Halka Hizmet Mi, Kendine Hizmet Mi?

Nazım Beratlı’nın dediği gibi “Apolitik bir seçim” ile karşı karşıyayız. Önümüzde bir çoğu kariyerist adaylardan oluşan siyaseten bomboş partiler ve daha da kötüsü kariyerizmlerini ideolojik bir maske ardına saklamaya çalışan diğerleri.

 

Laden Yalman
ladenyalman@hotmail.com

Buyrun size sosyal bir deney, üstelik uygulaması da oldukça kolay. Ülkemizin Türkçe konuşan yarısının herhangi kalabalık bir yerinde “Başkan” diye seslenin ve kaç kişinin dönüp size “Efendim?” dediğini tek tek sayın. İddia ediyorum, KKTC’de metrekareye en az üç başkan düşer; siyasi parti başkanı, örgüt başkanı, ocak başkanı, bucak başkanı, dernek başkanı, sendika başkanı, belediye başkanı, spor kulübü başkanı ve sayamadığım diğerleri. Demek ki bizim burada baş olmak önemli, başkan olmak elzem.

Tüm siyasi parti milletvekili adaylarının özgeçmişlerine şöyle bir göz gezdirdiğiniz anda farkedeceksiniz ki adayların en az üçte ikisi kariyer sahibi, mesleklerinde oldukça iyi, gayet iyi kazanan ve çevrelerinde saygı duyulan insanlar. İçlerinde oldukça fazla sayıda iş insanı, akademisyen, doktor, hukukçu ve öğretmen var. Fakat belli ki mesleki başarıları kendilerini tatmin etmemiş; ‘hizmet aşkıyla’ şimdi de milletvekili olmak istiyorlar. Ayrıca hatırlatmakta fayda var, adaylar için seçim süreci oldukça pahalıya mal olan bir süreç, bu sevda uğruna bankalara borçlanan aday sayısı da azımsanacak gibi değil.

Peki, neden?

Tüm partilerin ve tüm adayların ortak noktası ağızlarından düşürmedikleri ‘halka hizmet’ sloganı. Yine iddia ediyorum, adaylara “neden bu işe girdin?” diye sorsanız istisnasız “hizmet etmek için” cevabını alacaksınız. Doğası gereği hizmet etmekten değil hizmet edilmekten hoşlanan insanoğlu için pek de inandırıcı bir söylem değil sanki. Bu durumda, Kıbrıslı Türkler olarak bir şeylerin başında olma motivasyonumuz nasıl açıklanabilir?  Gündemde genel seçimler varken bu durumu bilimsel olarak analiz etmenin tam zamanı.

Abraham Maslow, 1943 yılında insanın yaşam motivasyonunu beş ana basamak olarak ele aldı. Bunlar sırasıyla; fizyolojik ihtiyaçlar, güvenlik ihtiyacı, sevgi ve ait olma ihtiyacı, saygınlık ihtiyacı ve son basamakta da kendini gerçekleştirme ihityacı olarak tanımlandı. Birey, genellikle piramit biçiminde tasvir edilen bu hiyerarşik yapıda yukarılara doğru tırmanabilmek için bir düzeydeki ihtiyaçları kısmen de olsa karşılamak zorundadır. Maslow’un içgüdüsel olarak nitelendirdiği bu ihtiyaçlar, davranışlarımızın belirleyicileri ve motivasyon kaynağımızdırlar. Bununla birlikte, bir ihtiyacı giderme sürecinin sonunda kesin bir hoşnutluk durumu veya tatminden bahsetmek olası değildir. Çünkü her basamağın sonu yeni bir basamğın başlangıcıdır ve bu gerilim kişi kendini gerçekleştirene kadar bu şekilde devam eder.  Yani birey, neyi elde edememişse içgüdüsel olarak ona büyük bir arzu ile yönelir. İhtiyaç giderildikten sonra ise bu güdülenme yavaş yavaş etkisini kaybeder.

