RESİM ve FOTOĞRAF SANATINDA SEMBOLİZM

Su’nun doğum, arınma ve gençleşmeyi, Ev’in iç dünyayı, Daire’nin birliği ve sonsuzluğu simgelemesi gibi.

Elvan Şenkayalar
elvansenkayalar@yahoo.com

 

19. yüzyılda Realizm akımına bir tepki sonucu edebi ve entelektüel bir akım olarak ortaya çıkan Sembolizm, resim sanatında da bu tepkinin görsel alandaki yansıması olarak ortaya çıkmıştır. Empresyonizmin realist yaklaşımlarına, materyalizme ve pozitivizme dayalı inançlara karşı bir sanatsal tepki olan Sembolizm, Romantik akımın bir devamı niteliğinde, duygusallığa ve insanın iç dünyasına yönelir. Somut varlıkları, dış dünyayla insanın duyguları arasında köprü kurmaya yarayan birer ‘simge’ olarak görür. Sembolizme göre dış gerçek ancak insanın algılayış biçimiyle var olur, insan onu nasıl algılıyorsa, o öyle değerlendirilir. Bu anlamda tüm tarihsel süreç boyunca kültürler tarafından sembolik anlamlar yüklenen pek çok imge, bu akımın inanışını destekler nitelikte görsellerde anlam oluşturmak için kullanılmaya başlanmıştır.

Tüm görseller mutlaka sembolik olmak durumunda değildir. Sembolik bir önerme veya gerekli herhangi bir yorum olmaksızın güzel olan görseller de vardır. Bununla birlikte, Sembolizm görsel eserleri bir serüvene dönüştürür, anlamlı ve mesaj verici kılar. En önemlisi de bir şeyler anlatma, ifade etme, belgeleme derdi olan görseller için, ulaştırmayı hedeflediği mesajı, duyguyu ya da düşünceyi derinleştirerek izleyici için daha ilginç bir süreç yaratır; özellikle de ‘şey’lerde anlam aramayı ve bulmayı sevenler için.

Sembollerin bazılarının doğa hakkındaki putperest inançlara dayandığı bilinmekle birlikte, diğerleri, insan psikolojisi, kültürü ve maneviyatının en temel unsurlarından evirilmiştir. Bazı semboller yalnızca belirli bir zamanda yaşayan belirli bir kültürün insanları tarafından bilinmiş, bazıları ise kültürel sınırları aşarak evrensel bir boyut kazanmıştır. Tarih boyunca çeşitli kültürlerden gelen birçok insan, belirli bir imgede benzer anlamlar bulacaktır. Su’nun doğum, arınma ve gençleşmeyi, Ev’in iç dünyayı, Daire’nin birliği ve sonsuzluğu simgelemesi gibi. Bu gibi imgeler bizim kolektif bilinçaltımızda bulunan evrensel düşünce kalıplarını temsil eden "arketipler" olarak adlandırılmıştır. Temel sembollerin bazıları görsellere dahil edildiğinde, sembolün evrensel anlamına içgüdüsel olarak, her zaman bu reaksiyonun veya altta yatan anlamın bilincinde olmasak bile, düşünsel veya hissi olarak tepki veririz. Suya sıçrayan mutlu insanların yenileniyor olduğu, harap bir evin içindeki insanların iç dünyasının çökmekte olduğu, bir daire içindeki insanların güçlü bir şekilde birleştiği önermelerinde olduğu gibi, baktığımızda direk bunu söyleyemesek bile sezgisel olarak bu ilişkiyi kurabiliriz.

