Mağusa’nın adak yerleri

Mağusa’nın adak yerleri

Tuncer Bağışkan
 

Geçtiğimi haftalarda adak amacıyla Lefkoşa’da kullanılan şehida mezarları üzerinde durmuştum. Bu hafta da Mağusa’dakiler üzerinde duracağım. Lefkoşa’daki mezarların çoğunluğunun kentin Osmanlılar tarafından alındığı 9 Eylül. 1570 tarihinde sokak çarpışmalarında şehit olanlara ait olduğuna inanıldığını belirtmiştim. Mağusa’daki bazı mezarların da kentin Osmanlılar tarafından alındığı 1 Ağustos 1571 tarihinde gerçekleşen sokak çarpışmalarında şehit olanlara ait olduklarına inanıldığı gibi, dini mahiyet taşıyan kişiler, dini yapılar ve bazı heykellerin de adak veya ziyaret amacıyla kullanıldığı anlaşılmaktadır.

Canbulat Türbesi

Mağusa’nın Osmanlılar tarafından alınması sırasında burada şehit olduğu rivayet edilen Kilis Sancak Beyi Canbulat’ın makam türbesi,  Venedik döneminde Arsenal olarak bilinen şimdiki Canbulat Burcu’ndaki geçitte yer almaktadır. Bir zamanlar Hala Sultan Tekkesi’nden sonra gelen önemli bir adak ve ziyaret yeriydi. Kıbrıs’ın fethine katılan ve asıl adı Canbulat bin Kasım El Kürdi olan Kilis Sancak Beyi Canbulat Bey’in fetih sırasında şehit olmadığı,  Kıbrıs’ın tamamen fethedildiği 1 Ağustos, 1571 tarihinden sonra Anadolu’ya döndüğü ve Kıbrıs seferinde gösterdiği yararlılıktan dolayı kendisine 22 Mart 1572 tarihinde II. Sultan Selim tarafından ödül olarak Halep Beylerbeyliği ile Paşalık verildiği arşiv belgelerinde kayıtlıdır. Mezarın en eski görüntüsü fotoğrafçı Charles Glaszner tarafından çekilmiştir. Yakın geçmişimizde mezarı kesme taştan yapılmış olup etrafı demir bir parmaklıkla çevriliydi. Ancak yıkılmaya yüz tuttuğundan1968 yılında tamamen yıkılıp yerine İtalyan mermerinden bir mezar yapılırken mezarda kemik kalıntısına rastlanmamıştı. Bu mezar da 1991 yılının şubat ayında yıkılarak yerine şimdiki mezar yapılmıştır.

Zaman sürecinde Arsenal burcunda oluşturulan makam türbesi Canbulat Bey’e bağlanırken, hakkında gerçekmiş gibi sayısız rivayetler de anlatılır olmuştur. Bir rivayete göre Venedikliler Osmanlıların kente girişlerini durdurmak için Arsenal burcuna bir çarkıfelek koyduklarından askerlerin buradan geçmeleri olanaksız hale gelmiş. Bunu gören Cambulat Bey beyaz atıyla çarkıfeleğin içine girip çarkı durdurmuş. Bu arada başı gövdesinden ayrıldığından başını yerden alıp savaşa devam etmiş. Bunu gören Venedikliler hayretler içinde kaldıklarından “Fausa” (Hasba çıkarsın) demekten kendilerini alamamışlar. Mağusa’nın alınmasından sonra “Fausa” sözcüğüne dayanılarak şehre Mağusa adı verilirken, Arsenal Tabyası’na da Canbulat adı verilmiş.

Yakın geçmişimize Canbulat Bey’in türbesinin dışında kalan surlarda, çocuk yapmayan veya düşük yapan kadınların adakta bulundukları bir incir ağacı vardı. Canbulat’ın, bu ağacın meyvesinden yiyen kadınlara, kendisi gibi güçlü kuvvetli oğlan çocukları bahşedeceğine inanılır, ağaçtaki incirlerden yenir ve ağaca çaput parçaları bağlanırdı.

