Kötülük Üstüne 

“Katiller karanlıkta uzun dişleriyle çenelerinden salyalar akıtarak çıkmaz. İnsanlar aralarında katiller olduğunu fark etmez. Sevdikleri, âşık oldukları, birlikte çalıştıkları, hayran oldukları kişi, ertesi gün dünyanın en kötü ruhlu insanı çıkabilir.”

 

Nügen Derman Duru
nugenduru@hotmail.com

“Katiller karanlıkta uzun dişleriyle çenelerinden salyalar akıtarak çıkmaz. İnsanlar aralarında katiller olduğunu fark etmez. Sevdikleri, âşık oldukları, birlikte çalıştıkları, hayran oldukları kişi, ertesi gün dünyanın en kötü ruhlu insanı çıkabilir.”

Dünyanın en ünlü seri katillerinden Ted Bundy’nin hikâyesini anlatan “Extremely Wicked, Schockingly Evil and Vile” adlı film yukarıdaki cümle ile biter. 1975 yılında polisten kaçmaya çalışırken yakalanan yakışıklı, zeki avukat Bundy’nin, rakamı tam olarak kestirilemeyen birçok cinayetin sorumlusu olduğu anlaşılır.  İki yıl içerisinde 20’den fazla kadını öldürüp tecavüz eden bu kişinin, ilginçtir ki toplum içindeki duruşu hiç de bir seri katil gibi değildir. 10 yıl süren temyiz sürecinin sonunda idam edilmeden önceki son sözleri “ Biz seri katiller sizlerin oğulları, eşleriyiz; biz her yerdeyiz.” olur. Daha da ilginci, hapishanede iken onlarca kadından aşk mektubu alır ve bir tanesi ile de bu sürede evlenir.

Kıbrıs’ın güneyinde Nicos Metaxas isimli Rum Milli Muhafız Ordu subayının “seri katil” olarak gündeme gelmesi, bize Ted Bundy olayını hatırlatır. Çalışma arkadaşlarının, eğitimli, teknolojiyi çok iyi kullanan diye tanımladıkları subayın, böylesi cinayetlerin sorumlusu olabileceği ihtimali kuşkusuz insanın kanını donduracak seviyede. Peyde pey gazeteye yansıyan valizler içindeki kadın ve çocuk cesetleri dehşete kapılmamız ve seri katilin nefesini ensemizde hissetmemiz için yeterli olur. Her ne kadar sınırın ötesi gibi düşünülse de aslında bu adada meydana gelen birçok olayın sınır tanımadığının herkes ayırdına varır. Öyle ki, “kötü” denilen, başka birine ya da birilerine zarar vererek acı çekmesine bilinçli olarak neden olma davranışlarının adanın kuzeyinde de giderek artması, aslında bu durumun herkesi ırgaladığının da bir göstergesi olur. Her geçen gün basın yoluyla duyduklarımız karşısında kanımız çekilir. Çocuğuna tecavüz eden baba, annesini öldüren evlat, bagajdan çıkan ceset ve daha birçok vaka...

Böylesi tarifi imkânsız kötülükleri bir insanın nasıl yapabildiğini hiçbir insan aklı almaz. Terry Eagleton, Kötülük Üzerine Bir Deneme adlı kitabında, yaşanan trajediler sonrası ellerinde “neden” yazan pankartlarıyla sokaklara dökülen insanların, aslında sorularına cevabını aramadıklarını vurgular. Ona göre bu bir sorgulamadan çok bir ağıt yakma, olup bitenlerin anlamsızlığına bir itirazdır. Dünya iletişim kaynaklarının çok yönlü arttığı, nüfusun giderek daha da heterojen hale geldiği bir dönemde yaşıyor.  Kötülüğün her tarafta kol gezdiği hissiyatını yoğun yaşamak bir anlamda bu yüzdendir. O nedenle günün sonunda, tüm kötülüklerin müsebbibi olarak yabancıları görme eğilimi ile kendimizi aklayarak rahatlarız. Gözlemleri ve tecrübeleri ile kendi köşemize çekilir;  ne kadar ahlaklı, barışçıl ve aydın olduğumuzun gururunu yaşayarak kendi kendimize alkış tutarız.

