“Kıbrıslı Türkleri dünyaya anlatmak istedim”

Kıbrıslı Türk kimliğini edebiyat yoluyla görünür kılma çabasıyla yola çıkan bir yazar Metin Murat… 

Kıbrıslı Türk kimliğini edebiyat yoluyla görünür kılma çabasıyla yola çıkan bir yazar Metin Murat… Yaptığım her şeyi hakkıyla yapmalıyım diyerek yazarlığa adım atmadan önce edebiyat ve tarih alanında yüksek lisans ve doktora yapmaya cesaret edecek kadar da sıra dışı. İngiltere’de doğup büyümüş olmasına rağmen, Kıbrıslı Türk köklerinden hiç kopmayan, kaleme aldığı romanlarda kişisel hafızası ile kolektif belleği ustalıkla işlemeyi başarıyor.

İlk romanı Yeni Ay Tilkisi, Kıbrıs'ın yakın tarihine ve sosyal yapısına dair çarpıcı bir anlatı sunarken, yeni kitabı Kız Kardeşle Buluşma ise bu hikâyeyi derinleştiren devam niteliği taşıyor. Romanlarında sadece bireysel hikâyeleri değil; aynı zamanda toplumun görmezden gelinen yüzlerini, etik sorgulamaları ve sosyopolitik çarpıklıkları da ele alıyor. Üstelik bu romanları ana dili olan İngilizceyle kaleme alarak, Kıbrıslı Türklerin hikâyelerini uluslararası edebiyat sahnesine taşıyor. Onun için yazmak, yalnızca hikayeler anlatmak değil; bir toplumu temsil etmek, okuru yüzleştirmek ve dönüştürmek anlamına da geliyor.

Metin Murat’la hem edebiyattaki ilginç yolculuğunu, Kıbrıslı Türk kimliğine olan bağlılığını ve romanlarında işlediği meseleleri konuştuk. Kurguyla gerçeği buluşturduğu  ince çizgide, güçlü gözlemleri ve cesur anlatımını konuşuyoruz.

“Özellikle köyüme dair bir şeyler yazmak istedim”

Metin Murat’ın yazarlığa başlama hikâyesi oldukça ilginç. Bu alana hakkını verebilmek için edebiyat üzerine yüksek lisans ve doktora yaparak yazarlığa adım attı.

 “Her zaman kendi toplumuma dair hikâyeler anlatmak istedim. Ben aslında bir iş insanıyım; bu alanda kariyer yaptım. Ama eninde sonunda hepimiz öleceğiz. İçimde pişmanlık kalmasını istemedim, geride bir şeyler bırakmak istedim. Zaten içimde her zaman ikinci bir ses vardı. Özellikle de köyüme dair bir şeyler yazmak istedim. Eğer siz o köyden eğitimli biri olarak çıkmayı başardıysanız, geride kalan, eğitimi olmayan insanların hikâyelerini anlatmalısınız diye düşünüyorum.Tüm bunların sonucunda önce tarih ve edebiyat üzerine yüksek lisans, ardından da doktora yaptım. Bir şey yapacaksam, en iyi şekilde yapmalıydım.”

“Kıbrıslı Türkler âdeta ikinci sınıf vatandaş gibi gösteriliyordu”

Yazar bugüne kadar iki roman yayımladı. İngiltere’de doğup büyümüş olmasına rağmen, her iki romanında da Kıbrıs’ın geçmişine, siyasal ve toplumsal hayatına dair hikâyeler kaleme almayı tercih etti. Kıbrıs’ın tarihine karşı bitmeyen bir edebî bakışı var adeta.

“Hayata dair farklı bakış açılarım var. Kıbrıslı Türk kimliğimi her zaman ön planda tuttum, bu kimliği hep benimsedim. Kıbrıslı Türk olan babamı hiç tanımadım; buna rağmen hep, Kıbrıslı Türklerin çok çalışkan ve bilgili insanlar olduğunu göstermek istedim. Hayatım boyunca, toplumuma dair olumlu bir imaj çizme çabam oldu. Babamı küçük yaşta kaybettim. Annem ve üvey babam Türk değildi ama sanırım Kıbrıslı Türk kimliği içimde hep bir yerde yaşadı. Yirminci yaşımda ilk kez adayı ziyaret ettim. Tabii ilk anda büyük bir şok yaşadım. Londra’nın göbeğinden Balalan’a gelip aylarca kaldım. Halam beni misafir etmişti. Neredeyse her gün bamya pişirirdi; bunu hiç unutmam. Bu yüzden kitabımdaki köyün adını Bamya Köy koydum. Zamanla insanları gözlemlemeye başladım. Daha sonra edebiyat eğitimi alırken pek çok kitap okudum. Aralarında Kıbrıs’ın tarihini anlatan eserler de vardı. Bu kitaplarda tarihin ne kadar eksik veya yanlış aktarıldığını fark ettim. Kıbrıslı Türkler âdeta ikinci sınıf vatandaş gibi gösteriliyordu. Ben de bunu değiştirmek için bir şeyler yapmam gerektiğine karar verdim. Böylece kitaplarımda Kıbrıslı Türklerin hikâyelerini anlatmaya başladım.”