Garip (Öksüz) Dede Adak Yeri

Mehmetali Görmüş Sokak’ta adak amacıyla kullanılan ve yolu enine kesen iki kemerin arasında kalan bir adak yeridir. Yaygın olarak “Garip Dede” adıyla bilinmesine karşın, “Öksüz Dede” adıyla da bilinmektedir. Mezarın, Osmanlıların Mağusa’yı alması sırasında burada şehit düşen bir askere ait olduğuna inanılmaktadır. Yakın geçmişimizde sıkça ziyaret edilen bu mezara, adakta bulunulmakta, mum yakılmakta, yemeni ile yeşil bez bağlanmakta ve tuz ile çörek bırakılmaktaydı. Şimdi bile adak amacıyla ziyaret edildiği anlaşılmaktadır. Başı ağrıyanların mezarın toprağını okşadıkları, sonra da toprağı avuçlarıyla alıp başlarına sürerlerken “Burada yatan şehit bize güç versin, başımdaki bu sızıyı geçmiş etsin” diye dua ettikleri hatırlanmaktadır. Yakın geçmişimizde mezarın gerisindeki evde geceleri sürekli nalın seslerinin duyulduğu anlatılmaktadır. Bu nedenle evde oturanlar, geceleri avluya su dolu bir testi ile bir çift nalın koyarlardı. Böyle yapmakla Osmanlı şehitlerinin abdest almak için bunları kullanacaklarına inanılırdı.

St. Nicholas Katedrali (Lala Mustafa Paşa Camisi) adak yeri

St. Nicholas Katedralinden “Mağusa Ayasofyası” adıyla camiye çevrilen şimdiki Lala Mustafa Paşa camisinin kuzeydoğu duvarında 1365 yılında zatürreden ölen Piskopos Itier de Nabinaux’un mezarı bulunmaktadır. Piskopos hakkındaki bilgilerimiz mezar üzerindeki motifli ve yazıtlı mezar taşında kayıtlıdır. Bu mezarın yakın geçmişimizde adak amacıyla Mağusalı Türkler tarafından ziyaret edildiği ve buraya mum ile yağ yakıldığı halen anımsanmaktadır.

Kutup Osman Türbesi

Celveti tarikatının Kıbrıs’taki kurucusu olarak kabul edilen Şeyh Kutup Osman Fazlı Efendi’nin türbesi, Mağusa Akkule giriş kapısı karşısındaki eski Osmanlı mezarlığının gerisindeki Çamlık Bölgesinde bulunan Kutup Osman Tekkesi’nde yer almaktadır. Hayatı, şu anda Cambulat Müzesinde sergilenen 1835 tarihli ahşap mezar yazıtında yer almaktadır. Zaman sürecinde edindiği bilgi biriki ve siyasi gücünü çekemeyenler tarafından 1101 H (1690) yılında İstanbul’dan Mağusa’ya sürülerek orada ikamete mecbur edilir. Mağusa’ya sürülüşünden yaklaşık 13 ay sonra, 17 Zilhicce 1102  (10 Eylül 1691) tarihinde, vefat eder ve oraya gömülür. Ancak zamanla mezarının izi kaybolması üzerine, vefatından 138 yıl sonra, Kıbrıs muhassılı, Kapıcıbaşısı ve Celvetiye tarikatı mensuplarından olan Elseyid Elhaç Mehmet Ağa, 1240 H (1824/25) yılında genel bir soruşturma başlatır. Nihayet mezarının yeri Salhurde Hatun adında 80 yaşındaki olgun, dürüst ve tarikat ehli bir kadının kesin ifadesiyle saptanır. Mezarı saptandıktan sonra inşa edilen mezarı kubbeli bir türbe içine alınırken, buraya bir mescit ile çeşitli yardımcı odalar da eklenerek Tekkeye dönüştürülür.

Şeyh Kutup Osman Fazlı Efendi’nin kubbeli türbesi, tekkenin kuzeybatı bitişiğindedir. Türbenin tam ortasında bulunan mezarı ceviz ağacından yapılmış ahşap bir sandukayla örtülüdür. Yakın geçmişimizde önemli bir ziyaret ve adak yeri olan Kutup Osman türbesine mum yakmak, mezar üzerindeki ahşap sandukaya çok büyük yeşil örtüler örtmek adettendi. Tekke 1940’lı yıllara kadar açık kalır. Bu yıllarda oraya götürülen ilkokul çocuklarına zerde pilavı verildiği, 1947 yılında ise ziyaretçi bölümünün tamir edilip ortaokula dönüştürüldüğü kaydedilmektedir. Tekkenin en son resmi türbedarı Zaliha Hanım gösterilmektedir.