İnsanın insana karşı işlediği bireysel ve kitlesel zulümleri yapanların ve neden yaptıklarının üzerinde düşünmek, varoluşsal anlamda kötülüğünün boyutlarının tartışılması ve toplumsal hayattaki etkisi sürekli kendini anımsatır, ben buradayım der.  Bu konuyu psikolojiden sosyolojiye, antropolojiden kriminolojiye ve felsefeye birçok farklı dal mercek altına alır.  Pek çok araştırma ve olay incelemesi sonucundaki veriler, ağırlıklı olarak zor geçen çocukluk ve olumsuz sosyal çevre koşullarının suçu işleyenin temel ortak özellikleri olduğu görüşüne dikkat çeker. Özellikle seri katillerin yaşam öyküleri incelendiğinde bu yöndeki ortak özellikler göze çarpar. Yine de tüm bu saptamalar, bir insanın hangi durumda kötü olanı seçeceği konusunda bize kesin bilgi verip vermediği bir tartışma konusudur.

Narsisim, bencillik, düzenbazlık, kurnazlık, güçlü olma isteği ve acı çektirmekten zevk alma… Tüm bu nitelikler olumsuzluk bildirir ve az ya da çok türümüzün her bir bireyinde mevcut. Hatta sadece türümüze ait özellikler olmadıkları da bilimsel çalışmalardan bilinir. Sigmund Freud’a göre, bu kötücül isteklerin ve kötülük yapma eğilimimizin sorumlusu ilkel benliğimiz, kişiliğimizin ehlileşmemiş yanıdır.  Çağımız düşünürlerinin ise kafa yorduğu şey, sıradan bir insanın nasıl birdenbire bir canavara dönüştüğü sorusudur. Hem de temel ideali, toplumları bilimsel temellere oturtmak ve insan onuruna yaraşır yeni bir dünya yaratmak olan modern çağda!

Batıda keşifler,  Rönesans ve reform hareketlerinden sonra 16. ve 17. yüzyıllarda, bir düşünce hareketi olarak ortaya çıkan modernizm, dünyaya özgürlüğü, zenginliği, barışı ve mutluluğu vaat eder. Bilimin ve aklın her derde deva olabileceği düşüncesi tüm dünyayı etkisi altına alır.  Hümanizmin de eşliğinde, doğanın tüm olanakları insanın bireysel gelişimine, faydasına olacak şekilde, bilimsel ilerlemeler ışığında kullanılmaya başlar. Akıl, zincirlerinden koparak, dinden bağımsızlaşırken yeni bir dünya düzeni oluşur. Dinin ve özellikle de kilisenin etkisi altında olan bir dönem sona erer, akıl ve bilim ilerlemenin öncelikli aracı olarak görülür. Ta ki tarihin seyrine iki dünya savaşı, soykırımlar, Hiroşima, Nagazaki ve sonrasında Çernobil Faciaları damgasını vurana kadar. Bu olayların en önemli ortak noktası, gerçekleştikleri sırada görev başında bulunan azımsanamayacak sayıda insanın,  tereddüt etmeden kitlesel kıyımlara yol açacak kararları almaları ve uygulamalarıdır. Daha da vahim olanı ise bunu yaparken ‘ben yalnızca görevimi yaptım’ şeklindeki soğukkanlılıklarıdır. Böylelikle modernizmin umut yeşerten ilkeleri, amaçları ve ne derece hedefine ulaşıp ulaşmadığı sorgulanmaya başlar. En büyük tartışmalar bu soruya verilen yanıtların etrafında yoğunlaşırken, görüşlerin farklılığı da baki kalır.

O halde modern çağın insanının, toplumsal yaşamı yeniden inşa ederken, daha yaşanabilir bir dünya yaratmadaki iddiasına ne oldu? Bahsi geçen ve “geçmeyen” facialarda modern toplum aktörlerinin(birey, toplum vb.) payı ne? Birey karar alma sürecinde ve davranışlarını belirlemede bağımsız hareket edebiliyor mu? 

