“Ortaçağ’da Kıbrıs’ın Kadınları” yeniden hayat buldu…

 “Ortaçağ’da Kıbrıs’ın Kadınları” sergisi için Semra Bayhanlı ve Ahmet Hilmi ile biraraya geldik.

 “Ortaçağ’da Kıbrıs’ın Kadınları” sergisi için Semra Bayhanlı ve Ahmet Hilmi ile biraraya geldik. Beş yılın sonunda oldukça iddialı ve etkileyici bir serginin ortaya çıktığını belirtmek isterim. Naci Talat Vakfı’nın katkılarıyla, yoğun çalışmalar ve meşakkatli sürecin ardından tamamlanan sergi, toplumda hayli ilgiyle karşılandı.

İnanıyorum ki Ortaçağ’a dair Kıbrıs’ın tarihi özellikle Ahmet Hilmi’nin yılmaz çalışmaları Semra Bayhanlı’nın etkileyici figürleriyle artık daha görünür kılınıyor.  

Nasıl daha önce 1571 öncesi tarih de bizim tarihimiz demişsek, bugün de 1571 öncesi kadınlar bizim kadınlarımız diyoruz…

Yedi ihtişamlı eserle başlayan bu tarih anlatımının devamı gelecektir diye düşünüyorum.

Bu etkileyici sergiyi 23 Mart tarihine kadar ziyaret edebilir böylece adanın Lüzinyan dönemine dair ilham verici tarihine ilişkin yeni bilgiler edinebilirsiniz.      

AHMET HİLMİ: “Toplum artık tarihine sahip çıkıyor”

Beş yıl önce yine baharın ilk günlerinde görüşmüştük Ahmet Hilmi ile… Lüzinyan Evi’nin açılışı ve Kıbrıs’taki Ortaçağ eserlerini konuşmuştuk.  Bu kez Naci Talat Vakfı’nın katkılarıyla hayat bulan  Kıbrıs’ın Ortaçağı tarihini anlatan sergi ve kitapla projesiyle yeniden birlikteyiz…

“Lüzinyan Evi ve Mezar Taşları müzesini açtığımız günlerdi. Elbette arada geçen zamanda çok şeyler yaşandı. Röportajımız da çok ilgi gördü. Özellikle 1571’den önceki tarih de bizim tarihimiz ifadesi çok etkileyici oldu. O günlerde Ahmet Okan ile birlikte Semra Bayhanlı’da Şeher sergisini açmıştı. Sen de yine röportaj yapmıştın. Ben sergi sayesinde Semra Bayhanlı ile tanıştım. Ahmet Okan’ı görmeye gitmiştim ama sergiyi çok beğendim. Hem Semra’nın resimleri hem de Ahmet Okan’nın anlatım çok etkileyici ve ilginçti. Tanışmamızla birlikte zaman içinde aramızdaki konuşmalar bizi bu sergiye taşıdı. Ilk olarak Kraliçe Alice’i çalıştık. Lüzinyan Evi’nin açılışı için yapılan bir çalışmaydı. Daha sonra bu çalışma tek bir tane ile kalmasın diyerek, projeye başladık. Karakterleri Kıbrıs’ın tarihinden ben seçtim. Zaten seninle yaptığımız röportaj sonucunda da toplumda Kıbrıs’ın 1571 öncesine dair tarihine olan ilgiyi hissetmiştim. Böylece yine Ortaçağ, yine o dönemle devam ettik. Sergiye olan ilgi de benim bu düşüncemi doğruladı diyebilirim. Toplum artık tarihine sahip çıkıyor. Açılış çok kalabalı oldu. Her gün de ziyarete yüze yakın sanatsever geliyor. Biz istedik ki hem az bilinen tarihimiz gün yüzüne çıksın hem de kadınların sosyo-politik yönüne bakalım. Elbette yeterli değil ama ilk sergi olarak bu yedi kadını seçtik.”

Resmi tarih anlatımına baktığımızda her zaman bir ataerkil dilin söz konusu olduğunu kabul etmek gerekiyor. Resmi tarih yaşananları her zaman kahramanlık üzerinden eril gözle anlatıyor. Oysa bizim en az erkekler kadar güçlü kadınlarımız da var. Hem de yüzlerce yıldan bu yana …

“Benim alanım Kıbrıs’ta Ortaçağ’da toplumsal cinsiyet yönünden tarih araştırmaları. Bu bağlamda da benim içi sergi çok öenmli yere sahip. Sergide resmettiğimiz tarihten gelen bu kadınların her biri Ortaçağ’da kiliseye karşı, erkek ataerkil topluma karşı mücadele veren gerçek figürlerdi. Biz de Semara Bayhanlı ile birlikte bu kadınları canlandırmaya, hikayelerini anlatmaya, onları toplumla buluşturmaya çalıştık. Biz çalışmamızı tamamladık ancak araya pandemi süreci girdi. Hayatın tamamen normale dönmesiyle bu eserleri sergileyebileceğimiz en doğru yer olarak Naci Talat Vakfı’nı seçtik. Kendileri de sergimize çok destek oldular. Başta Dr. Sıla İncirli olmak üzere tüm vakıf üyelerine bir kez daha teşekkür borçluyuz.  ”

Tabii bu sadece bir sergi değil, bir de sergiye dair detaylı bilgilerin bulunduğu her bir tablonun hikayesinin kaleme alındığı bir de kitap hazırladınız.