Sembolizm hakkında belki de en ilginç olan, sanat ve tasarımın her türüne yayılmış olması, her dönemde çoğu eserin konu ya da hikayesinin temel unsuru haline gelmiş olmasıdır. Bir imge, sembol olarak içinde üretildiği kültürel bağlam ve onu gören insanların kültürel bağlamına ilişkili olarak, kullanım alanı ve biçimine göre farklı anlamlar taşımaktadır. Bu anlamın hem mesajın göndericisine hem de mesajın alıcısına bağlı olan bir şey olduğunu unutmamak gerekir. Bir at imgesinin neyi temsil ettiğini anlamak için, atın özelliklerini düşünerek resmin bağlamı içerisinde irdelemek, ait olduğu döneme ve kültürel olarak benzer ortamlarda yapılan sanat eserlerine bakmak gerekebilse de, bazen düşünsel bir dizi sistemle anlam aramak yerine, sezgilerimizin esere kolaylıkla tepki vermesine izin vermek, izleyici olarak bir keşfe çıkmak anlamında daha heyecan verici olabilir. Örneğin Barok döneme ait Diego Velázquez’in ‘Equestrian Portrait of the Count-Duke of Olivares’ adlı resminde, atın duruşundan cesareti, zaferi ve yiğitliği temsil ettiğini hissetmek, bir dizi araştırma yapmaksızın oldukça kolaydır. Rönesans sanatında ise, at imgesinin savaş tasvirlerinde gücü, dini tasvirlerde ise atların beyaz renkte imgelenerek saflığı ve iyiliği temsil ettiğini anlarız.

Diğer evrensel bir sembol aracı olan çiçeklerin, Victorian döneminde kültürel olarak insanlara mesaj göndermek için kullanılan yaygın bir araç olması nedeniyle, o döneme ait eserlerde  fazlaca kullanıldığını görürüz.  Örneğin pek çok eserde karşımıza çıkan Bebek Nefesi Çiçeği diye bilinen Gypsophila çiçeği saflığı ve masumiyeti temsil ederken, pembe bir gül goncası yeni bir sevgiyi temsil ediyordu. İki imgeyi bir kompozisyonda izlediğimizde saf, masum bir sevginin başlamakta olduğu mesajı gönderdiğini anlar ya da sezeriz. Elbette bir sembol tarafından oluşturulan anlam birçok yöne yayılabilir. Bir kuşun gül ağacı altında ölmüş olarak betimlendiğini görürseniz, gülleri ölümle de ilişkilendirebilirsiniz. Mumlar yanarken inancı, umudu, sönmüş olduğunda ölüm veya umutsuzluğu başka bir bağlamda da yolsuzluğu temsil etme eğiliminde olabilir. Genel olarak bolluk anlamına gelen meyve sepetleri, belirli meyvelere vurgu yapılarak, farklı bir hikaye anlatabilir. Örneğin limonların, eserin ait olduğu bazı dönemlerin bağlamında incelendiğinde, nadir ve pahalı meyveler olarak karşımıza çıkarak bize zenginliği ifade etmekte olduğunu anlayabiliriz. Başka bir dönemde, ya da başka bir kültür algısında bu değişkenlik gösterecektir. Gözler bilgelik, zeka, yaratıcılık veya anlayış önerebilir. Dağlar ihtişam duygusu verir ve hırs veya yüce hedefler önermek için kullanılabilirler. Kaya ve toprak, sağlam ve güven vericidir. Güneş imgesi, iyimserlik, ilahiyat, bilgi gibi çeşitli anlamlara sahip olabilir. Bunlar gibi bazı semboller genelleştirilmiştir ve bu nedenle çeşitli kültürlerde yaygın olarak tanınmaktadırlar. 

Bununla birlikte sembollerin yorumu benzersiz ve farklı olabilmektedir. Örneğin, oldukça sembolik olarak kullanılan renklerden siyah, bir kültürde ölümle ilişkiliyken, diğerinde ölümle ilişkilendirilen renk beyazdır. Mavi, sakinleştirici bir renktir ve insanların gökyüzünü düşünmesini sağlayabilir. Turuncu bazen hırsları temsil etmek için kullanılan heyecan verici bir renkken, bazen de canlılığı anlatır. Sembolizm, sadece nesneleri değil, renklerle birlikte anlamlı bir şeyler yaratmak için kullanılabilecek diğer nitelikleri de kapsar. Bu, bir tema üzerine inşa etmek için kullanılabilecek veya duyguya ipucu verebilecek bir tür sembolizmdir; renklerin ötesinde, ışık ve gölge kullanımı gibi. Örneğin yüksek kontrastlı görüntüler iyi ve kötüyü, gündüz ve geceyi, dualiteyi ya da zıtlıkları temsil edebilir.

