Kolektif Çaresizlikten Ortak Umuda: Tufan Erhürman

Tufan Hoca’nın bu aralar sıklıkla tekrarladığı bir söz vardır: “Bir şey olmak için değil, bir şey yapmak için cumhurbaşkanı olmak”. Bu tavır, onun siyasi anlayışının ve toplumcu bakış açısının özeti gibidir.

Ahmet Güneyli
guneyli1979@gmail.com

Bu yazı cumhurbaşkanlığı seçimleriyle ilişkilidir ve üç boyutta ele alınıp yazılmıştır: Kişisel, Toplumsal ve Kuramsal Boyut…

Kişisel boyut

Her bireyin kendi yaşadığı mağduriyeti dile getirmesi gerekiyor bu ada yarısında. Yıllardır ağızlarda dolaşan ama içi boşaltılan bir kavram var: liyakat. Liyakatsizliğin doğurduğu mağduriyetler ise görünmez kılınıyor. İşte bu yüzden herkesin kendi hikâyesini yazmasını istiyorum. Çünkü bu hikâyeler bir araya geldiğinde güçlü bir antolojiye dönüşecek.

Benim hikâyem Atatürk Öğretmen Kolejinden mezun olduğum günlere uzanır. Orada yalnızca bilgi değil, aynı zamanda vicdani ve etik değerler de kazandık. Fakat dört yıl boyunca hep bir şeyin eksikliğini hissettim: özgür bir üniversite ortamı. Düşüncelerini özgürce ifade edebilmek, eğitime dair eleştirilerimi korkusuzca paylaşmak, tabuların gölgesinde kalmadan var olabilmek... İşte bunlar hep eksik kaldı.

Geriye dönüp baktığımda bugün görüyorum ki, liyakatsizlik sadece iş yaşamında değil, düşünce dünyamızda da kök salıyor. Yetkinlik yerine biat, sadakat ve kayırmacılığın ödüllendirildiği bir düzende gençlerin hayalleri törpüleniyor. Oysa liyakat; hakkın teslim edilmesi ve emeğin görünür kılınmasıdır. Hepimizin ortak hikâyesi, adaletin ve liyakatin yeniden değer kazanması için bir çağrıya dönüşmelidir.

Yazımın ilk bölümü, kişisel boyut... Pek yapmadığım bir şeyi deniyorum, kendi özelimle başlıyorum bu yazıya. Kariyer sürecimde en akılda kalıcı birkaç engeli sizinle paylaşayım.

2000 yılıydı. Türkiye’de kariyer yapabilmek için girilmesi gereken LES (ALES) başvuruları, Öğretmen Koleji mezunları için Lefkoşa Açıköğretimdeki bir yöneticinin keyfi tutumuyla engelleniyordu. İlginçtir ki, Türkiye’ye gidip orada bir arkadaşımla birlikte başvuru yaptığımızda LES’e sorunsuz ve kolay bir şekilde kabul edilmiştik. Çok sevindiğimizi hatırlarım… Gençlerin, yeni mezun öğretmenlerin lisansüstü yapabilmek, kariyer elde edebilmek ve kendilerini geliştirebilmek için sınava giriş hakkını engellemeye tenezzül eden bir “eğitimci”... Kıbrıs’a döndüğümüzde kendisine gidip bunun nedenini sormuştuk. Öfkeyle, “Siz üniversite mezunu değilsiniz ki, oranın eğitim seviyesi lise ayarında bile değil,” cevabını almıştık. 1937’den beri öğretim veren Kıbrıs’ın en köklü kurumu için bu sözleri kullanmıştı, hiç UTANMADAN…

Türkiye’de özel öğrenci olarak yüksek lisans yapmaya başvurduğumuzda, Öğretmen Kolejinde görev yapan bir hocamız YÖK’e mektup gönderip bizi engellemeye çalıştı: “Denk değil”iz diye. Oysa onun yetiştirdiği öğrenciler değil miydik biz? Dahası, Türkiye’de başvurduğumuz üniversitelerden birinde “özel öğrenci” olma talebimiz reddedilmişti. Gerekçe ise, bir Kıbrıslı akademisyenin oradaki bölüm öğretim üyelerine ilettiği şu sözlerin etkili olmasıydı: “Kıbrıs’ta ihtiyaç yok, biz varız zaten. Onlar niye kariyer yapsınlar ki?”

Ne ilginçtir ki Türkiye’de, Kıbrıs’takilerin aksine hiçbir engelle karşılaşmadım. Yüksek lisans ve doktora sürecimde hocalarım hep destek oldu.