Sosyologların,  sosyal psikologların ve felsefecilerin bu türden söz konusu sorulara verdikleri yanıtlar modern dünyanın en önemli etik problemi olan “kötülük” konusuna veya “kötü olmak bir tercih mi?” sorusunun yanıtına da ışık tutmaya çalışır. 21. Yüzyıl düşünürlerinin en çok uğraşmak zorunda kalacağı problem de büyük ihtimalle davranışın ortaya çıkışında bireyin kararlarını alırken ahlaki anlamda üstleneceği sorumluluklar olacaktır. Çünkü günümüz dünyasının bilimsel ve teknolojik gelişim hızının kaçınılmaz olarak etik davranışları daha fazla gözümüze sokacağı ayan beyan ortadadır. Öyle ki ileri teknoloji ile yapılabilecekler sayesinde insanın teknoloji ile birleşeceği iddiasını barındıran ‘tekillik’olgusu ve tekilliğin sağladığı üstün niteliklerin insanı ‘Üst-İnsan’a taşıyacağı argümanını savunan ‘transhümanizm’ sosyal akımı gündemi meşgul etmeye başladı bile... Tekillik görüşünün temelindeki iddia, teknolojik gelişmenin,  geri döndürülemez, durdurulamaz biçimde gelişmesinin,  insanın  biyolojik  varlığına  etkisinin olacağıdır. [ 1 ] İnsan ile makinenin giderek birbirine daha da yaklaştığı bu çağda, insanlık ve dünya açısından hatta evren açısından bunun sonuçlarının neler olabileceği yoğun bir şekilde tartışılır. Bu konuda çizilen tabloların bazıları iyimser bazıları ise karamsardır. Özellikle karamsar olanların tarihin akışından kaynaklanan ve akıl ile teknolojinin  etik ile olan çelişkisini dayanak olarak görmeleridir.

Bilimin ve teknolojinin hızlı gelişiminin toplum ve insan üzerindeki etkisinin etik çelişkisi ile ilgili yeterli sayılabilecek tarihsel olaylara Einstein örneği gösterilebilir. Einstein’ın atomu parçalarken,  bunun nelere mal olabileceğini tahmin ettiği halde, bir bilim insanı olarak aklın ve bilimin cazibesine yenik düştüğünü söylemek yanlış olmaz. ABD atom bombasını üretip Japonya’da iki şehri yerle bir ederken, Einstein’ın pişmanlığını “bilseydim bilim insanı değil, çilingir olurdum.” sözleriyle dile getirdiği söylenir. Dolayısıyla, günümüz düşünürlerinin önemli bir kısmı, modern çağın insanlık üzerindeki etkisini, dünya problemlerini anlamaya, açıklamaya ve temellendirmeye çalışırken, bugüne ve geleceğe dair etik kaygılar taşır.

İkinci Dünya Savaşı’nda milyonlarca Yahudi’nin katledilmesinden sorumlu olan Alman Subay Adolf Eichmann, soğukkanlılıkla sadece kendisine verilen emirleri yerine getirdiğini söyler.  Sonrasında Eichmann’ın yargılanma sürecine katılan ve kötülük üzerine derin felsefi tartışmalara girişen Hannah Arendt, bu olguya “kötülüğün sıradanlığı” adını verir. Düşünüre göre seçim yapma noktasında, sıradan insanların derin düşünmeden, muhakeme yapmadan, vicdanı yok sayarak, otorite olarak kabul ettikleri kişi ve makamlara göre karar almaları dünyadaki kötülüklerin temel nedenidir.  Ona göre, Yahudi soykırımında yer alan insanlar, sadist ya da psikopat değillerdi. Sadece emirleri sorgulamadan yerine getiren sıradan insanlardı.[ 2 ]

Yine Holocaust (Yahudi Soykırımı) örneği ile Zygmunt Bauman, kitlesel kötülüklerden modern devleti sorumlu tutar. O’na göre ideal bir modernist doğası gereği bahçeci bir duruma sahiptir. Bu anlamda Bauman, gerçek bir modernisti bahçesinde bulunan bitkileri kendi arasında zararlı ve yararlı olarak ikiye ayıran bir bahçıvana benzetir. Böylece modern devlet de benzer güdü ile insan nüfusunu iki kısma böler. Beslenecek ve özenle çoğaltılacak faydalı bitkiler bir yanda, yok edilip kökünden sökülecekler de öbür yanda tasnif edilir. [  3 ]

