Niyazi Berkes’in Eserlerinin İncelenebileceği Ortam Galiba Daha Yeni Doğuyor

Niyazi Berkes’in yazdıklarının, Türkiye’de bugün hemen hiç dikkate alınmamasının nedeni, esas olarak, düşüncelerinin Türkiye’nin bugünkü ortamında hiç de olumlu bulunmaması.

 

Kurtuluş KAYALI

 

Niyazi Berkes’in anıları Unutulan Yıllar başlığını taşıyor. Kitap, ağırlıklı olarak da 1940-1950 yılları arasını kapsıyor. Kitabın başlığı bize, dönemin hemen hemen hiç bilinmediğini ima ediyor. Berkes’in bu konuda, bu yılların bilinmemesi hususunda 1970’lerde dile getirdiği ilginç bir sitemi de var… Berkes, 1970’li yıllarda Türkiye’den doktora yapmaya yurt dışına gelmiş olan, kendisinin de görüştüğü öğrencilerin, Nihal Atsız’ı kadın zannettiklerini şaşkınlıkla anlatıyor. Dolayısıyla Niyazi Berkes, bu döneme olağanüstü önem veriyor. Unutulan Yıllar’ın asıl amacı da zaten “siz 1940-1950 arasını unutsanız, unutmaya niyetli olsanız da ben unutturmam” demek...

Unutulan Yıllar’da gündelik olayların tasvirinden ziyade, bir dönemin tahlili söz konusu. Kitapta “insan Niyazi Berkes”i bulmak için neredeyse pertavsızla bakmak lâzım. “İnsan Niyazi Berkes”i bulmak için Mediha Berkes’in metinlerini okumak daha açıklayıcı. Ama onda da eleştirel bir portre bulmak mümkün. Tabii Mediha Berkes’in söylediklerinin ne kadar gerçek olduğu ayrı bir mesele.

Kendi hayatından pek bahsetmeyen Niyazi Berkes, üç arkadaşı (Pertev Naili Boratav, Behice Boran ve Muzaffer Şerif Başoğlu) hakkında daha özel sayılabilecek konularda rahatça konuşuyor. Hatta Muzaffer Şerif’e “deli” dememek için başka bir sıfat kullanıyor. Çok ilginç olan bir şey, o dönemde Niyazi Berkes’le beraber Ankara Üniversitesi’nden, Dil-Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nden tasfiye edilen bu üç kişinin hiçbirinin o dönemi yazmamış olması… Bu isimler, sadece o dönemdeki anılarını değil, o dönemin genel bir değerlendirmesini yapmayı da pek önemsememişler. Niyazi Berkes’in o dönemi yazması sadece kendisinin ve arkadaşlarının yaşadıklarını anlatma amacı taşımıyor. Berkes’in amacı, o dönemin, Türkiye’nin yakın tarihi içindeki yerini görünür kılmak. Bunu yaparken de, aslında bariz bir şekilde çarpıtabileceği şeyleri de çarpıtmıyor, başkalaştırarak hikâye etmiyor. Hatta “ebedi şef” ve “milli şef”in talimatları doğrultusunda bilim yapacaklarını taahhüt eden bildiriyi imzaladıklarını da açık açık belirtiyor.

Berkes, 1980’li yıllara ait, unutmadığı hatıralarını da pür dikkat yazıyor. Dönemi, başka metinlerinden çok daha detaylı ve çok daha kapsamlı bir şekilde tahlil ediyor, değerlendiriyor. Niyazi Berkes’e ilgi duymayanlar için bile onun yaptığı tahlil ve değerlendirmeler, Türkiye’nin hem sağ hem de solda bulunan farklı aydınlarını besleyebilecek nitelikte. Oysa Türkiye’deki aydınlar arasından, belki de yalnızca Attilâ İlhan’ın meseleyi ciddiye aldığını görüyorsunuz. Bu, yalnızca 1997’de Unutulan Yıllar çıktığı zamanla sınırlı da değil. Benim bildiğim kadarıyla, 1960’lı yılların başlarından, vefat ettiği 2005 Ekim ayına kadar Attilâ İlhan’ın Niyazi Berkes’e olan ilgisi hep sürmüş. Attilâ İlhan, Unutulan Yıllar 1997’de yayınlandığı zaman da, köşe yazısı yazdığı Cumhuriyet Gazetesi’nde on güne yakın bir süre köşesinde Berkes’i irdelemiş. Berkes’in öldüğü 1988 Aralık’ından hemen sonra, Atillâ İlhan’ın o sıralar yönettiği Cönk Dergisi’nde belki de en gelişkin Niyazi Berkes sayısını yaptığını da görüyoruz.

