Oğuz Adanır; “ Batı, zihinsel duraklama yaşıyor ama düşünmek için de çaba harcamıyor”

“Ada’nın her iki tarafında kara para aklayanlar elbette barışın olmasını istemeyeceklerdir. Bu devam ettiği sürece şansınız yok. Politikacılar görünüşte barış için uğraşıyor gibi ama gelen de giden de bir oyunu sürdürüyor.”

Simge Çerkezoğlu

Türkiye’nin en önemli bilim insanlarından, araştırmacı yazar Prof. Dr. Oğuz Adanır, Naci Talat Vakfı’nın davetlisi olarak geçtiğimiz hafta Kıbrıs’ta bir konferans verdi. Günümüz dünyasını daha iyi anlamak, yanlışlardan yola çıkarak, doğruyu aramak anlamında kendisine kulak vermek çok kıymetliydi. Dünyaca ünlü kuramcıların yapıtlarını Türkçe diline kazandırılması yanında, tüm hayatını okumaya, yazmaya, düşünmeye adadı. Ekonomi, tarih, sosyoloji, antropoloji, psikanaliz ve gösterge bilimine kadar pek çok alanda bilimsel bilgiye sahip olan Adanır ile görüşmek büyük bir şanstı. Kendisiyle günümüz dünyası ve Kıbrıs ekseninde bir sohbet gerçekleştirdik, konuşabileceğimiz daha birçok konuyu ise sonraya erteledik.         

“Entelektüel olmak, yaşadığı toplum için yaşamak demektir”

Profesör Oğuz Adanır’a göre “toplumun kendi ayakları üzerinde duran pek çok aykırı insana ihtiyacı var”. Kimdir bu aykırı insanlar merak ediyorum. Entelektüeller olduğunu düşünerek toplumda kimlerin entelektüel olduğunu bizim için tarif etmesini talep ediyorum.

“Sanat, kültür ile ilgili insanlar, edebiyat, felsefe kültürü ile ilgili insanlar, kendilerini sahip oldukları meslek dalında en üst seviyeye taşıyabilmiş insanlar entelektüel olarak kabul edilebilir. Bu insanların gerek kendi ilgi alanlarıyla gerekse dünya ve diğer alanlarla ilgili söyleyebilecekleri sözleri olacağına inanıyorum. Belli bir düzeye gelmiş insanlar olarak yaşadığınız toplumun daha iyi bir toplum haline gelmesi için inandıklarınızı düşündüklerinizi söylemeniz gerekiyor. Bu, yayınla, televizyonla, sinemayla, romanla, diziyle, filmle, röportajlarla olur. Hiçbir şey olmazsa sosyal medyadan yapılır. Ciddi şekilde okuyarak, konuşarak, tartışarak bunu yaşam biçimi haline getirebilirsiniz. Entelektüelin, entelektüel yaşam biçimi olması, hayatı ona göre yaşaması gerekmektedir. Türkiye gibi ülkelerde son otuz yıldır bu gerçekleşmeye başladı. Sonuçta entelektüel olmak ciddi bir iştir. Ne işle meşgul olunursa olunsun okumayı, araştırma yapmayı, gözlemlemeyi gerektirir. Entelektüel içinde yaşadığı topluma hizmet etmekle yükümlüdür. Kendisi için yaşamaz. Kendisi için yaşayan insan entelektüel olmaz. Entelektüel olmak demek içinde yaşadığı toplum için yaşamak demektir, tarihe baktığımda da öyle anlıyorum. Dünyadaki entelektüellerin derdi amacı içinde yaşadığı toplumu nasıl daha iyi bir yere götürürüm, bunu nasıl başarabilirim diyerek geçti. Elinden geleni yapmak, az çok bu dünyada iz bırakma, bilgilendirme, bilinçlendirme düşüncesi hakim oldu. Dünyada saygın ciddi bir yere sahip olmak istiyorsanız hem modern olmak, hem de ciddi entelektüel potansiyele sahip olmak gerekir. Bir toplumu, bir ülkeyi dünyaya ancak entelektüelleri tanıtabilir. Onlar ne kadar ciddi çalışmalar yaparlarsa dünya, toplumu onların aracılığıyla, onların gözünden, onların sayesinde tanıyabilecektir. Binalar inşa ederek, kapısına üniversite yazarak bunlar olmuyor. Barakalarda bile insan kalitesi yüksekse entelektüel insan yetişebilir. Fakat bunun için üst düzeyde çaba, bir eğitim politikası olması gerekiyor.”

