Kıbrıs’tayım, ‘Oh’ diyorum…

Kıbrıs’tayım, ‘Oh’ diyorum…

Niyal Öztürk…. Politika bitirdi, AB finansesindeki destek programında çalışıyor, akşamları ise o bir müzisyen…

 

Stella Aciman

Niyal Öztürk… Onu, bazı geceler bir restoranda gitarı ve yumuşacık sesiyle, eski şarkıların arasında dolaşırken, kimi zaman bir barın loş ışıkları altında The Secret grubuyla Jazz ve Blues söylerken, kimi zaman da özel gecelerde insanları eğlendirirken görebilirsiniz. O aynı zamanda Girne Belediye Kent Orkestrası’nın da solisti. Müthiş bir performans ve ona eşlik eden müthiş bir enerji… 37 seneye o kadar çok yaşanmışlıklar sığdırmış ki, ben yazıya sığdıramadım ve sözü ona bıraktım…

“Ben deli miyim yahu!”

Adınızın anlamı nedir?
Farsça’da rüya, hayal gibi kadın demekmiş. Ben de tarih hocamın yalancısıyım.

Kendinizi tanıtır mısınız?
Boğaziçi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler, Politika Birimi mezunuyum. 1993 yılında İstanbul’a okumaya gittim ama İstanbul insanın başını döndüren bir şehir. 13 yıl kadar orada yaşadım. İş hayatının içinde, girişimci bir aile içinde büyüdüm. O nedenle oradaki iş hayatı çok hoşuma gitti ve büyük hedefler koydum kendime. Mezun olduktan sonra, ‘ya Sabancı ya da Koç’ta çalışacağım’ dedim. Sadece bir başvuru yaptım, o da Sabancı Holding’e idi. Hemen işe alındım. Şimdi Teknosa diye bilinen Pirsa Elektronik olarak başladığımız grubun içerisinde çok kısa bir sürede ürün müdürlüğüne kadar yükseldim. Bir müddet sonra iş hayatına atılmak istedim. Alanım elektronik olduğu için Doğu Bank’ta ses ve görüntü sistemleri üzerine bir dükkân açtım. Bu alanda çok güzel işler yaptım. O arada da evlendim.

Kıbrıs’a dönüş fikri ne zaman oluşmaya başladı?
O dönemde ‘ben İstanbul’da ne yapıyorum?’ diye düşünmeye başladım. Çünkü insanlar bütün yıl çok çalışıp sadece iki hafta tatil yapabilmek için veya hayatlarının belli bir devresine gelene kadar çalışıp bir parça toprak elde edebilmek için uğraşıyorlar. ‘Ben deli miyim yahu’ demeye başladım. Annem de o sıralar bana sürekli telefon açıp, ‘bak biz yüzmeye geldik, dalgaların sesini dinle, bak işte piknikteyiz…’ gibi sözlerle beni tahrik ediyordu. Ve sonunda iş yerimi kapattım, sattım, savdım ve geri döndüm Kıbrıs’a.

Kaç yıl oldu Kıbrıs’a döneli?
7-8 yıl oldu…

“Kızlar gitar çalmaz”

O dönemde, müzik hayatınızın neresindeydi?
Üniversitede kızlardan oluşan amatör bir grubumuz vardı. Eşim de müzisyendi ama müziği bırakmıştı, o da müzikle uğraşmamı istemedi. Muhafazakârlıktan değildi ama… Bir gün eşime, ‘ ben niye seni dinliyorum ki, benim bir tane hayalim var hayatta, o da müzik yapmak’ dedim ve İstanbul’da ilk grubumu kurdum. Grubumuza uzun zaman isim bulamadığımız için adına kendi aramızda, ‘müstakbel grup arkadaşları’ diyorduk. O yüzden grubun adı MGA olarak kaldı. Üçlü bir gruptuk, uzun süre Bağdat Caddesi’ndeki çeşitli lokallerde çalıştık.

Herhangi bir müzik aleti çalıyor musunuz?
Gitar çalıyorum. Küçük yaşlardaki kızları Lefkoşa’da piyano derslerine gönderirler ya… Beni de zorla piyanoya gönderdiler, hocanın işlerinden dolayı piyanoyu bıraktım. Sonra gitarı ben kendi başıma öğrendim. Harçlığımı biriktirerek ilk gitarımı aldım, çünkü ailem,’kızlar gitar çalmaz’ diye bana gitar almamıştı.

Kıbrıs’a dönelim…
Ada’ya dönmeden önce buradaki müzisyen arkadaşlarımla bir grup kurduk. Yani ben gelmeden önce grubum hazırdı ve hemen sahneye çıkmaya başladım. Grubumda Mete Pere, Uğur, Ulaş Beratlı kardeşler vardı.

Müzikte dolaşım

İlk olarak nerede sahne aldınız?
İlk olarak Lefke’de, öğrencilerin çok olduğu barlarda sahneye çıktım. Sonra Girne’de Japon diye bilinen Hüseyin Kırmızı adlı bir piyanist vardır. Onunla beraber Cafe Dükkân’da jazz yaparken diğer tarafta rock ve Türkçe müzik yapmaya başladık.

Şu anda hayallerinizin neresindesiniz?
Genel olarak baktığımda hedeflerimin çoğunu gerçekleştirmiş durumdayım. İyi müzisyenlerle çalışıyor ve iyi müzik yapıyorum. İstediğim mekânlarda çıkıyorum. Kariyer olarak bakarsanız; bir müzisyen tanınmak ister, dinleyicisi olsun ister… Bunların hepsini başarmış durumdayım. Son dönemde aklımda, kendim için bir kayıt yapma isteği oluştu. Yoğun çalıştığım için zaman konusunda oldukça sıkıntılıyım.

