“Sadece bedensel sağlığı değil, ruhsal sağlığı da düşünmek lazım”

Psikiyatrist Dr. Mehmet Yağlı, yaşanan süreçte bireylerin ve yetkililerin yapması gerekenleri Yenidüzen’e değerlendirdi

Ödül Aşık ÜLKER

Psikiyatrist Dr. Mehmet Yağlı, insanın biyopsikososyal bir varlık olduğunun altını çizerek, dünyadaki koronavirüs salgını dolayısıyla yaşanan süreçte sadece bedensel değil, ruhsal sağlığı da düşünmenin önemine vurgu yaptı.

“Hep direncimizi, bağışıklığımızı yükseltmekten bahsediyoruz. Bu sadece yemekle olmaz, psikolojimizin de iyi olması lazım. Bunların hepsi bağışıklık sistemimizi etkiler” diyen Dr. Yağlı, koronavirüse karşı yapılacak olan şeyin izolasyon olduğunu ancak kaygı bozukluğu belirtilerinin ortaya çıkmaya başladığını belirtti.

Dr. Mehmet Yağlı, “İlk günlerde sessizlik hakimken, bir haftanın sonunda telefonlarım susmamaya başladı, sessizlik bozuldu. İnsanların aramasındaki neden, her zaman gördüğümüz, bildiğimiz psikolojik problemler değildi. Bu olaya bağlı kaygı bozukluğunun belirtileri ortaya çıkmaya başladı. Arayanların büyük bir kısmı uyukusuzluktan şikayet ediyor. Geceleri huzursuzluktan dolayı uyuyamadıklarını söylüyor. Bazıları yalnızlıktan şikayet edip ağlıyor” diye konuştu.

Yaşanan süreçte bireylerin ve yetkililerin yapması gerekenleri telefon aracılığıyla Yenidüzen’e değerlendiren Psikiyatrist Dr. Mehmet Yağlı, “Toplum güvendiği otoritelerden güvenilir, sağlıklı bilgi istiyor. İnsanların kafalarında kuşkuları, şüpheleri giderecek otoritelerin olması gerekir” dedi.

Devletin sıkıntı yaşayanlara telefon aracılığıyla yardımcı olacak psikolog ve psikolojik danışmanları organize ederek yardımcı olabileceğini söyleyen Yağlı, kaygı düzeyi çok yükselmeden insanlara yardımcı olmanın önemine vurgu yaptı.

Dr. Mehmet Yağlı, “Bu tür olaylar geçmişte yaşadığımız, hatta bizim değil atalarımızın yaşayıp da genler aracılığıyla bize aktardığı travmaları da tetikler. Bu bilimsel bir gerçektir. Bazı insanların bazı olaylara aşırı tepki vermesinin, saçma, abartılı gelen davranışın altında geçmişte yaşanan ve genler aracılığıyla aktarılan travmalar vardır” diye konuştu.

 

Soru: Kıbrıs’ta ilk koronavirüs vakasının çıkmasının üstünden bir buçuk hafta geçti. İki tip insan oldu, aşırı panik olanlar veya çok rahat olanlar, hala dışarı çıkanlar var.Tüm bu yaşananlardan toplumun ruh sağlığı nasıl etkileniyor?

Dr. Yağlı: Bir olay, bir sorun karşısında her insanın tepkisi şüphesiz farklı olacaktır. Kişilik özelliklerimiz bunda önemli bir rol oynar. Herkesi tedirgin, huzursuz eden önemli bir sorunla karşı karşıyayız. Bu soruna karşı soğukkanlı olma gerekliliği aklıbaşında her insanın söylediği bir şeydir. Aslında yapılacak olan şey belli, izolasyon. Elimizden gelen başka birşey yok. Tabi ki izolasyonu yaparken, insanların sadece bedensel sağlığını değil, ruhsal sağlığını da düşünmek lazım. Biz insanlar biyopsikososyal varlığız, bir bütünüz.

