Tiyatro sanatçısı Aytunç Şabanlı, tiyatroyu bir meslek değil, yaşama tutunma biçimi olarak görüyor. Sahne, onun için nefes almak; bir anlamda varoluşun kendisi. Yıllarını İstanbul’da sahne ışıkları altında geçiren sanatçı, şimdi Lefkoşa Belediye Tiyatrosu’nda üretmeye devam ediyor.
Nazım Hikmet’in Bursa Cezaevi yıllarını anlatan “Aşk İçinde Mahpushane” oyununda Nazım’ı canlandıran Şabanlı ile hem tiyatronun hem hayatın anlamını konuştuk. Nazım’ı oynamak, onun için yalnızca bir rol değil; bir vicdanla buluşma biçimi. Üstelik bu duyguyu izleyiciye geçirmeyi de fazlasıyla başarıyor.
“İstanbul’dan döndüğüm için pişmanlık duymadım”
Tiyatro eğitimini İstanbul’da tamamlayan Aytunç Şabanlı, kentin sahne tozunu on yedi yıl soluduktan sonra adaya dönüş yolculuğuna çıktı.
“Liseden sonra İstanbul’a gittim ve İstanbul Teknik Üniversitesi’nde jeoloji mühendisliği okumaya başladım. Ancak bu dönemde üniversitenin tiyatro grubunda rol almam, hayatımın yönünü değiştirdi. O dönemde birlikte sahneye çıktığımız ekip, bugün Kumbaracı 50 adıyla özel bir tiyatro topluluğuna dönüştü. Güzel bir tesadüftü; birçok üniversite tiyatrosu vardır ama bu grup farklı bir noktaya ulaştı. Zamanla gerçekten yapmak istediğimin tiyatro olduğunu fark ettim ve Haliç Üniversitesi Konservatuvarı’na girdim. Henüz öğrenciyken, Nesrin Kazankaya yönetimindeki Tiyatro Pera’da sahne almaya başladım. Ardından İstanbul Devlet Tiyatroları’nda üç farklı oyunda rol aldım ve Pera Akademi’de dersler verdim. Özel tiyatrolarda ayakta kalmak ekonomik açıdan kolay değildi. Şehir de giderek değişiyordu; daha çok polis görmeye, gerginliklerin arttığına tanık oluyorduk. Sonunda İstanbul’dan ayrılma kararı aldım. Kıbrıs’a döndükten bir yıl sonra Gezi olayları patlak verdi. Dönüşüm için hiç pişmanlık duymadım.”
“Önemli olan rolün derinliği ve yoğunluğudur”
Adaya döndükten sonra Lefkoşa Belediye Tiyatrosu ailesine katılan Aytunç Şabanlı, sahneye bu kez memleketinde adım attı.
“İstanbul’u gördükten sonra artık anlamıştım; yapacak çok fazla bir şey kalmamıştı. Yine de Kıbrıs’a dönmek kolay olmadı. Sonuçta İstanbul, dünyanın önde gelen sanat şehirlerinden biri. Ancak kendimle ilgili bir karar vermem gerekiyordu. Lefkoşa Belediye Tiyatrosu’na katılmam büyük bir şans oldu. Gerçek anlamda sanat yapabileceğim, ayakta kalabilen tek mecra burasıydı. Başka türlüsünü düşünemiyorum. Burada herkesin birbirini tanıdığı, iç işleyişi güçlü bir sanat ortamı var. Roller genellikle yönetmenlerin oyunculara uygun gördüğü biçimde belirleniyor. Ben biraz geç katıldığım için zamanla oyunlarda rol almaya başladım. İlk olarak çocuk oyunlarında sahneye çıktım. Hiçbir zaman ‘İstanbul’dan gelen oyuncu’ egosuna kapılmadım. Zaman içinde belediye tiyatrosunda birçok oyunda yer aldım. Son dönemde Biz Size Hayranız, Parkta Güzel Bir Gün ve Nazım Oyunu gibi yapımlarda izleyiciyle buluştum; her biri farklı tepkiler aldı. Benim için hiçbir rol diğerinden daha az önemli değildir. Bazen sahnede yalnızca birkaç dakika kalırsınız ama o an, oyunun anlamını taşıyan en önemli an olabilir. Benim için her rol bir başroldür; önemli olan o rolün derinliği ve yoğunluğudur. Her zaman çok çalışarak, en yüksek konsantrasyonla sahneye çıkmaya özen gösterdim.”
“Nazım’la aramızda bir bağ vardı”
Bugün sahnede karşımızda, yalnızca Türkiye’nin değil, dünyanın da en büyük şairlerinden biri olan Nazım Hikmet var — Aytunç Şabanlı’nın yorumu ise bu efsanevi karaktere farklı bir derinlik kazandırıyor.
“Bazen insan, bir şeyin geleceğini önceden hisseder. Bu rol bana geldiğinde de öyle oldu; sanki kendimi çoktan buna hazırlamıştım. Bir şekilde Nazım’la aramızda bir bağ varmış ki, rol beni buldu. Hiç tereddüt etmeden kabul ettim. İlk anda korkmadım ama kısa süre sonra, ‘Bu rolün hakkını nasıl veririm?’ duygusu sardı içimi. Sanki Nazım’a olan gönül borcumu ödeyecektim.Gala gecesinde çok güzel yorumlar aldık. On beşinci oyunu geride bıraktık ama hâlâ her temsilin üstüne bir şeyler eklemeye devam ediyorum. Tabii bu sadece benim değil, tüm ekibin ortak çabası. Umuyorum ki bu heyecanla ve aynı inançla yolumuza devam ederiz.”