Besteleriniz var mı?
Şu sıralar söz yazmaya başladım. Yaptığım bestelerim var tabii ama çok iyi müzisyenlerle çalışıyorum, dolayısıyla onlarla birlikte yeni besteler yaparız diye düşünüyorum.

Blues ve Jazz

Şu anda hangi müzisyenlerle çalışıyorsunuz?
Şu anda The Secret adında bir grubumuz var. Gitarda Serhan Candaş, piyanoda Tolga Erzurumlu, bateride Bruno Assa ki, aynı zamanda bass çalıyor. Grubumuz zaman zaman altı kişiye kadar çıkabiliyor.

Sahnede gitar çalıyor musunuz?
Son dönemde yoğun bir talep oldu bu konuda. Ben her ne kadar istemesem de insanların sahnede gitar çalıp şarkı söyleyen birini dinlemek hoşuna gidiyor.

Sizi hangi müzik ifade ediyor?
Jazz ve Blues…

Bu arada Türkçe şarkılardan oluşan repertuarınız da var…
Tabii var ama özellikle alaturkaya kaçmayan şarkıları çalmayı ve söylemeyi tercih ediyorum. Bunun da sebebi; çocukluğumun bir kısmı Kanada’da geçti, kendimi ifade etmeye başladığım an İngilizce öğrendim. Yani İngilizce ikinci ana dilim. Hiç Türkçe müzik dinlemedim. O yüzden ne kendimi ifade edebiliyorum ne de o tınılar bana tanıdık geliyor. Türkçe pop müzik de çok arabeskleşti. Buna rağmen özel etkinliklerde sadece pop-alaturka söylediğimiz de oluyor. Mesela geçenlerde bir nişan daveti için anlaştık. Nişan sahipleri bana, ‘kesinlikle caz müziği istiyoruz, en fazla oldies çalacaksın bize’ dediler. Onlara ‘tamam’ dedim, arkadaşlara da ‘bakın görün, nişanın yarısından sonra neler çalacağız’ dedim. Nitekim çalmaya söylemeye başladık, bir, iki, üç şarkı çaldıktan sonra ‘artık göbek atmak istiyoruz’ demeye başladılar. Gece göbek atarak bitti yani. Bizim kültürümüzde bu var çünkü.

“Kıbrıs’ta olmak yetiyor”

Müzik ne ifade ediyor sizin için?
Öncelikle tutku, sonra da adeta bedenimin bir parçası müzik benim için. Beynimin içinde bir konuşma bir de müzik dili var. İş yerinde eğer kulağımda müzik çalmıyorsa, kendi kendime mırıldanmaya başladığımı fark ettim. Ellerim iş yaparken müziğin de beynimin içinde dönmesi gerekiyor. Benim için nefes almak gibi bir ihtiyaç müzik.

Çok güzel bir sesiniz var, Türkiye’ye açılmayı düşünmüyor musunuz?
Açıkçası istemiyorum. Daha önce böyle bir fırsat oluşmuştu. Cafe Dükkân’da söylerken Sezen Aksu’nun albüm satış müdürüyle tanışmıştım. Kendisinden böyle bir teklif gelmişti ama istemediğimi söyledim. Çünkü Türkiye’de farklı dinamikler işliyor ve zamanında kaçtığım o karmaşanın içine girmiş olacaktım. Ben şu an Kıbrıs’ta olmaktan dolayı çok mutluyum. Her gün Girne’den Lefkoşa’ya gelirken ‘oh!’, aynı şekilde Lefkoşa’dan Ciklos’ a ulaştığımda yine ‘oh!’ diyorum.

Şikayet etmek değil, değiştirmeye çalışmak…

Kıbrıs’a adapte olmakta zorlanmadınız mı?
Toplamda baktığınız zaman 17 sene yurtdışında yaşadım. Türkiye’de alıştığınız kurumsal düzen, dinamikler, rekabet… Bu alanlarda biraz zorlanıyorum tabii. Hala burada süre gelen sistem bozukluklarına canım sıkılıyor ama ben şikâyet etmek yerine değiştirmek isteyenlerdenim. Değiştirmek için bulunduğum konumda ne yapabilirsem onu yapmaya çalışıyorum.

Gelecekte nerede görüyorsunuz kendinizi?
Müzik açısından mutlaka bir kayıt yapmak istiyorum ki, geride bir şeyler bırakmış olayım. Yeni bir şeyler denemeye çok açığım. Muhtemelen günün getirdikleriyle birlikte akıp gideceğim.

Yalnız müzikle yetinmeyip, gündüzleri de farklı bir işte çalışıyorsunuz…
Evet, şu anda Avrupa Birliği tarafından finanse edilen, Sürdürülebilir Ekonomik Kalkınma ve Bilişim Sektörü Destek Programı’nda görevliyim. Burada şirketlere ne, nasıl gelişebilecekleri konusunda danışmanlık hizmeti, eğitimler veriyorum. Lefkoşa Surlariçi Çarşı Projesi’ni yürütüyorum. Bu bölgedeki işyerlerinin, gelen turistlerden daha iyi faydalanabilmeleri için markalaşma ve etkinlikler üzerine çalışıyoruz. Az önce dediğim gibi, şikâyet etmektense bir şeylerin değişebileceğini insanlara gösterip, kendilerinin bunu yapmasını teşvik eden biriyim.

www.niyalozturk.com

Dergiler Haberleri