Bu toplum 40 küsur yıl önce bir savaş yaşadı. Savaş yıllarında bireysel bir izolasyon olmasa da bir izolasyon söz konusuydu. Ben de o günleri çok iyi hatırlıyorum, bir mağaranın içinde günlerce bir parça ekmek ve birkaç tane zeytinle günlerimizi geçirdik. Hiçbir iletişim aracı olmadan, etrafımızda ne olup bittiğini bilmeden o günleri geçirebildik. O günlerde önemli bir faktör vardı, toplumsal dayanışma. İnsanlar dayanışma içindeydi, o zor şartları birlikte göğüslüyorlardı ve ellerindekini, avuçlarındakini paylaşıyorlardı, birbirlerine destek, moral veriyorlardı.

 

“İnsanların kafalarında kuşkuları giderecek otoritelerin olması gerekir”

Şimdi insanlar evlere kapandı, belirsiz bir durum var. Günümüzde sosyal medya var, çok fazla şey duymamız da kaygıyı, stresi artırıyor. En kötüsü sadece sağlıklı bilgiden haberdar olmuyoruz. Toplum güvendiği otoritelerden güvenilir, sağlıklı bilgi istiyor. İnsanların kafalarında kuşkuları, şüpheleri giderecek otoritelerin olması gerekir. Oysa bugün insanlar sosyal medyada abartılı, yalan, yanlış bilgilerle bombardıman altındadır. Bu tabi ki kaygıyı, huzursuzluğu artırır. Daha işin başındayız. Gün geçtik sonra bu kaygı durumu artacak. Ama elimizdeki teknolojiyi olumluya çevirebiliriz. Bunca zamandır ihmal ettiğimiz, aramadığımız, sormadığımız tanıdıklarımızı, büyüklerimizi, akrabalarımızı arayıp hatırını sormalıyız. Mesajlarla gerçek yakınlaşmayı sağlayamayız. Birebir sesimizi duyarak ya da mümkünse akıllı telefonlardan görüntülü arayarak birbirimize moral vermek, destek olmak özellikle böyle dönemlerde önemlidir.

 

“Telefonlarım susmamaya başladı, sessizlik bozuldu”

Soru: Bir bulaşıcı hastalık/salgınla ilgili haberler duydukça stress ve kaygı artıyor. Başvurularda artış var mı?

Dr. Yağlı: Ben de hem kendimi, hem de toplumu korumak için izole oldum, evimdeyim, insanlara evimden yardımcı olmaya çalışıyorum. İlk günlerde sessizlik hakimken, bir haftanın sonunda telefonlarım susmamaya başladı, sessizlik bozuldu. İnsanların aramasındaki neden, her zaman gördüğümüz, bildiğimiz psikolojik problemler değildi. Bu olaya bağlı kaygı bozukluğunun belirtileri ortaya çıkmaya başladı. Arayanların büyük bir kısmı uyukusuzluktan şikayet ediyor. Geceleri huzursuzluktan dolayı uyuyamadıklarını söylüyor. Bazıları yalnızlıktan şikayet edip ağlıyor.

 

“Çaresizlik, çökkünlük belirtileri başlıyor”

Sizin aracılığınızla topluma birşey duyurmak isterim, bugün birçok kişi evde ailesiyledir, birkaç kişi birliktedir, konuşabileceği birileri vardır. Ama unutmayalım ki, özellikle yaşlı veya yalnız yaşayan birçok insan da var. Beni arayanlardan biri, kimsenin gelip gitmediğini, kendisinin de çıkmadığını, çok yalnız hissettiğini, kendini çok kötü hissettiğini ifade etti. Çaresizlik, çökkünlük belirtileri de başlıyor. Eşler arasında sorunlar çıkmaya başladı. Çünkü eşlerden biri kişilik özellikleri nedeniyle olaya fazla tepki gösteriyor, fazla kaygı duyuyor, panik yapıyor ama diğeri onun anlamaya, kaygılarını gidermeye çalışmak yerine, “korkacak ne var, abartıyorsun, evden gideceğim” gibi tepkilerle olaya yaklaşabiliyor. O zaman problemler çıkabiliyor. Unutmamamız gereken şey, bazı insanlar daha kaygılıdır, daha endişelidir. Mevcut ortamda aynı evde kalırken de kişisel izolasyona dikkat etmemiz lazım. Eşlerden biri “ben eşimle aynı yatakta yatmaktan rahatsızlık duyuyorum, huzursuluk duyuyorum, boğulacak gibi oluyorum. Bunu eşime söylüyorum, bunu başka yere çekiyor” diyor. Esasında kişisel izolasyon nedeniyle bunu yapmak gerekir. Birbirimizle olan temasımızı azaltmamız ama hepsinden önemlisi birbirimizin psikolojisine önem göstermemiz, saygı duymamız lazım.