Unutulan Yıllar’ın yayınlanmasından hemen sonra, 1999 yılında, belki de kitabının yayınlanması ve hayatının bir kısmının da Kıbrıs’ta geçmesi vesilesiyle Doğu Akdeniz Üniversitesi Kıbrıs Araştırmaları Merkezi (DAÜ-KAM), Gazimağusa’da bir Niyazi Berkes sempozyumu düzenlemişti. Değişik üniversitelerden ondan fazla aydının katıldığı sempozyumda, hakikaten önemli birkaç tebliğ de sunulmuştu. Sempozyumda, bir anlamda düşünceleri birbirine benzemeyen akademisyenlerin bildirileri söz konusuydu. Sunulanlardan biri de Ruşen Sezer’in tebliğiydi. Ruşen Sezer, aynı zamanda, Niyazi Berkes’in Unutulan Yıllar’ını Eski Türkçe’den Yeni Türkçe’ye aktaran kişi. Sezer’in metnine bakılınca Niyazi Berkes hakkında belirgin bir fotoğraf ortaya çıkıyor. Orada Andre Dirlik’in yazdıkları ve yaptığı değerlendirme daha sahih bir Berkes portresi sunuyor. Ancak bütününe bakınca Berkes hakkında şu daha iyi anlaşılıyor: Niyazi Berkes gerçekten, yazdıklarının üzerinde titizlikle durulması gereken bir entelektüel. Ruşen Sezer de toplantı sırasında bir tebliğ sahibiyle, onu bıktıracak şekilde, “Niyazi Berkes de pozitivistmiş haa” diyerek alay ediyor. Zaten sempozyumun genel fotoğrafı da meseleye nüfuz etmekte problem olduğunu aşikâr kılıyor.

Niyazi Berkes’in yazdıklarının, Türkiye’de bugün hemen hiç dikkate alınmamasının nedeni, esas olarak, düşüncelerinin Türkiye’nin bugünkü ortamında hiç de olumlu bulunmaması. Berkes’in çalışmaları genellikle iki konu çerçevesinde odaklanmış. Bunlardan biri modernleşme bağlamında kültür ve özellikle de din… İkincisi de Türkiye’nin iktisadi gelişimi… 1960’lı ve 1970’li yıllarda yayınlanan üç temel kitabı da, bu iki hususun, siyaseti de dolaylı olarak içeren geniş perspektifli bir tahlili. Hem de bu tahlili, Osmanlı’yı kapsayarak derinlikli biçimde yapıyor. Bu tahlili yaparken siyaseti bir ölçüde işin içine soksa da modernleşme sürecine ve bu süreç içinde Mustafa Kemal’in rolüne kritik bir önem atfediyor. Cumhuriyet değişikliklerinin neden “devrimci nitelikte değişiklikler” olduğunu da olağanüstü ciddiye alarak izah ediyor. İktisadi yaşam üzerine yaklaşımını da genellikle Osmanlı geçmişi üzerinden temellendiriyor. Bu konuda düşüncesinin Cumhuriyet dönemine yansıması da genel anlamda devletçilik savunusu olarak tezahür ediyor. Sözü edilen düşüncelerin, 1960’lı ve 1970’li yılların düşünsel ortamıyla uyumlu bir yanı var. Ve hatta o dönemin aydınlarını Yön Dergisi’nde yayınlanan makalelerin derlemesinden oluşan, o slogan gibi başlıkla çıkan “İki Yüz Yıldır Neden Bocalıyoruz?” adlı kitabı sathi bir şekilde etkilemiş. Daha sonra Türk Düşününde Batı Sorunu’nun bir başka bölümünü oluşturan Batıcılık, Ulusçuluk ve Toplumsal Devrimler kitabı ise neredeyse hiç anlaşılmamış ve bu nedenle de üzerinde durulmamış. O dönem metinlerine uzak kalınmasının temel nedeni de meselelerin hep tarihsel arka planını anlamaya, araştırmaya çalışması ve meseleleri doğrudan siyasal boyutuyla incelemek istememesi. Berkes’in düşünsel tercihlerine, özellikle de Osmanlı ve din konusundaki yaklaşımlarına Türk muhafazakârlarının eleştirel bakmaları, onların Berkes’in düşünce dünyasına belirgin olarak ilgisiz kalmasına neden olmuştur. Aykırı bir örnek olarak Cemil Meriç’in Türkiye’de Çağdaşlaşma üzerine yazdığı metin gösterilebilir. Ancak o da Cemil Meriç’in en zayıf metinlerinden biridir. 1976 yılında Şerif Mardin’in eleştirmeyi tercih ettiği metin ise Türk Düşününde Batı Sorunu kitabıdır. Bu, o dönemin, Niyazi Berkes’in en fazla etkili olmuş metnine yönelik bir eleştiridir. Berkes, Mardin’in eleştirmek için neden temel metni olan Türkiye’de Çağdaşlaşma yerine, bu metni seçtiğini sorgulamıştır. Mardin’in eleştiri metni Cemil Meriç’in eleştirisinden çok daha iyi temellendirilmiştir. Hatta Şerif Mardin’in Niyazi Berkes’in metni üzerine yazdığı eleştiri bu hususta yazılan en iyi metindir. Aslında Şerif Mardin, ruh hali bakımından, Niyazi Berkes’i en iyi anlayabilecek insanlardan biridir. Çünkü Mardin de, tıpkı Berkes gibi, 1960’lı ve 1970’li yıllarda çalışmasının ciddiyeti neredeyse hiç anlaşılmamış bir entelektüeldir. Siyasal hareketlerle arasına bir mesafe koysa da, Mardin, Niyazi Berkes’e göre siyasetle çok daha iç içe geçmiş bir entelektüeldir.