Doktora sürecimi tamamlayıp adaya döndüğümde, ilk hedefim kendi okulumda, Öğretmen Akademisinde görev yapmaktı. Bilenler bilir, evimi bile oraya yakın bir yerden almıştım. O dönemdeki Yönetim Kurulu başkanının bana söylediği cümleyi hiç unutmam: “Kim dedi sana gidip bu kadar okuyasın, burada hiç ihtiyaç yoktur.” Böylece okulun kapıları yüzüme kapandı.

Sonrasında devlet üniversitesi motivasyonuyla DAÜ’ye başvurdum. Bir arkadaşım bana referans olmuştu. Fakat kendi ülkemde yabancılık hissettiğim garip bir deneyim yaşadım orada da. Türkçe Öğretmenliği bölümündeki öğretim üyelerinin çoğu, Türkiye ve Azerbaycan’dan gelmişti. Tehdit, kıskançlık ve en kötüsü zorbalık vardı. O bir yıl süresince türlü dışlamalara maruz kaldım. Kıbrıslı olmak sanki suçtu o bölümde, sonunda pes edip ayrıldım.

Bugün kariyer yapmak isteyenlere engel olmuyorlar. Hatta gençleri oyalamak için razı dahi oluyorlar. Bu durumun değiştiğini gözlemliyorum. Değişmeyen bir şey var: Kamuda iş sahibi olmak, halen büyük mesele. En temel sorun nedir biliyor musunuz? Kıbrıs’ın kuzeyinde yönetimi uzun yıllardır elinde tutan partiyle özdeşleşen bir “devlet”in varlığıdır. O partiden değilsen liyakatli olup olmamak pek de anlam ifade etmiyor. Sonuçta, kronikleşmiş bir mağduriyet...

Kendi yaşamımda yukarıda yalnızca birkaçını yazdığım engelleyici davranışları somutlaştırıp ayrıntılandırabilirim. Uzun bir zaman dilimi zira… Ama buna hiç gerek yok. Bildiğim bir şey var. Yıllar içinde durum değişmedi hatta daha da kökleşip kötüleşti. Liyakatsizliğin değer gördüğünü ve çalışmanın/başarmanın hiçleştirildiğini deneyimleyen gençler, elbette bu mağduriyeti yaşamak istemiyorlar. İyi eğitim alan, kendini geliştirmeyi başaran ve yetkinlik kazananlar daha iyi koşullarda ve ülkelerde yaşamayı ve mutlu olmayı yeğliyorlar.

Toplumsal boyut / Liderlik

Önümüzde Cumhurbaşkanlığı seçimleri var; Tufan Erhürman güçlü bir aday... 7 Ağustos Perşembe akşamı üniversiteden dostlarımla Kızılbaş Parkı’na gidip Tufan Hoca’yı dinlemiştim. Konuşmasının başında da sonunda da iki noktayı özellikle vurguladı; altını çizerek, adeta üstüne basa basa dile getirdi: “Gençlerin göç etmemesi için mücadele edeceğim ve Cumhurbaşkanlığı görevine gelmem hâlinde liyakate değer vereceğim.”

Onunla tanışıklığım 2004’e dayanır. Hasan Alicik, o dönemde Milli Eğitim Bakanlığında Talim ve Terbiye Müdürü’ydü; bizi tanıştıran o olmuştu. Ortaokul düzeyindeki 6. ve 7. sınıflara yönelik insan hakları ders kitaplarının yazımıyla başladı yol arkadaşlığımız. Hukuk kökenli bir akademisyendi ama eğitim bilimlerinde kendini geliştirmişti. Türkiye’de bir proje kapsamında çocuklara yönelik kitaplar hazırlamış, titizliğiyle ve iyi bir komisyon başkanı oluşuyla dikkatimi çekmişti. Ortaya çıkardığımız kitapların nitelikli olduğunu bugün de gönül rahatlığıyla söyleyebilirim.

2009, Kıbrıs’a döndüğüm yıl olmuştu; beni Gaile Yayın Kurulu’na davet edenlerden biri oldu Tufan Hoca. O yayın kurulundaki yazarlar, yazılar, paylaşımlar bana öylesine iyi gelmişti ki... Halen buradayım, gönüllülükle ve mutlulukla editörlük yapmaya devam ediyorum. Uzun zamandır yazmamıştım; bu seçim ve sevgili Tufan Erhürman için yazmasam olmazdı.