 

“Ruh sağlığımızı korumalıyız”

Soru: Her kanalda, her yerde sürekli hastalığın konuşulması stress ve kaygıyı artırıyor. Ne yapmalı, nasıl davranmalı? Rahatlamak için ne yapmalı?

Dr. Yağlı: Toplumun kendini haberlerden izole etmesi, belli saatlerde gelişmelere bakması gerekir. Otoritenin topluma düzenli olarak bilgi vermesi lazım. Farklı yetkililerin her an birşeyler söylemesi sağlıklı değildir. İnsanlar neye inanacağını bilemez.

Evde birileri varsa şanslıyız, onlarla vakit geçirebiliriz, oyunlar oynayabiliriz. Gençler yemek yapmayı öğrenebilir, bahçemizle ilgilenebiliriz. Kendimizi, ruhumuzu rahatlatacak işlerle uğraşmak zorundayız. Ruh sağlığımızı korumalıyız. Hep direncimizi, bağışıklığımızı yükseltmekten bahsediyoruz. Bu sadece yemekle olmaz, psikolojimizin de iyi olması lazım. Bunların hepsi bağışıklık sistemimizi etkiler.

 

“Ekonomik kaygılar konusunda insanların rahatlatılması lazım”

Soru: Sadece sağlıkla ilgili değil ekonomik kaygılar da yaşanıyor. Genel anlamda ekonominin kötüye gitmesi söz konusu. Maaşların tam ödenememesi, işini kaybetme endişesi de var. Yetkililer bu konuda nasıl tavır takınmalı ki endişeyi çok fazla pompalamadan bu süreci atlatabilelim?

Dr. Yağlı: Popülist yaklaşımlara kaçmadan, imkanlar neyse, gerçekçi bir şekilde ama insanlara güven vererek, karar alma sürecine toplumun birçok kesimini katarak adımlar atılmalı. İnsanlar şimdi marketlere gidip yiyeeklerini aldı. Ama “bu durum ne kadar sürecek”, “tekrar markete gidebilecek mi”, varsa “borcunu nasıl ödeyecek”, “kirasını nasıl ödeyecek”, “yanında çalışanları nasıl ödeyebilecek” gibi gelecekle ilgili ekonomik kaygılar konusunda insanların rahatlatılması, güvence verilmesi lazım. Söylenenler de mutlaka gerçekleştirilebilir olmalı. Elbette sıkıntı yaşanacak, aklı başında her insan bunu görür. Önemli olan insanların bu sıkıntıyı herkesin paylaşacağını görmesi ve “sokakta, açıkta, aç kalmayacağım. Bunu sağlayacak bir devletim ve yönetimim var” güvencesini hissetmesidir. Yönetenlerin bunu hissettirmesi gerekir, bunu nasıl yapacakları onların bileceği şey.

 

“Kötü psikolojiye girmeden bu günleri geçirmeliyiz”

Soru: Sürekli evde kalma duygusunun hapsolmuşluk hissi yaratmaması, bunu ceza gibi algılamamak için yapılması gerekenler nelerdir?

Dr: Yağlı: En basiti bir ameliyat olduğumuzu farzedelim, örneğin by-pass ameliyatı geçiren bir kişi birkaç ay eve misafir kabul etmez, evden dışarı çıkmaz. Çünkü bağışıklık sistemi baskı altındadır, herhangi bir enfeksiyon onun geçirdiği ameliyatı etkileyip, sağlığını tehlikeye sokar. Bunu ameliyat sonrasında herkes uygular ve ceza olarak görmez.

Şu anda da bir virüs, salgın sorunu var. Kendimizi, çocuklarımızı, toplumumuzu korumak için belli bir süre kendimizi izole etmemiz gerekir. Bir hastalıkta bunu yaparız ve hasta olarak yatırız. Şimdi sağlıklıyız ve bunun bozulmaması için tedbir alıyoruz. Kötü psikolojiye girmeden bu günleri geçirmeliyiz.