2000’li yıllar Türk düşünce hayatının belki de en kaygan zemine sahip olduğu yıllar. Tabii bunun 1980’li yıllardan itibaren belki bir şekilde belirmesi söz konusu. Artık Türkiye’de sağlı sollu neredeyse bütün aydınların en önemli ilgi alanı bilir bilmez Osmanlı... Bir de en önemli problem olarak Türk modernleşmesi görülüyor. Burada da dinin yeri kritik bir mesele olarak kendisini hissettiriyor. Muhafazakârların bu noktadaki düşüncelerinde kısmi bir süreklilik var. Meseleyi hangi çerçevede mütalaa ettikleri üzerinde durmak yerine, dine karşı tercihi konusunda odaklaşıyorlar. Sol ve liberaller ise onun din konusundaki siyasal yaklaşımı hususunda hassaslar ve artık onlar Cumhuriyet döneminin din konusundaki politikasına muhalifler. Ve Kemalizm konusunda tartışırken İslamcı muhafazakârlara göre daha radikal eleştiri getiriyorlar. Sovyet sisteminin tıkanması karşısında liberaller zaten sistemin sonunun böyle olacağı aşikârdı derken, solcular Niyazi Berkes’in devletçi eğilimi yanında devletçilik konusunda belirgin şekilde hafif kalıyorlar. Onun Sovyetler hakkındaki tutumu arasında iki dönem açısından neredeyse hiç fark yokken, bizim solun iki dönem arasında tutum açısından neredeyse benzerlik yok. Bir de zaman içerisinde muhafazakâr ve modernistlerin düşünceleri Türkiye üzerine odaklanmaktan, dünya ve Batılı entelektüellerin düşünceleri üzerine odaklanmaya yöneldi. Niyazi Berkes, Kanada ve İngiltere’de Türkiye üzerine odaklanırken, 2000’li yılların aydınları dünya üzerine yoğunlaşmışlardır. Yeni dönemin çoğu aydını büyük ölçüde dünyalıyken, Niyazi Berkes bu coğrafyanın insanıdır. Bu nokta belki de meselenin en kritik noktasıdır.

Niyazi Berkes’in düşüncelerinin siyasal tercih dışında öneminin vurgulanması bugün için daha hayati gibi görünüyor. Hatıra kitabının odaklandığı dönem, 1938-1950 yılları arası, öncesinden ve sonrasından (yani 1923-38 yılları ve 1950-1960 yılları arasından) farklılaştırılarak hemen hemen hiç ele alınmamış gibi… Aslında eski dönemden farklılaştırma ile yeni dönemden farklılaştırma konuları daha yeni dikkat çekmeye başlamış. Son dönemde olmadık çevrelerde Kemalizm tercihinin bir ölçüde depreşmesi ve karşı kutupta 1938-1950 yılları arası ile 1950-1960 yılları arasını aynılaştırma eğilimi Unutulan Yıllar konusuna bir nebze daha yoğunlaşmayı gerektiriyor. Ve bu hususta farklı yaklaşımların büyük ölçüde mantıksal bir paralellik içinde olduğu düşünülebilir. Genel dikkat yanında sadece bu hususa dikkat bile Niyazi Berkes’in metinlerini önemsemeyi gerektiriyor. Bu meyanda Niyazi Berkes’in Unutulan Yılları’nın bile merkezi bir önemi var. Unutulan Yıllar, bir yakın tarih incelemesi olarak görülebilirken, başkalarının tahlilî metin olarak kotardıkları kitapların bir hatırat olarak okunması mümkün.

Kemalizm yaygın olarak her kesimde milliyetçiliğe karşı önemini kaybederken Niyazi Berkes’in metinleri tercih yönünde değil tahlil yönünde her iki kesim itibarıyla da önem kesbediyor. Tabii fark edebilirlerse… Şimdiye kadar fark edemediklerine göre ümitvar olmanın şartları hiç mi hiç yok gibi görünüyor.

 

 

Dergiler Haberleri