Gaile, benim için bir okul aslında. Uzun yıllar hasretini çektiğim, özgürce düşüncelerimi ifade edebildiğim bir ortam buldum Gaile’de. İlk yıllarda derginin editörlüğünü uzun süre Tufan Hoca üstlenmişti. Demokratik, samimi, titiz ve çalışkandı; her şeyden önce insandı. İki intihal olayımız olmuştu, o konulara yaklaşımı ve sorun çözme becerisi çok iyiydi. Zamanla profesyonellik dostluğa dönüştü; onun dürüstlüğüne ve güvenilirliğine yakından tanık oldum. Evlerde ya da dışarıda, Gaile ve memleket odaklı sohbetler hem özel hem de çok güzeldi.

Tufan Hoca’nın bu aralar sıklıkla tekrarladığı bir söz vardır: “Bir şey olmak için değil, bir şey yapmak için cumhurbaşkanı olmak”. Bu tavır, onun siyasi anlayışının ve toplumcu bakış açısının özeti gibidir. Gaile Yayın Kurulu olarak, aktif siyasete girmesi üzerine uzun uzun konuştuğumuzu anımsıyorum. O, akademik yaşamını bir kenara bırakıp politikaya yönelmedi; aksine çok düşündü, çok tarttı. Gaile’de yazmanın etkisinin sınırlı olduğunu, daha dönüştürücü, daha yetki sahibi bir pozisyonda ülkesine hizmet etmenin gerektiğini dile getirirdi sık sık. Konfor alanını terk edip kendini ateşe atması da bundandır.

Oysa akademide çok sevilen, yetkin bir hocaydı; nitelikli yayınlar yapıyor, kitaplar yazıyor ve çok iyi dersler yaparak alanında uzmanlığını kanıtlıyordu. Görüşmecilikte de teknik bir görev üstlenmiş, başarıyla yerine getirmişti. Yani siyasete atılma kararı kolay değildi; fakat gerekçeleri başından beri savunduğu değerlerle örtüşüyordu: Bu ülkenin geleceği ve gençleri için çalışmak.

Hukuk bilgisinden yabancı dil yetkinliğine, roman ve denemelerinden güçlü hitabet becerisine kadar sahip olduğu donanım, onun liyakatinin tartışmaya kapalı göstergeleridir. O yüzden kimlerle, nasıl çalışacağına ilişkin ona güvenenlerden biri de benim. Ders kitaplarının değişmesi sürecinde bana olan desteğini, paylaşımlarını unutamam. Sadece “iyi insan” olmakla yetinmemek gerektiğinin altını çizmek isterim tabii. Çünkü iyi insan olmak, şaka yapmak, doğal olmak, cenazelere ya da düğünlere katılmakla ölçülemez. Toplumsal temsiliyetin altında çok daha derin, çok daha güçlü nitelikler olmalıdır. Tufan Hoca’da bu nitelikler vardır.

Başkanlık sistemini mi düşünüyor, federasyona vurgusu ve inancı gerçekten azaldı mı, Türkiye ile ilişkilerdeki duruşu nasıl olacak gibi konularda ciddi eleştiriler alıyor. Tüm bu eleştirileri göreve geldiğinde başarıyla açıklayacağı inancı ve beklentisi içindeyim. Çünkü o, kamunun yararını ve hukukun üstünlüğünü önceleyen bir çizgiyi temsil ediyor. Bu durum ise, devlet yönetiminde şeffaflık, hesap verebilirlik ve liyakat için çok kıymetli. Sosyal demokrat ideolojisi; ekonomik bağımsızlık, üretim, gençlerin ülkede kalması ve kurumsal normalleşme vurguları, kutuplaşmayı azaltıp “ortak söz” etrafında toplumu birleştirme iddiası umutlanmamıza değer.

Kuramsal boyut

Kıbrıs’ın kuzeyindeki gençler, giderek artan oranda yurt dışında bir gelecek arayışına yöneliyor. Yapılan güncel araştırmalar, Kıbrıs’ın kuzeyindeki 18-30 yaş arası gençlerin %57,3’ünün başka bir ülkeye göç etmeyi düşündüğünü ortaya koymuştur (1). Bu yüksek oranın ardında ekonomik zorluklar, gelecek kaygısı ve zorunlu askerlik gibi somut etkenler bulunmaktadır (1). Gençlerin ülkeden kopma isteğinin, sadece bir “iş bulma” sorunu olmanın ötesinde, derin felsefi ve sosyo-psikolojik dinamiklere dayandığı söylenebilir.