“Bizler serginin bir de kitabı olmasını çok istedik. Tuvallerdeki bu kadınların hayatlarını özet de olsa, meydana çıkarmak ve tarihçi olarak kaynakları da paylaşmak. Kuşkusuz çok başarılı tarihçilerimiz de var ancak genel olarak referans göstermekte, bilgilere dair detaylar vermekte eksik kalınıyor diye düşünüyorum. Ben bir akademisyen olarak da buna ayrıca önem verdim. Çok önemli bir detay. Sonuçta burada bir özet bilgi var. Daha fazla bilgi isteyenler için de kaynaklar söz konusu. Ayrıca kitabın bir başka özelliği, iki dilli olarak Türkçe ve İngilizce yayınlanmış olması. İngilizce Kıbrıs’ın ortak dili. Yabancılara da tarihimizi anlatmaya çalıştık.”

SEMRA BAYHANLI: “Zihnimde canlandırdığım figürleri tuvale döktüm”

En son Şeher isimli unutulmaz sergi için Semra Bayhanlı ile görüşmüştük. Bu kez sanatçı Kıbrıs’ın farklı dönemine ait, kadın figürlerini sanatseverler ve tarih meraklıları ile buluşturdu. Arada geçen yıllada Bayhanlı’nın sanat ve Kıbrıs aşkı hiç kesintiye uğramadı sanırım…  

“Her zaman memleketime dair çalışırım. Memleket aşktır …. Ahmet Hilmi ile de bizi bu duygular buluşturdu. Yıllar evvel Şeher sergimde tanıştık. Kıbrıs’a geldikçe görüştük. Sürekli bana Ortaça’daki bu kadınları anlatıyordu. Ama hiçbir zaman gel çiz demedi. Çok kibar bir insandır, bir anda böyle bir şey söylemez. Zaman içinde, anlattıklarını dinledikçe figüerlerin kadın olması benim de çok ilgimi çekti. Tarih dersini severek büyümedim. Okulda okutulan tarihte kahramanlar her zaman erkekti. Sanki hiç kadın yoktu. Kadınlar hep eş, medres, kız çocuğuydu. Tarihte görünmezdiler. Oysa Ahmet Hilmi’nin anlattığı Ortaçağ tarihinde kadınlar başroldeydi. Bu da beni çok etkiledi. Böylece projemiz hayat buldu.”

Öyle sanıyorum ki tarihin resimle hayat bulması hiç de kolay olmadı. Ortaçağ’da fotoğrafın olmadığı dönemde, sadece tarih bilgileri ile ortaya çıkan, resmedilen figürlerden bahsediyoruz…

“Tabii çok zor oldu. Geceler boyu internette konuştuk. Kıbrıs’a gelebildiğinde tartıştık. O anlattıkça benim zihnimde çizimlerim canlandı. Zihnimde canlandırdığım figürleri tuvale döktüm. O döneme dair pek çok araştırma, okuma yaptım. Hangi kumaşlar kullanılır, nasıl giyinilir. Halk daha çok renksiz kahverengi, bej giyerdi. Dokumadan çıkan ham kumaş. O yüz yılda boya, kıyafetteki renk bile çok erişilebilir değildi. Figürleri bile olmayan kadınlardan bahsediyoruz. Hepsine tek tek hayat verdim. Bambaşka hayatlardan bahsediyoruz. Lefkoşa’dan nehir geçen, her yerin yemyeşil olduğu bir dönem. Sadece ihtişamlı bina olarak Lüzinyan Sarayı’nın olduğu özel bir dönem. Ben de özenle çalıştım.

Şeher sergisinde suluboya ile yağlı boya tekniklerini kullanan sanatçı bu kez tamamen yağlı boya ile oldukça büyük tuvallere yer veriyor… Ortaçağ’da Kıbrıs’ın Kadınları adet, yenden ete kemiğe bürünüyor.

“Suluboya en zor teknik çünkü geri dönüşü yok. Yağlı boyanın ise kuruması için çok beklemek lazım. Daha çok zaman alır. Daha masraflıdır. Bu büyüklükte tuval yoktu. Tuvalleri de biz hazırladık. Sanırım tek resim, tek tarih olsa bu kadar ilgi görmeyecekti tarih ile sanatı birleştirdık. Bu da sergiye olan ilgiyi artırdı. Çok kalabalık bir sergi oldu. Naci Talat Vakfı sergimizin gerçekleşmesine hayli katkıda bulundu. Serginin bu mekanda daha da anlam buldu. Dr. Sıla Usar İncirli’de tanıtımla çok ilgilendi. Özdemir Tokel’de hiçbir karşılık beklemeden reklam içeriklerimizi hazırladı. Sergi için çok güzel hazırandık. Topluma ulaşabildik. Sergi 24 Mart’a kadar Lefkoşa’da Naci Talat Vakfı’nda ziyarete açık olacak. Zaman içinde farklı şehirlere, güneye de sergiyi taşımak, hatta imkan bulursak yurt dışına götürmeyi de çok istiyoruz. ”

 

 

Fotoğraflar: Nedim Enginsoy

Röportaj Haberleri