Ağlayan Dede Tekkesi

Tamamen yıkılan Tekkeden günümüze sadece yan yana iki mezar ile depolu bir çeşme gelebilmiştir. 1882 yılı itibarıyla bir mescit, bazı mezarlar ve bazı odalardan ibaretti. Evkaf Delegesi’nin Sömürge İdaresi Sekreterine yazdığı 16.2.1934 tarihli yazıdan şu bilgiler edinilmektedir:  “Bu Mağusa’nın çok eski bir tekkesidir ve Ağlayan Dede mezarlarını içermektedir. Yapı çok eskidir ve ölen şeyhin oturduğu iki veya üç küçük odası kısmen harap durumdadır. Ölen şeyhin çok yaşlı olan kızının, mezarlara bakması ve temizliğini yapması için orada oturmasına izin verilmiştir. Ona hizmet karşılığı ücret ödenmemektedir. Tekkenin geliri cüzidir ve geliri tekkeye ait olan küçük bir dükkân ve birkaç zeytin ağacından sağlanmaktadır. Tekkeye şeyh atanmamıştır ve biz bu nedenle yardımları artırma olanağına sahip değiliz, yine de bunun yanı sıra küçük hükümet yardımıyla bu tekkeyi korumak ve tamir etmek niyetindeyiz.”

Dr. Okan Dağlı’nın “Sokak Sokak Mağusa” kitabında mezarlara şu şekilde değinilmiştir: “Sokağın sonuna doğru ise, Ağlayan Dede Türbesi bulunmaktadır. ‘Dede’ ve ‘Baba’ tanımlamaları ise Kızılbaş/Bektaşi geleneğinden gelmektedir. Buralarda hala daha mumların yakılması ve yeşil boya ya da yeşil örtülerle yaşatılmış olması Kıbrıslı Türklerin bu geleneğe bağlılığını göstermektedir.”

Nesturi Kilisesi (Ayios Georgious Xorinos)

Kilise, kendini tanrıya adayan hayırsever ve gemi sahibi Mağusalı zengin bir tüccar olan Nesturi (İraklı Keldaniler) mezhebinden Sir Fancis Lakhas kardeşler tarafından M.S 1360 - 1369 yıllarında temelleri atılarak yapılmıştır. İlk yapıldığı dönemde Nesturi kilisesi adıyla bilinmesine karşın, 1905 yılında Mağusalı Ortodok Rumların eline geçmesi üzerine temizlenip tamir edildikten sonra Sürgüncü Ayios Georgious Xorinos adıyla ibadete açılmıştır. Bu azizle ilgili bir rivayet göre, kilisenin zemininden alınan toprağın düşman olarak bilinen birinin evine bırakılması halinde, o kişinin bir yıl içinde öleceğine, ya da Kıbrıs’ı terk edeceğine inanılırdı.

Mağusa Aslanı

Mağusa’nın tarihi Deniz Kapısı’nın iç kısmında mermerden yapılmış şimdiki kanatsız Venedik aslanı, kuyruğunun hemen yanında ise yavrusu vardı. Arslanların bu şekildeki bir fotoğrafı ise 1878 yılınca İngiliz fotoğrafçı John Thomson tarafından çekilmişti. Şu anda iri aslan yerinde olmasına karşın, yavru aslanı en son 7 Ekim.2005 tarihinde Otello Kalesi biletçi kulübesinin gerisinde bulunan su deposu yanında atıl durumda görmüştüm. Ancak şimdilerde oradan da kaldırılıp mutat olduğu üzere ya eski eser depolarına kilitlendiği, ya da çalınıp bir villaya ‘bekçi’ olarak monte edildiği tahmin edilmektedir. Eskiden bir derdi, bir dileği, ya da bir şikâyeti olanlara, muziplik olsun diye, “git derdini Mağusa aslanına anlat” derlerdi. Rivayete göre büyük aslan yavrusunu yemeğe kakışınca ikisi de o anda taş kesilmiş. Diğer bir rivayet, büyük aslanın yılda bir kez ağzını açtığı ve yetiştirip elini ağzına sokanların bir defineye sahip olacakları doğrultusunda. Diğer bir rivayet ise, büyük aslanın baktığı noktada gizli bir definenin saklı olduğuyla ilgili…

Öksüzce Dede Adak Yeri

Öksüzce Dede’nin mezarı Namık Kemal Lisesinin gerisindeki Mağusa’nın en eski mezarlığının kuzeydoğu girişinin sağında yer almaktadır. Önceleri surlar içindeki şimdiki Gazi İlkokulu’nun bulunduğu yerdeydi. Ancak ilkokulun buraya yapılmasından sonra, mezarı şimdiki yerine taşınıp aslına uygun olarak yeniden yapılmıştır. Eskiden sıtmaya yakalanan Mağusalılar Öksüzce Dede’nin mezarını ziyaret edip şifa dilenirler, mezarı çevreleyen demir parmaklığa uçkurlarını bağlarlardı. Böyle yapılması halinde hastalığın orada bağlı kalacağına; hastaların sağlıklarına kavuşacaklarına inanılırdı.