 

“Kaygıyı artırırsak, anksiyete bozukluğu ortaya çıkacak”

Savaş yıllarında 12 yaşındaydım, komşunun tuvalet mağarasında, bütün komşular günlerce kötü kokunun içinde oturduk ve kimse şikayet etmedi. Olumlu olacağız, evimizdeyiz, güvendeyiz, ihtiyaçlarımızı aldık, hatta depoladık. Bu toplum aylarca tek bir kıyafetle Paramal kamplarında, çadırlarda yaşadı. Olumlu düşünmek zorundayız. Kaygıyı artırırsak, anksiyete bozukluğu ortaya çıkacak. Kaygının bir takım belirtileri var; sıkıntı, bunaltı, tahammülsüzlük, vücutta somatik belirtiler dediğimiz kalp çarpıntısı, boğulma hissi, sıcaklık... Bunları koronavirüsün belirtileri gibi algılama, daha da dehşete düşme, sağlık merkezlerine koşma ve böylece hem kendi sağlığımızı riske sokma, hem doktorları meşgul etme, hem de virüsü bulaşma veya gerçekten virüs aldıysak başka insanlara bulaştırma gibi bir durumla karşı karşıya kalabiliriz.

 

Soru: Yaşananlar panik atak ve anksiyete bozukluğu gibi bazı ruhsal hastalıkları tetikler mi?

Dr. Yağlı: Kesinlikle tetikler...

 

“Kaygısı çok yüksek düzeye gelmeden insanlara yardımcı olmak lazım”

Soru: Ne tür belirtiler varsa ve ne boyuttaysa psikiyatriste veya psikoloğa başvurmak gerekir?

Dr. Yağlı: Bence mevcut ortamda ne düzeyde olacağını bir kenara bırakmamız lazım. Az bile olsa bir uzmana danışmak gerekir. Yetkililerin sadece virüse karşı önlemleri değil, bu konudaki önlemleri de alması lazım. Bugün toplumumuzda yeni mezun olmuş birçok psikolog ve psikolojik danışman vardır. Bu kişiler kendi sağlıklarını riske atmadan, evlerinden ihtiyacı olanlara telefon aracılığıyla yardımcı olabilir. Devlet bunu organize edebilir. Kaygısı çok yüksek düzeye gelmeden insanlara yardımcı olmak lazım.

Gün geçtikçe kaygı artacak, bu kaçınılmazdır. Biz psikiyatristler, bizi arayanlara uykusuzluk için bazı ilaçları öneriyoruz, kaygı düşünce bazındaysa onu aşağıya çekecek ilaçlar öneriyoruz. Sıkıntılar o boyutlara gelmeden psikologlar yardımcı olabilir.

Televizyonlarda, radyolarda insanların katılıp, kendini ifade edebileceği programlar yapılabilir. Bunun çok olumlu etkileri olur. Programlara psikologlar konuk alınabilir, onların arayanlara verdikleri öneriler diğer insanlara da yardımcı olabilir. Toplumsal dayanışmayı artıracak, insanların zorluklar karşısında birlikte verdikleri mücadeleleri anlatan filmler yayınlanması da yardımcı olabilir. Ayrıca basın sadece yaşanmakta olan sorunla ilgili haberler yerine evde yapılabilecek değişik uğraşlar hakkında yazılar da yayınlanabilir.

 

“Bu tür olaylar travmaları tetikler”

Soru: İçinde bulunduğumuz süreç savaş döneminde yaşanan travmaları da tekrar getirebilir mi?

Dr. Yağlı: Tabi. Bu tür olaylar geçmişte yaşadığımız, hatta bizim değil atalarımızın yaşayıp da genler aracılığıyla bize aktardığı travmaları da tetikler. Bu bilimsel bir gerçektir. Bazı insanların bazı olaylara aşırı tepki vermesinin, saçma, abartılı gelen davranışın altında geçmişte yaşanan ve genler aracılığıyla aktarılan travmalar vardır. Örneğin insanlar küçücük bir fare gördüğünde çığlık atar, masanın üstüne çıkar. Oysa gördüğü küçücük bir faredir, ne arslandır, ne kaplandır, onu parçalayamaz. Peki neden böyle büyük bir reaksiyon gösteriyoruz, korkuyoruz? Çünkü insanlık geçmişte büyük bir veba salgını yaşadı, fare demek ölüm demekti, veba demekti. Bu korku genlere işlemiştir.