“İngilizce yazmak beni çok farklı okur kitleleriyle buluşturuyor”

Romanlarında kişisel hafızanın yanında, Kıbrıslı Türk toplumuna dair kolektif bir hafıza da yer alıyor. Tabii böyle bir durumda gerçekle kurmaca arasında denge kurmak da oldukça hassas bir mesele. Murat’ın bunu nasıl başardığı gerçekten merak konusu. Üstelik tüm bunları İngilizce yazıyor olması sayesinde çok farklı coğrafyalardan okurlara ulaşabiliyor olması da ayrı bir önem taşıyor.

“Romanlarımda yer verdiğim tarihsel unsurlar elbette gerçeklere dayanıyor. Ancak bu tarihsel anlatımı güçlendirmek için kurmaca karakterler yaratıyorum. Her birinin geçmişi, bizim tarihimizden etkilenmiş durumda. Böylece, Kıbrıslı Türk diye bir toplumun varlığından bile haberdar olmayan insanlar, bizim ne yaşadığımızı, bu adada neler olduğunu öğrenebiliyor. Ana dilim İngilizce. Dolayısıyla romanlarımı da İngilizce yazıyorum. Bu durum – sizin de söylediğiniz gibi – beni çok farklı okur kitleleriyle buluşturuyor. Pek çok kişi Kıbrıs’a dair belli bir bilgiye sahip olsa da, yaşananların 1974’te başladığını sanıyor. Oysa tarih bambaşka. Ben bu geçmişi anlatmaya çalışıyorum. Aynı zamanda Kıbrıslı Türklerin, bu dünyadaki herhangi birinden farkı olmadığını da göstermek istiyorum. Mesela herkes Acı Limonlar’ı bilir. Ancak o kitapta Kıbrıslı Türklere cahil, köylü bir imaj çizildiğini görüyoruz. Ben öncelikle bu algıyı yıkmaya çalışıyorum. Karakterlerimi de buna göre yaratıyorum. Hatta çoğu zaman güçlü Kıbrıslı kadın karakterler yazmayı özellikle tercih ediyorum. Gözlemlerim de bu yönde. Bence Kıbrıslı Türk kadınları çok güçlü. Bunun ilk örneği halamdı. Fiziksel olarak da çok güçlüydü. Cesurdu. Burada da benzer gözlemlerim oldu. Kişilikli, dirençli kadınlarımız var. Hayatta çok büyük zorluklar yaşamış ama asla yılmamış Kıbrıslı Türk kadınlarla tanıştım. Bunları herkesin bilmesini istedim.”

İlk olarak Yeni Ay Tilkisi isimli romanı kaleme alan yazar, bu kitabın devamı niteliğindeki ikinci kitabını ise Kız Kardeşle Buluşma adıyla yayımladı. Henüz Türkçeye çevrilmeyen bu yeni roman da hayli ilgi çekici.

“İlk başta kitabın devamını yazmak gibi bir düşüncem yoktu. Evet, açık bir kapı bırakmıştım ama bu, mutlaka devam edeceğim anlamına gelmiyordu. Fakat zamanla okurlar, olayların nasıl geliştiğini çok merak etmeye başladı. Benden, Bamya Köy’de yaşananların devamını anlatmamı istediler. Ben de bu talepten yola çıkarak ilk romanın devamını yazmaya karar verdim. Bu romanda özellikle iki konuyu ön plana çıkarmaya çalıştım. İlki, kaynağı belirsiz paraların aslında ne kadar çok hikâye barındırdığı… Günümüzde insanlar zenginliği tek başına bir değer ölçüsü olarak görüyor. Birisi zenginse, kimse bu paranın nereden geldiğini sorgulamıyor. Oysa yasa dışı paralar, uzun vadede toplumlara ciddi zararlar veriyor. Ben de bu durumu sorgulamak, ahlakın hayattaki en büyük zenginlik olduğunu vurgulamak istedim. İkinci olarak da insan ilişkilerine, özellikle kardeşlik bağlarına dair bazı hassas konulara değindim. Gerçek hayatta yaşanan birçok trajedi var; birbirinden habersiz kardeşler bir gün gelip birbirine âşık olabiliyor. Kıbrıs’ta da taşıyıcı annelik giderek yaygınlaşıyor; burası adeta bir ‘bebek fabrikası’na dönüşmüş durumda. Dünyanın başka yerlerinde de benzer durumlar var, ancak özellikle kuzeyde bu artık bir endüstriye dönüşmüş halde. Bu durumun uzun vadede büyük tehlikeler barındırdığını düşünüyorum. Bu kitapta işte bu gibi gerçekleri anlatmaya çalıştım. Şimdi yeni bir roman üzerinde daha çalışmaya başladım. Yine Kıbrıs’ta geçen bir hikaye kaleme alıyorum.”

Röportaj Haberleri