“Başka bir dünya yaratmak istiyorsak Baudrillard’ın kitapları okunmalı”

Pek çok kitap yayınlayan, yazarak, okuyarak, araştırarak bir ömür geçiren Adanır, Türkiye’ye Fransız düşünür, sosyolog Jean Baudrillard’ın pekçok kitabını da kazandırdı. Kendisi için ayrı yeri olan Baudrillard’ı  “dünyaya var olan şablonlar dışında bakan bir sosyolog” olarak tanımlıyor, peki ama neden…

“On dokuz yaşında eğitim için Paris’e gittim. Paris okula gitmeseniz bile okul gibiydi. Entelektüel bir dünyaya sahipti. Sürekli bir okuma alışkanlığı vardı. Sadece futbol maçı veya politika izlemezler, kitap okuyacak zamanı da mutlaka kendilerine yaratırlardı.  Marksist düşünce o dönemde, son yüzyılda, en baskın düşünceydi. Politikayı en çok Marksist düşünce yönlendirdi, hatta kültür, sinema, plastik sanatlar, edebiyatta bile hakimdi.  Fakat şunu gözlemledim ki emekçiler hafta sonundan hafta sonuna solculuk yapıyorlardı. Solcu olmayı hobi gibi sürdürüyorlardı,  Marksizm’in bittiğini o an anladım. Pekçok Marksist düşünürü okumaya başladım, bir türlü de ikna olmadım. Tam o günlerde Baudrillard’ın ‘Tüketim Toplumu’ kitabı ile karşılaştım, okuyunca çok etkilendim. Toplumu en iyi ifade eden yazar olduğunu fark ettim. Zaman içinde tüm kitaplarını okudum. Okudukça Fransa üzerinden Batı Avrupa ve Amerika’yı daha iyi anladım. Kendime sorular soruyor, İsveç ile Afganistan zihinsel olarak aynı yüzyılda mı yaşıyor diyordum. Öyle değildi; İsveç 21. yüzyılda yaşarken, Afganistan hala 17. yüzyılda yaşıyordu. Dolayısıyla önce bazı toplumların farklı olduğunu anlamak, aynı kuramla tüm dünyayı açıklamanın mümkün olmadığını kabul etmek gerekiyordu.  Baudrillard tam da bunu yapıyordu. Dünya tarihi üretim tarihinden ibaret değildi.  Baudrillard’a göre Marksist düşünce içinde yaşadığı toplumları bir dönem aydınlattı, sonrasında ise bitti. Onun temel kavramlarından biri gerçeklik ilkesidir. Bu ilke de Marksizm ve onun karşısındaki burjuvanın birlikteliğinden oluşur. Çünkü ona göre ikisi farklı pencereden baksa da, sonuçta aynı gerçekliğe bakıyordu. Önemli olansa  kolektif yaşamla, barış ve huzur içinde yaşamaktır diyordu. Bunları birbirinden ayırmaya çalışınca ikisi de yok oluyor uyarısı yapıyordu. Tabii Baudrillard’a göre gerçeklik ilkesi de zaman içinde yıkılmıştı, yerini simülasyon almıştı. Fakat Türkiye gibi toplumlarda henüz gerçeklik ilkesini bile oluşturamamıştı. Sonuçta bu kuram da belli bir coğrafyayı açıklıyordu. Yine de çok önemli, ciddi bir kuramdı. Bizim gibi gelişmekte olan toplumların ders alacağı bir kuramdı. Çok ciddi radikal eleştirileri olan, ciddi çıkarımlar yapan bir düşünürdü. Tartışmaya açık fikirleri vardı. Okunması gerekir diye düşündüm. Avrupa ve Amerika ile ilgili tarihsel, siyasi, sosyal önemli eleştirileri de vardır. Baudrillard’ı okuyup nelerin yanlış yapıldığını anlayarak, bu yanlışlardan ders çıkarıp yeni çıkarımlara varabiliriz diye düşündüm. Daha başka bir dünya yaratmak istiyorsak Baudrillard’ın kitapları mutlaka okunmalı diyerek Türkiye’de yaygınlaşması için elimden geleni yaptım. Bugüne kadar otuz beş kitabını çevirdim ve yayınlandı.”

“Batıda ciddi zihinsel duraklama var”

“Batı uygarlığı ideolojik, felsefi, kültürel olarak simgesel anlamını yitirmiştir. Maddi anlamda sahip olduklarını kaybetmemek için de bu bitmişliği gizlemeye çalışıyor” diyor Oğuz Adanır. Peki bu durumda dünyanın geri kalanı ne durumda diye insan endişeye kapılmadan edemiyor.