 

“Kaygı bulaşıcıdır”

Soru: Okuldan, arkadaşlardan ayrı kalma, rutinlerinin dışına çıkılmış olması ve buna ek olarak ebeveynlerinin yaşadığı kaygı durumu çocukları nasıl etkiler? Çocuklarımızı bundan nasıl uzak tutabiliriz?

Dr: Yağlı: Kaygı bulaşıcıdır. Eğer biz kaygılıysak çocuklarımızı bundan uzak tutmanın yolu yoktur. Çünkü çocuklar bu kaygının kokusunu alır, hisseder. Konuşmasak bile, davranışlarımızdan, ses tonumuzdan, yüz ifademizden bunu anlarlar. Bir de konuşulanlar var... Dolayısıyla eğer çocuklarımıza kaygıyı bulaştırmak istemiyorsak, ilk önce biz kendimizi sakin tutmak, olumlu düşünmek durumundayız. Telefonlarımızı elimize alıp bir köşeye çekilmek ve kaygımızı daha da artırmak yerine, evde olma durumunu değerlendirip çocuklarımızla oynamak, hiç yapmadığımız aktiviteleri yapmak, aile duygusunu yaşamak önemlidir. Belli zamanlarda arkadaşlarıyla telefonda konuşmalarına, şakalaşmalarına fırsat tanımak da gerekir.

 

“Dünya eskisi gibi olmayacak”

Soru: Bu yaşanan olağanüstü durum sonrasında toplumu neler bekliyor? Ruh hastalıklarında artış?

Dr. Yağlı: Bilmem, bu bütün dünyayı etkileyen bir olay. “Bu olay bitsin, filan yerde durum daha iyi, oraya giderim” diye bir dünya artık yok. Bu olay geçtikten sonra dünya eskisi gibi olmayacak. Ama nasıl bir dünya olacağını kestirmem mümkün değil. Hem bireysel olarak düşüncelerimiz, duygularımız, önceliklerimiz, yaşam biçimimiz değişecek, hem de toplumsal ilişkiler değişecek diye düşünüyorum. Hatta ekonomik sistemlerde bazı değişiklikler olacak. Kimse ne olacağını söyleyebilecek durumda değil. Yaşayarak göreceğiz.

 

“Bazı şeyler eskisinden daha iyi olacak”

Şu bir gerçektir ki, bazı şeyler eskisinden daha iyi olacak. “Bir musibet, bin nasihatta iyidir” diye bir atasöz var. Bazen büyük acılar çekerek, bedeller ödenir ve bazı şeyler yaşanınca anlaşılır. Örneğin bakın nasıl bir dünyada yaşıyoruz, 10 yıldır Suriye’de bir  savaş yaşanıyor. Bu sürede binlerce, milyonlarca insan yaşamını kaydetti, çocuklar, dünyaya gözlerini yeni açmış bebekler öldü. Bu insanlar günlerce yiyecek birşey bulamadı, aç, susuz, soğukta, evlerinden oldular, bombalar başlarına yağdı. Ama dünya dönmeye, hayatlar yaşanmaya devam etti. Biz keyfimizde, küçücük konuları dert ederek, birbirimizi yiyerek onların bu sorunlarına duyarsız kalarak yaşamaya devam ettik. Ama şimdi koronavirüsle tüm dünya, tüm insanlar bir sorunla karşı karşıya kaldı. Bu sorun, herkesin bununla ilgili üstüne düşen bir görev olduğunu, her bireyin adım atması gerektiğini kafamıza vura vura bize gösterecek. Belki de bu sürecin sonunda yaşadığımız bazı şeylerin ne kadar anlamsız olduğunu görebileceğiz.


(Fotoğraf: ARŞİV)

Röportaj Haberleri