Bir görselde semboller bir araya geldiğinde, ya da çeşitli olası semboller içerdiğinde eser daha ilginç ve güçlü hale gelir. Sembollerle etkileşime giren ve anlama katkıda bulunan tonlar, renkler, ışık, gölge ve içerik kompozisyonla bütünleşerek anlamını derinleştirir. Hepsinin bir araya gelişi ve geliş biçimine bağlı olarak görseller bizimle konuşmak, duygu ve düşünce oluşturmak, bir hikaye anlatmak veya bir olayı daha güçlü ve derin belgelemek üzere sağlam bir bağlam oluşturur. Bu anlamda sembolleri tek başına nesnelerle ilişkilendirmek çok yetersiz ve zayıf kalacaktır. Genelde Still Life eserlerinde arayışına girdiğimiz sembolik anlatımlar, örneğin belgesel fotoğraf niteliğinde olan Photojournalizm’de de, bu bağlamda anlamı derinleştirilmiş eserler olarak karşımıza çıkabilir. Photojournalist Don McCullin’in Vietnam’da fotoğrafladığı ölmüş bir askerin fotoğrafı buna en güzel örneklerden biridir. Fotoğrafçının, askerin bedeniyle karşılaştığında etrafa saçılmış olarak bulduğu kişisel eşyalarını,  kurşunlarla birlikte askerin bedenin etrafına bilinçli olarak yerleştirerek, belgelemeye çalıştığı olaya bir anlam derinliği katmış olduğunu fotoğrafa bakar bakmaz hissederiz. Belgesel bir fotoğrafa müdahale ederek düzenlediği bu simgesel anlam katmanı; yani askerin kişisel eşyalarının içeriğinin ve kurşunun sembolize ettikleri, bu nesnelerin ait olduğu ölü bir asker bedeniyle birlikte kompoze edilmesi, savaşın korkunç boyutunu, ve onun en gerçek bedelinin yitirilen hayatlar olduğunu ve hatta askerin cüzdanından çıkan fotoğrafın bize gösterilmesiyle birlikte geride kalanlarının acısını dahi hissedebildiğimiz bir savaş belgesini daha derinden algılamamıza neden olmaktadır.

Günümüzde birçok sanatçı, sembollerin evrensel dilini kullanmakla birlikte, ortak sembolizmden kopmaya ve nesnelere, renklere ve ilgili pek çok içeriğe kendi anlamlarını yükleyerek eser ortaya koymaktadır. Bir sembolün olası anlamlarını keşfetmenin belki de en güzel yolu, onları özgürce ilişkilendirmektir. Bir görüntünün belirli bir öğesine baktığımızda bizlere neyi hatırlattığı, onunla hangi farklı şeyleri ilişkilendirdiğimiz, bazılarının diğerlerinden daha ilginç anılar, fikirler ve duygular yaratan birçok olasılığının olması, sanatı, yaratmayı ve izleyiciye ulaşmayı özgür kılıyor. Eser üreten biri için bir görselde imgeleri kullanmanın gücü ve özgünlüğü, insanların kendi benzersiz kişilikleri, kültürleri ve deneyimlerine göre kendi kişisel sembollerine sahip olabilme güçlerinden geçmekte olduğu kadar, izleyicinin de kendi olasılıklarına göre yorumlama gücü, özgünlüğü ve buna göre farklılaşmaları vardır. Bir sanat eserini de bu kadar evrensel kılan, muhteşem olan tarafı da bu değil midir?

 

 

 

 

 

Dergiler Haberleri