Hırçın Kızlar İtinayla Ehlileştirilirken

Hırçın Kızlar İtinayla Ehlileştirilirken


Esra GEDİK
esragedik.34@gmail.com

Eylül'de başlayan diziler, haziran sonu gibi sezon finaline ya da finale giderken yeni dönem diziler hayatımıza girmeye başladı: Kiralık Aşk, İnadına Aşk, Çilek Kokusu, vb. Yaz dizisi diye adlandırılmaya başlanan bu diziler dramdan uzak, yaz mevsimine uygun romantik komedi tadındalar. Hollywood sinemasından bildiğimiz romantik komedi unsurlarının pek çoğunu taşıyorlar. Hırçın ama ehlileşmeye hazır kadınlar, Yunan heykeli düzgünlüğünde yakışıklı erkekler, kurtarılmayı bekleyen prensesler, bir kadının eli ile hayata geri dönmesi umulan küskün prensler, öpülecek kurbağalar, kül kedileri ve pek tabi cadılar...

Yerel ya da yabancı romantik komedilerin büyük çoğunluğu erkek özel yapımlardır. Erkekleri yüceltirken, kadınların hayatlarının anlamını erkekle sınırlayan ya da kurtarılmak için erkek kahramanlara ihtiyaç duyan kadın profillerini içlerinde barındırırlar. Türkiye dizileri özelinde değinmek istediğim ise bunlara ek bir şey. Son dönem ekrana gelmeye başlayan yaz dizilerinde gözüme çarpan noktalardan bahsetmek istiyorum.

"Bana nasıl giyineceğimi öğretme, oğluna tecavüz etmemesi gerektiğini öğret!"

Özellikle İnadına Aşk dizisini izlerken beni tıslayan bir kedi misali diken diken eden şeyle başlayalım. Aşk ve romantizm adı altında iş yerinde bir erkeğin bir kadına tacizinin ve uygulanan mobingin normalleştirilmesi. Yalın esas oğlan, yakışıklı, cool, mevki sahibi bir delikanlı. Dizideki yediden yetmişe diğer tüm erkeklerin cümlelerinde yer alan eril ahlak, eril düşünce onun da dilinden, duruşundan her an fırlıyor. Bu dizinin ilk bölümünü izleyen pek çok kadın gibi beni de rahatsız eden Yalın'ın fırsatını her bulduğunda iş yerindeki kadını sıkıştırması ve abanması durumu. Bunu romantik bulmamız ya da aşk adına yapıldığı için hoş görmemiz bekleniyor galiba. Üstelik bunu yaparken kadınlarından giyim tarzına, eteklerinin boyutuna dair kurulan cümleler, mini eteğimi giyip sokağa fırlama isteği uyandırdı.

"Bu bir kurgu, bunu gerçekte de yapan erkekler var. Onlar dizilerde yansıtılmasın mı?" diye itiraz edilebilir. Evet, bu bir kurgu ancak bu kurgu ile hayatlarını şekillendiren o kadar çok genç insan var ki. Bunu görmek için dizilerin yayın saatinde yazılan twitlere bakmak yeterli.

"Hayır, hayır demektir!"

Kendi ayakları üzerinde durabilen güçlü kadın karakterleri görmek umudu ile ekrana baktığımız her fırsatta itinayla ehlileştirilen kadın karakterlere rastlıyoruz. Her şey, aşk dahil, erkeğin tercihlerine ve hazlarına göre şekilleniyor. Kadınlar fedakarlıkları, kendilerinden vaz geçebildikleri, hırçıklıklarını (kendi istedikleri hayatı kendi istedikleri gibi yaşama azmi de sen ona) törpüledikleri oranda kül kediliğinden prensesliğe yükselirken; erkekler uyguladıkları fiziksel ve duygusal şiddetin boyutu, maçoluklarının büyüklüğü oranında sertleşerek beyaz atlı prens oluyorlar.