İkinci Dünya Savaşı sona erdiğinde, savaş sırasında Avrupa’nın en gelişmiş ülkesi Almanya’da yaşanan soykırım olayları sosyal psikologların dikkatini çeker. Bu konuda önemli çalışmalar yapılır. Millgram’ın İtaat Deneyi, Philip Zimbardo’nun Stanford Hapishane Deneyi bunların en bilinenleri. Deneylerin kilit noktası, deneklerin şahsi vicdanlarıyla çelişen unsurların varlığına karşı otoriteye nasıl boyun eğdikleri ve güç elde edildiği zaman insanın nasıl kolayca canavarlaşabileceğini gösterebilmekti.[ 4 ] Yine Sırp asıllı sanatçı Marina Abromaviç’in yaptığı canlı performans da ünlüdür. Sanatçı 6 saat boyunca cansız manken gibi sabit kalır. Üzerine de “ Ben 6 saat boyunca burada ayakta duracağım. Bu objelerle bana dilediğinizi yapabilirsiniz, tamamından ben sorumluyum.” diyerek deneyi başlatır.  Çevredeki kişilerin Abromaviç’e yaptıkları inanılmazdır. [ 5 ]

Bauman, Arendt, Touarine, Eagleton ve daha pek çok düşünür kötülük üzerine yüzlerce, binlerce söz ve yorum yaparlar. Tümü de Ted Bandy, Eichmann, Metaksas gibilerinin ya da kötünün ve kötülük yapmanın sıradan ve herkesten gelebilecek eylemler olabileceği ihtimaline dikkat çekerler. Düşünme, muhakeme yapma gücünün yitirildiği, ahlaki ve vicdani çöküşün yaşandığı durumların vahim sonuçları her zaman yanı başımızda, dibimizde kara bir gölge gibi olabileceğine dair uyarıda bulunurlar. Baskıcı sosyal düzenin kutsadığı itaatkar insan modelinin ne kadar tehlikeli olabileceğinin analizini yaparlar.

Ancak bu konuda filozof Arthur Schopenhauer ‘ın  “İnsan Doğası Üzerine” adlı eserindeki sözleri çok etkileyici:

“Gerçekte vahşi ve korkunç bir hayvandan başka bir şey değildir insan. Biz onu evcilleştirilmiş ve dizginlenmiş haliyle tanıyoruz ki uygarlık dediğimiz şey de budur. Bu yüzden arada bir gerçek tabiatı ortaya çıkarsa dehşete kapılıyoruz. Hukukun ve düzenin prangaları ve zincirleri çözüldüğünde kendi kendisini bütün çıplaklığıyla, insafa gelmez zalimliğinde ortaya koyuyor. Her insan içinde muazzam boyutlarda bir bencillik barındırır ki günlük hayatta küçük ölçekte ve tarihin sayfalarında da büyük ölçekte ortaya koyduğu üzere hak ve adaletin sınırlarını büyük bir özgürlükle ihlal eder.”
 

Kaynakça

[ 1 ] Köksal Hüseyin,  2023 Eğitim Vizyon Belgesi, Tekillik Ve Transhumanizm, Gazi Üniversitesi JRES Eğitim Ve Toplum Araştırmaları Dergisi/JRES,6(1), 145-157,2019

[ 2 ] Arendt, Hannah, Kötülüğün Sıradanlığı Eichmann Kudüs’te,  Metis Yayınları, 2014k

[ 3 ] Bauman, Zygmunt, Modernite ve Müphemlik, Ayrıntı Yayınları, 2003

[ 4 ] Aonson,Elliot, Wilson, Timothy D. , Akert, Robin M. Sosyal PsikiolojiKaknüs Yayınları, 2012

[ 5 ] Marina  Abramovic On Rhtym 0 (1974), Marina Abramovic Institute, MAI By Clicking The Vimeo/ https://vimeo.com/71952791

Dergiler Haberleri