Gençlerin göç kararı, çoğu zaman kendini gerçekleştirme isteği ve daha özgür bir ortam arayışıyla ilişkilidir. Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisinde en üst basamakta yer alan kendini gerçekleştirme, bireyin potansiyelini tam anlamıyla kullanabilmesini ve tatmin duygusunu yaşamasını ifade eder. Kıbrıs’taki gençler, sınırlı sektör çeşitliliği ve kariyer olanakları nedeniyle bu ihtiyaçlarını karşılayamadıklarını hissetmektedir. Özellikle yurt dışında öğrenim görenler, edindikleri bilgi ve becerileri kullanabilecekleri ve yükselebilecekleri bir ortamı Kıbrıs’ta bulamama endişesi içindedir.

Popper’ın “Açık Toplum” kavramı, bu konuda açıklayıcıdır. Şöyle ki Popper, açık toplumları birey özgürlüğünün ön planda olduğu, eleştiri ve yeniliğe izin veren yapılar; kapalı toplumları ise bireyin özgürlüğünün bastırıldığı, değişime dirençli ve otoriterliğe yatkın yapılar olarak tanımlar (2). Kıbrıs’taki gençler, kendi toplumlarında düşünce ve girişim özgürlüğünün kısıtlandığını, statükonun baskın olduğunu hissetmekte, Popper’ın “kapalı toplum” olarak nitelendirdiği bir ortamda bulunduklarını düşünmektedirler. Özgürce “nefes alabilecekleri” açık toplum ortamlarını dış dünyada aramaları bu yüzden hiç de şaşırtıcı değildir.

Hannah Arendt de bireylerin kamusal alanda özgürce eyleme geçebilmesini ve yeni başlangıçlar yapabilmesini değerli görür. Eğer gençler kendi ülkelerinde inisiyatif alma, yaratıcı olma ve kendini ifade etme imkanlarının sınırlı olduğunu, hatta cezalandırıldığını hissederse, bu ihtiyaçlarını karşılamak üzere göç fikrine yönelebilirler. Arendt’in  “doğuş” bir başka deyişle “yeni bir başlangıç yapma kapasitesi” kavramı, her yeni kuşağın dünyayı yenileme potansiyeline işaret eder; fakat kapalı ve dogmatik yapılar bu potansiyeli kısıtladığında gençler, “özgürce nefes alabilecekleri” başka toplumlara yönelir.

Fırsat eşitsizliği, liyakat eksikliği ve nepotizm özellikle yurt dışında eğitim almış gençlerin adaya dönmesini zorlaştıran başlıca faktörlerdendir. Adalet duygusu zedelenen gençler, emeğinin karşılığını alabileceği, liyakatin değer gördüğü ülkelere göç etmeyi daha makul bulmaktadır. Yakın zamanda yapılan bir ankette, Kıbrıs’taki gençlere “Eğer sosyal hayat son derece demokratik, özgür ve liyakate dayalı bir düzene kavuşursa, ekonomik sorunlar kötüleşse bile adadan ayrılır mısınız?” diye sorulduğunda, katılımcıların tamamı “Hayır, ayrılmam” cevabını vermiştir (1). Bu çarpıcı bulgu, aslında gençlerin maddiyattan öte adalet ve demokratik değerler peşinde olduğunu göstermektedir. Zygmunt Bauman’ın modern toplum analizleri, gençlerin bu tavrını açıklar niteliktedir. Bauman’a göre küreselleşmenin “turistler ve vagabond’lar” olarak ikiye böldüğü dünyada, imkânı olanlar (turistler) kendilerini gerçekleştirebilecekleri yerlere kolayca hareket edebilirken, imkânı kısıtlı olanlar yerlerinde sayar. Kıbrıs’ın eğitimli ve yetenekli gençleri de küresel “turistler” gibi, liyakate değer verilen toplumlara doğru hareket etmektedir. Bauman, modern dünyada aidiyet duygusunun zayıflamasıyla insanların “akışkan” bir kimlik arayışında olduğunu da belirtir. Kendi toplumlarında “fazlalık” veya “gereksiz” görüldüğünü hisseden gençler, başka bir yerde anlam bulma arzusuyla yola çıkmaktadır.