“Asıl sorun zaten dünyanın geri kalanı. Batı uygarlığı bir dünya kurdu, geri kalan herkesten üstün olduklarını düşünüp, herkesin onlara boyun eğmesini istedi ama olmadı. Bugün Çin, Güney Kore, Japonya var. Onları Hindistan, Türkiye, Brezilya gibi ülkeler takip ediyor. Batıya alternatifler çıkıyor, bunlar çıktıkça, onların gücü azalıyor. Bu toplumların bir diğer sorunu yaşlanmış olmaları. Nüfusun yüzde yetmişi elli yaş üstünde. Acilen taze kana ihtiyaçları var. Müslüman ülkelerden sonra en fazla Müslüman’ın yaşadığı ülke Fransa.  Altı milyondan fazla Müslüman bugün Fransa’da yaşıyor. Kuzey Afrika’dan çok fazla göç alıyor. Zihinsel olarak Marks belirleyici oldu ifadesini kullanmıştım,   bu süreçte sağ politikalar da hiç gelişmedi. Sadece Marksizm’e karşı, alternatif cılız politikalar gelişti. Sonuçta son elli yıldan bu yana batıda hiçbir politika gelişmedi. Batı, ciddi zihinsel duraklama yaşıyor ama sahip oldukları maddi rahatlıktan ötürü düşünmek için de çaba harcamıyorlar. Sistemden memnunlar. Statüko korunuyor. Şimdi sarı yeleklileri sokaklarda görüyoruz ama onlar da sisteme karşı, sistemi yıkmaya, değiştirmeye yönelik değil. Sistem içinde alınan bazı kararlara karşılar, sadece onların düzeltilmesini istiyorlar. Eski devrimci gelenekten gelen kimse kalmadı. Yine de ben hiçbir zaman umutsuz olmadım Gelecekten ümitliyim, Baudrillard’ın dediği gibi süreçler daima iki yönlüdür. Durum bu kadar vahim olsa da bildiğimiz tüm doğrular bir anda yıkılabilir. İnsanlık tarihinde pek çok değişim yaşandı, devrimler yapıldı. Hiç beklenmedik anlarda, beklenmedik şeyler yine ortaya çıkabilir.”

“Adada kara para aklayanlar elbette barışın olmasını istemeyeceklerdir”

Oğuz Adanır daha önce Türkiye’nin gerilmesinin 1974 Kıbrıs harekâtı ile başladığını söylemişti. Bu düşüncesini biraz daha netleştirirken, Ada’nın geleceğine dair öngörülerini de bizlerle paylaşıyor.  

“Tabii Kıbrıs kendiliğinden Türkiye’yi geriletmedi. Bu politikacıların verdiği bir karardı. Karar yanlış değildi fakat veriliş şekli, alınması gereken önlemler farklı olmalıydı diye düşünüyorum. Anlık bir karar oldu. Kıbrıs Harekâtı Türkiye’yi inanılmaz borca itti. Bu borcun faturası öğretmene, memura kesildi. Oysa ülkeyi var edecek en önemli kitle onlardı. Onlar yok edildi. Fakirleşti. Öğretmenlerin fakirleşmesi toplumu da geriletti. Eğitim seviyesi düştü. Cumhuriyet eğitim sisteminin çökmesi ile de FETÖ yeşerdi. Bu günlere gelindi. Bugün Kıbrıs’a baktığımda ise bunca yıldır neden barışın olmadığını sormak geçiyor aklımdan. Elli yıldır barış olmadıysa bunun başka nedenleri olmalı. Bana göre barış ancak çok güçlü bir kuzeyin varlığı ile mümkün olabilir. Alım gücü senede 20 bin dolar olan bir kuzey olursa, güney barış için koşa koşa gelecektir. Güneyin şimdiki durumda barış yapma gibi bir niyeti yok. Öyle bir derdi, hatta gündemi bile yok. Güney Kıbrıs Avrupa Birliği’ne neden alındı. Dünyanın dokuz kara para aklama bölgesinden biri olduğu için alındı. AB temsilcisi bunu kendi açıkladı. Güney Kıbrıs’ta neler döndüğünü görmek için onları AB’ye aldılar. Kıbrıs üzerinden Ruslar Avrupa’ya milyarlarca dolar sokuyor. Sırf bunları denetleyebilmek için alındılar. Şimdi bu kara para aklama bitti sanmayın. Kuzeye geçti sadece. Ada’nın her iki tarafında kara para aklayanlar elbette barışın olmasını istemeyeceklerdir. Bu devam ettiği sürece şansınız yok. Politikacılar görünüşte barış için uğraşıyor gibi ama gelen de giden de bir oyunu sürdürüyor. Ben o nedenle değişiklik beklemiyorum. Güçlü bir kuzey ve halkların zorlamasıyla barış olabilir. Kuzeyde insanlar doğru yatırım yapmalı, üniversite merkezi, dev şirketlerle ortaklık yapan bir kuzey gerek. Kıbrıs çok stratejik noktada bütün Avrupa’ya ulaşabilir konumda. Çin’in de Avrupa üzerinde ciddi politikaları var, kırk yıldır bunun için çalışıyor. Tüm bunlardan yararlanmayı başarabilirseniz Kıbrıs’ın kuzeyi İrlanda gibi olabilirse mesela, yeni kuşaklar bazı şeyleri hayata geçirebilirse, alım gücü, refah düzeyi artarsa, mevcudun iki, üç misline çıkarsa o zaman politikacılar her iki tarafta da yelkenleri suya indirmek zorunda kalabilir. Güneyin de kuzeye yanaşması o zaman mümkün olacak, böylece barış halkların da zorlamasıyla gerçekleşebilecek diye düşünmekteyim.”          

           

Dergiler Haberleri