin melankoli olduğunu söylersek çok da yanılmış olmayız. Kıbrıslı Türkler “cennetlerini” kaybetmiş ve bu kaybın yasını tutmakta başarısız olmuşlardır. Aslında değişen sadece Kıbrıs değildir; dünya değişmektedir. Kıbrıslı Türklerin tümüyle evde hissettikleri, huzurlu ve “tam” oldukları bir Kıbrıs’sa hiçbir zaman var olmamıştır ve olmayacaktır da.
Evin bütünlük ve sonsuz denge arzusunu yerine getirmekteki başarısızlığının çözümü, Deleuzcu yersiz yurtsuz bir göçebe hali de değildir. Kıbrıslı Türkler için hiç değildir. Erek’in mülakat yaptığı Kıbrıslı Türklerin neredeyse hiçbiri yersiz yurtsuz bir göçebe gibi hissetmeyi başaramamıştır. Kimileri İngiltere’yi ev gibi görse de, çoğu eski evlerine, Kıbrıs’a özlem duyuyor. Kıbrıs ya da İngiltere… Kıbrıslı Türkler bir eve ihtiyaç hissediyor. Bu evrensel bir ihtiyaçtır. Uzayda geçen Tarkovski’nin Solaris filminin nefes kesen son sahnelerinde, filmin kahramanı Kelvin dünyada eve döner ve evin kapısında babasının önünde diz çöker. Film de bu sahneyle kapanır. Evde olma isteği kaçınılmazdır. Ev, bütün hissettirme ve kesintisiz huzur sağlama vaadini asla gerçekleştiremez ama. Yapılabilecek tek şey, eve gidip onun çelişkileriyle barışmaktır. Bu anlamda evi yüceltmek ya da evi yadsımak değil, evin çelişkileriyle yüzleşmek gerekirir. Bunun için evi ve onunla ilgili fantezilerimizi katetmemiz gerekir.
Belki denge arayışı da tam burada: eve dönüp evdeki tutarsızlıklarla yüzleşmekte. Hasır sandalye geçici bir süre takozla denge bulabilir. Belki odadaki sandalyenin ayağına da bir takoz yerleştirilmiştir, ben bakmayı unuttum. Ama bildiğimiz şey şu: sabitlenmiş sandalye gün gelecek dengesini yitirecek, nesneler kaçınılmaz olarak dönüşecektir. Yapay zekâ çağında bu dönüşüm öylesine hızlanacak ki, The Wire dizisinin finalinde, mafya liderliğinden iş insanlığına geçiş yaptıktan bir süre sonra eskiden yönettiği suç köşelerine yabancılaşan Marlo gibi, biz de bir gün kaçınılmaz olarak evimizle ilgili birçok şeye yabancılaşacağız.
Hiçbir takoz zamanı sabitleyemediği için her şey değişip dönüşmeye devam ediyor. İkinci perdede bayrak, “ev” ve “dönüşüm” için sallandı. Daha şimdiden enstalasyonun neye evrileceğini merak ediyoruz. Üçüncü perdede buluşmak üzere!