Üniversiteden yeni mezun bir gencin, dövizle artan ev kiraları ve temel ihtiyaç maliyetleri altında ezilmesi, onu doğal olarak daha istikrarlı para birimlerinin olduğu ülkelere yöneltmektedir. Neoliberal dönemin getirdiği özelleştirmeler ve yıkıcı iş piyasası koşulları da gençler açısından güvencesizlik yaratmaktadır. Sonuç olarak “ya devlet memuru ol ya da yurt dışına git” ikilemini yaşamaktadırlar. Gençler bir yandan küresel rekabet söylemiyle yetişip başarı odaklı düşünmeye teşvik edilmekte, diğer yandan kendi ülkelerinde adaletsiz bir rekabet ortamıyla karşılaşmaktadır (örneğin torpilin başarıyı alt etmesi gibi). Bu çelişki, gençlerde hayal kırıklığını derinleştirmektedir. Hannah Arendt, modern toplumlarda ideolojilerin gerçekliği çarpıtıp bireyleri yalnızlaştırabileceğini vurgular. Neoliberal dönemde de “başaran gider, kalan kaybedendir” gibi bireyci yaklaşımlar, gençleri göçe motive eden ideolojik bir zemin hazırlamaktadır.

Bizimkisi “kolektif çaresizlik” duygusu aslında ve toplumsal bir psikolojiye dönüşmüş durumda. Gençler, Kıbrıs’ta kalsalar bile bir gelecek kuramayacaklarına dair inanç geliştirmekte, göç bir tercih değil adeta zorunluluk gibi görülmektedir. Bu noktada Kıbrıslı gençler, uluslararası alanda tanınmayan bir devletin belirsiz kimliğinde ve kendi iç yönetimlerindeki eksik adalet duygusu içinde, “dünyada yerleri yokmuş” gibi hissetmektedirler. Sonuçta gençler, kendini gerçekleştirebilmek için önce “insan olarak değer gördüğü” bir ortama ihtiyaç duyar. Eğer kendi ülkesinde bu değeri bulamıyorsa, göç ederek hem bireysel onurunu hem de mesleki tatminini kazanabileceği yerlere yönelir. Gençler ancak kendilerine bir düş kurma fırsatı veren bir ülkede kök salmak ister. Aksi halde, “Her insanın gitmeye hakkı vardır, onu kalmak için ikna etmesi gereken ülkesidir.” sözündeki (Amin Maalouf’a atfedilen) hakikati yaşamaya devam edeceğiz ne yazık ki...

Sonuç yerine

Michel Foucault’nun iktidar analizi bize, iktidarın her yerde işlediğini ve her bireyin bu ilişkilerin hem öznesi hem nesnesi olduğunu hatırlatır. Dolayısıyla sadece tepeden düzenlemeler değil, tabandan gelen bir bilinç değişimi de şarttır. Kurumlarda şeffaflık, hesap verebilirlik ve ölçülebilir performans kriterleri olmalıdır. Entelektüel ve ahlaki liderlikler (ki buna Kıbrıs’ın kuzeyinde Tufan Erhürman örnek gösterilebilir) liyakat kültürünü toplumda yaymalıdır. Türkiye’de bir devlet üniversitesinde sosyoloji alanında görev yapan profesör bir meslektaşım, Tufan Hoca’nın “Kıbrıslı Türklerin Halleri” kitaplarını okuyunca “Türkiye’de bu düzeyde politikacı azdır.” demişti.

Sadakat ve itaate dayalı düzenler toplumun hem ahlakına hem de üretim gücüne ket vurur. Meritokrasi, ütopik bir ideal değil, gerçekleşebilir ve gerçekleştiğinde toplumu ileriye taşıyan bir ilkedir. Gençlerin ülkesine bağlılığı da, o ülkenin onlara sunduğu adalet ve fırsatlarla doğru orantılıdır. Eğer bir genç kendi ülkesinde hak ettiğine kavuşabileceğine inanırsa, aidiyet duygusu güçlenir; motivasyonla çalışır ve katkı sunar. Aksi halde ya içe kapanır ya da başka limanlara yelken açar. Unutulmamalıdır ki, liyakat ve adalet duygusu, bir toplumun ortak hayal kurabilmesinin temel şartlarıdır. Emeğin değer gördüğü, fikrin kıymet bulduğu, ahlakın ödüllendirildiği bir toplum inşa etmek zor olsa da imkânsız değildir. Liyakat temelli bir sistem kurulduğunda, bugün yaşanan birçok sorunun kendiliğinden azalacağı bilimsel çalışmaların ve tarihsel tecrübelerin bizlere gösterdiği bir gerçektir. Bu gerçeğe kulak vermek, geleceğe yapılacak en büyük yatırımdır. 20 Ekim’den umutluyum…

Notlar

  1. Kıbrıs Postası, “Çinkılıç: Liyakatsizlik gençlerin ülkede kalmasını zorlaştırıyor, beyin göçünü derinleştiriyor.” 11 Haziran 2025.
  2. Doğa Filozofu, “Kapalı ve Açık Toplumlar: Popper”, Tufan Özdemir, 4 Temmuz 2025.

Dergiler Haberleri