Pertev Paşa’nın mezarı ve anıtı

Mağusa’nın Osmanlılar tarafından alınması sırasında şehit olduğuna inanılan donanma serdarı Pertev Paşa’nın taştan yapılmış ve etrafı demir parmaklıkla çevrili mezarı Maraş’taki Ayios İoannis Mahallesindeki elektrik santralının önündeki meydanda yer almaktaydı. Burası çok eskiden bir mezarlık olarak kullanılmasına karşın, zamanla dağıtıldığından geriye sadece Pertev Paşa’nın mezarı kalmıştı. 1935 yılı öncesi ile sonrasında Rumlar tarafından tahrip edilmesi nedeniyle, 12 Teşrin sani (Kasım) 1940 tarihinde Vakıflar İdaresi tarafından usta Yango Vasili’ye tamir ettirilmişti. 1945 yılında Evkaf İdaresi tarafından mozaik bir lahit ile mezar taşı yaptırıp buraya monte edilmesi için Mağusa Belediyesi’ne teslim etmesine karşın bu iş II. Dünya Savaşı sonrasına kalır. Mezarın meydanın ortasına yapılması planları 8.6.1950 tarihinde Rum mimar Theodoros Photiadis tarafından çizilir ve 1950 yılının Ağustos ayında inşa edilir. Eski fotoğraflarda mezar taşı kavuk başlıklı, kitabeli, lahdin uzun kenarları rozet bezemeli ve etrafı ise demir bir parmaklıkla çevriliydi. 1978 yılı itibariyle yol ortasında yıkılmış durumda olduğu belirlenen mezar daha sonraları tamamen yıkılarak yerine Mağusa şehri ile surlarını sembolize eden şimdiki anıt yapılmıştır.

Mustafa Paşa Camisi avlusundaki ‘Üç Kardeşler’ adak yeri

Mezarlar, Mağusa’nın Osmanlı idaresine girmesinden sonra, M.S XVI’ıncı yüzyıla ait Stavros Kilisesi’nden mihrap, minber ve minare eklenmek suretiyle Mustafa Paşa adıyla camiye çevrilen yapının kuzey girişindeki ön avlusunda bulunmaktadır. Haklarında yeterince bilgi bulunmayan bu mezarların, Mağusa’nın 1.8.1571 tarihinde alınması sırasında sokak çarpışmalarında şehit olan üç kardeşe ait olduğuna inanılmaktadır. Mezarlara yeşil renkli örtülerin örtüldüğü, bazı günler ise mezarlara mum yakıldığı bilgileri edinilmektedir.

Halkalı Dede ve Memesinden Süt Akan Evliya

Eskiden Akkule mescidinin içinde “Halkalı Dede” adında bir şehidanın olduğuna inanılır, bu nedenle de ona mum yakılırdı. Bazı Mağusalıların yürümeyen, ya da yürümesi geciken çocukları buraya getirmeleri adettendi. Çocuklar buraya getirilmeden önce, evde, içinden rahatlıkla geçebilecekleri ve “gulluri” adıyla bilinen yuvarlak bir çörek yapılırdı. Çocuklar annelerinin dışındaki iki kadınla buraya gönderilirlerdi. Çocuklar burada ayakta durdurulurlar; yapılan çörek başlarından geçirilir ve çörek yere düşünce oraya gelen başka iki kadın tarafından buraya geliş yolunun dışındaki başka bir yoldan evlerine götürülürlerdi. Böyle yapılması halinde yürümeyen çocukların yürüyeceklerine inanılırdı.

Yakın geçmişimizde şimdiki Akkule giriş kapısının şehre açılan kemerindeki taş oluk “Memesinden Süt Akan Evliya” adıyla bilinirdi. Rivayete göre çok eskiden bu oluktan, Çifte Mazgallar’da olduğu gibi süt akarmış. Sütü kesilen, ya da sütü gelmeyen anneler çocuklarıyla birlikte burayı ziyaret edip mum yakarlar, oluktan akan sudan hem kendileri içerler, hem de çocuklarına içirirlerdi. Böyle yapılması halinde sütleri kesilen kadınların sütlerinin geleceğine inanılırdı.

Dergiler Haberleri