Bunun bir örneği, pek çok yaz dizisinde karşımıza çıkan kadınları kendine çekip (zorla) öpen esas oğlanlar (bknz: Kiralık Aşk). Bu esas oğlanlar için çizilen profiller yakışıklı (hepsi Yunan Tanrıları gibi maşallah!), efendi ve düzgün erkekler olunca "hayır, hayır demektir"in anlamı da ortadan kalkıyor. Kadın rızası esastır ilkesi hepten yok sayılıyor.

Dahası geçtiğimiz sene izlediğimiz Güneşi Beklerken dizisindeki pizzacı sahnesinde olduğu gibi kadınlar erkekleri kendilerine, ilişkiye bağlamak adına bedenlerini, kendi hazlarını, kendi cinselliklerini yok sayarak kendilerini hazır olmadıkları bir cinsel ilişkiye sürükleyebiliyorlar. Tüm bunlar ekrana o kadar romantik yansıtılıyor ki bunların aksini yapan kadın karakterler "kezban" olmakla, aptallık yapmakla suçlanabiliyor.

En zayıf noktamız Issız Adamlar mı?

Son olarak değinmek istediğim nokta, Kiralık Aşk dizisi olsun Güneşin Kızları dizisi olsun, pek çok yaz dizisinde bize sunulan kadının aşkı ile düzelebilecek arıza erkekler. Issız Adam filminden bize emanet kalan bu karakterlerin pek çoğunun geçmişinde yaralar var-pek çok kadının olabileceği gibi. Ancak bu yaralarla şekillenen kadınlar ekrana çirkef ve fettan olarak gelirken (örneğin Yaprak Dökümü'nün Ferhunde'si), bu arıza erkekler esas aşıklar olarak servis ediliyorlar: Kiralık Aşk'ın Ömer'i, Güneşin Kızları'nın Ali'si. Kalbi kırık bir erkeği kendi aşkımızla hayata geri döndürmek masalımsı bir şey. Pek çoğumuz bu masalı yaşamak istediğimiz için gözümüzü ayırmadan izliyoruz bu karakterleri. Ancak bu masalı yaşarken kadının adı yavaş yavaş yok olmak zorunda mı?

Bu arıza karakterler eşliğinde "gerçek aşk" tanımımız da yeniden yazılıyor. Gerçek aşkın mucizesinin ortaya çıkması için esas kadın esas erkeğin gözüne girmeli, onun istediği şekle bürünmeli, kendi hayalleri ve istekleri gerçek aşk uğruna ikinci plana atılabilmeli. Kadın karaktere has olan saç şekilleri, giyim tarzı bir anda değişebilmeli. Tıpkı Kiralık Aşk'ın Defne'si gibi. Erkeğin kalbine ulaşmak için "o" olmalı, onun gibi hissetmeli, onun sevdiklerini sevebilmeli. Aşk iki kişilikken, bizin içinde ben eriyebilmeli.

İkinci aşama ise kadın karakterin hırçınlığı törpülerken erkeğin hırçınlığı hoş görülebilmeli. Bu hırçınlığın yarattığı şiddet, acı ve kalp kırıklıklarına "meşru" sebepler bulunabilmeli. Ali Selin'i havuza atarken de hakaret ederken de bunun bir nedeni var. Çünkü onun kalbi geçmişte çok kırılmışşş. Aldatabilir de dövebilir de... Kurgu gerçekten hayattan çok uzağa düşmüyor, yasalardaki iyi niyet indirimleri de bunun bir örneği değil mi?

Ekrandaki bu masalları baştan yazamaz mıyız? Kül kedisi prensese evrilmek zorunda mı? Bir kere de biz prensi almaya gitsek? Beyaz atlı prensleri beklemek zorunda mıyız? Ben bizin içinde erimese birlikte biz olabilsek? Aşkı da cinselliği de kendimiz için yaşayabilsek. Özetle, ekranda bari azıcık kadın olarak nefes alabilsek. Keşke...

 

Dergiler Haberleri