Nazım Hikmet’in hayatını sahneye taşıyan ilk tiyatro oyununun Kıbrıs’ta, usta sanatçı Yaşar Ersoy tarafından yazılmış olması, hem sanatsal hem de simgesel açıdan çok değerli.
“Aslında Nazım Hikmet üzerine ilk kez bir tiyatro oyunu yapılıyor. Elbette Genco Erkal ustamız yıllar boyunca Nazım’ın şiirlerini sahneye taşıdı, Yıldız Kenter’in de bir yorumu olmuştu. Ancak Nazım’ın yaşamını bütün olarak konu alan tek yapım, bugüne dek bir sinema filmiydi. Hepimiz Nazım Hikmet’i tanıyoruz ama bu oyunda onun hayatına dair pek çok bilinmeyen ayrıntı yer alıyor. Özellikle Bursa Cezaevi dönemi, hem şiirleri hem de düşünsel olgunluğu açısından çok önemli bir süreç. Kuvayi Milliye Destanı ve Memleketimden İnsan Manzaraları gibi büyük eserlerini orada kaleme aldı. Hâlâ Nazım’a dair okumalar yapmaya devam ediyorum; örneğin Ferhat ile Şirin’i de cezaevinde yazdığını yeni öğrendim. Cezaevi yılları, onun Anadolu insanını tanıması ve iç dünyasını derinleştirmesi açısından belirleyici oldu. Biz de oyunda özellikle bu döneme odaklandık. Yaklaşık bir saat kırk beş dakikalık bir oyun bu; doğal olarak hayatından yalnızca bir kesiti seçmek zorundaydık. Nazım’ı sahnede tüm yönleriyle anlatmak elbette mümkün değil. Biz, politik yönünün yanı sıra onun insani yanlarını, zaaflarını da göz ardı etmeden bir dünya şairini sahneye taşımaya çalışıyoruz.”
“Kıbrıs’ta tiyatro büyük bir güç ve özgürlük”
Bu kez sözü tiyatronun bugünü ve yarınına getiriyoruz. Uzun yıllar İstanbul sahnelerinde yer almış bir sanatçı olarak, Aytunç Şabanlı’nın Kıbrıs’taki tiyatro ortamını nasıl değerlendirdiğini sormak istiyorum. Kuşkusuz bu iki dünyanın koşulları, olanakları ve seyirci yapısı birbirinden oldukça farklı…
“Tiyatronun her yerde kendine özgü sıkıntıları var; varlığı için sürekli bir mücadele gerekiyor. Tiyatro gelişiyor, önü açılıyor ama yine de zorluklar hiçbir zaman bitmiyor. Zaten tiyatro, doğası gereği muhalif bir sanat; zorluklara rağmen yürümeyi gerektiriyor. Özel tiyatrolar genellikle hükümetlerle veya devletle ters düşen, bu yüzden de destek almakta zorlanan yapılar. Devlet ya da belediye tiyatrolarında ise ekonomik kaygı az olsa da özgür bir sanat ortamından söz etmek her zaman mümkün değil; çünkü tercihlerin bile tartışma konusu olabildiği durumlar yaşanıyor.
Bizim Lefkoşa Belediye Tiyatrosu’nda da elbette bazı altyapı sıkıntılarımız var. Ancak esas olan şu: burada sahneye çıkıp, istediğimiz oyunu oynayabiliyoruz. Kurucularımızın bize bıraktığı güç sayesinde, belediye tiyatrosu olmamıza rağmen her zaman özgür olduk. Adeta gayriresmî bir dokunulmazlığımız var. Seyircilerimizin desteği de bu özgürlüğü besliyor. İstanbul’u düşündüğümde, bunun ne kadar büyük bir güç ve ayrıcalık olduğunu daha iyi anlıyorum.”
Aytunç Şabanlı, başarılı bir tiyatro sanatçısı olmasının yanı sıra yazarlık yönüyle de dikkat çekiyor. Ay Düşüncesi – Aforizma Günlüğü 1001 adlı kitabı, Işık Kitabevi etiketiyle yayımlandı. Kısa aforizmalardan oluşan bu kitap, düşünsel derinliği ve yalın diliyle öne çıkıyor. Ben de keyifle okudum. Sahnede söylenmeyenlerin defterlerde yankı bulduğu bir dönemdi...
“O güne kadar kaleme aldığım tüm aforizmaları, sırasını koruyarak Ay Düşüncesi – Aforizma Günlüğü 1001 kitabında bir araya getirdim. Toplamda 1001 aforizmadan oluşuyor. Devamı defterlerimde duruyor ama zaman bulmak kolay olmuyor. Yine de bu seriyi sürdürmeyi çok isterim. Kitap, Covid dönemine denk geldiği için tanıtımını yeterince yapamadık. Yeni bir kitapta yine 1001 aforizmayı yayımlamayı planlıyorum. Defterlerimde yalnızca aforizmalar değil, şiirler ve kısa öyküler de var. Yazmayı sürdürmek istiyorum ama tiyatro bazen tüm zamanımı alıyor. Yine de oyun yazma fikri hep aklımda; çünkü bambaşka bir disiplin ve beni heyecanlandırıyor.”