Piramidin ilk basamağı olan fizyolojik ihtiyaçlar Maslow için tüm diğer ihtiyaçlar içerisinde en önemli olanıdır. Temel yaşamsal ihtiyaçlarını karşılayamamış birey için diğer ihtiyaçların bir önemi yoktur. Bu ihtiyacını karşılamış olan birey ise ikinci basamakta yer alan güvenlik ihtiyacını karşılama motivasyonu ile hareket eder. Bu basamak korunma, barınma ve güvenli ilişkiler kurma istenci ile tanımlanır. Üçüncü basamak olan sevgi/ait olma ihtiyacı evrimsel gerçekliğimiz ile yakından ilintilidir. Bir sürü hayvanı olan insan yalnız yaşayamaz, yakın sosyal ilişkilere hayatının her alanında ihtiyaç duyar. Bu yazının ana fikri olan saygınlık ihtiyacı ise dördüncü motivasyon kaynağımızdır. Birey, içinde yaşadığı toplumda saygınlık kazanma arzusu duyar. Başarılı olmak ve toplum tarafından kabul görmek özgüven gelişimi için vazgeçilmez unsurdur. Peki, kişinin kendini gerçekleştirmesinin önündeki son engel olan bu saygınlık elde etme motivasyonunun bir sonu var mıdır yoksa bu ihtiyaç kimi bireylerde kazandıkça daha da fazlasını kazanma dürtüsünü uyandırıp kişiyi sonu gelmez bir gerilimin içine mi sokar?

Maslow bu sorunun cevabı olarak saygınlık ihtiyacını iki ayrı boyutta ele aldı; yüksek ve düşük. Yüksek saygınlık ihtiyacında özgüven, dayanıklılık, kabiliyet ve özsaygı yer alırken, günümüzün sorunu olarak nitelendirebileceğim düşük saygınlık ihtiyacında bireyler statü, tanınma, prestij, ün ve dikkat çekme motivasyonları ile hareket ederler. Siyasal araştırmacılar bu duruma kısaca ‘kariyerizm’ demeyi tercih ediyorlar. Bu –izm geriye kalan tüm –izmleri amacına ulaşmak için araçsallaştırır. Sosyalizm, feminizm, faşizm, Kemalizm ve diğer tüm –izmler kariyerizmin aracıdırlar ve bahse konu birey için hangi –izm ile yola çıktığının hiçbir önemi yoktur. Çünkü amacı toplumsal düzeni ideolojisine göre şekillendirmek değil şöhret ve güç elde etmektir. İlkel toplumun en temel kurumu olan prestij ve şöhret siyasetimizin damarlarında atalarımızdan kalan genetik bir kod gibi dolaşmaya devam ediyor.

İdeolojilerin modası artık geçti. Eskiden bir partiye oy verirken neye oy verdiğinizi bilirdiniz. Artık öyle değil, sosyalist oldukları iddiasında olan partiye oy verirken oyunuz bir iş adamına gidiyor. Artık ideolojik bir kavga da yok, kavga kimin ‘baş’ olacağı kavgası. Nazım Beratlı’nın dediği gibi “Apolitik bir seçim” ile karşı karşıyayız. Önümüzde bir çoğu kariyerist adaylardan oluşan siyaseten bomboş partiler ve daha da kötüsü kariyerizmlerini ideolojik bir maske ardına saklamaya çalışan diğerleri. Buna en güzel örnek, sürekli sosyal kimlik değiştiren adaylar. Bir bakmışsınız parti kimliği ile önde, parti düşüş trendi izlerken akademisyen, doktor veya dernek başkanı kimliğini ön plana çıkarmış ve bu kez kendi partisini eleştiriyor. Bukalemun misali, sürekli renkler değişiyor, girdikleri kalıplar değişiyor ve şekil değiştiriyorlar. Adaylar altını çize çize bir kimlikten diğerine sörf yapıp bir an akademisyen diğer bir an şuralı veya buralı bir diğer an ise falanca şeye “duyarlı vatandaş” profili çizerken bir an bile bütünsel bir siyaset anlayışını, bir dünya görüşünü savunan, bir gelecek tahayyülü sunan politik argümanlar öne süremiyorlar.

Fırstaçılık ve faydacılığın Kariyerizm ile kutsanması ise öyle görünüyor ki siyaset sahnemizde ortaya çıkan “hepsi birbirine benziyor” fotoğrafının arkasında “Siyaset Hatırası” yazısı gibi duruyor.

Birbirini besleyen “ideolojiler öldü” ve “kariyerizm” sarmalında sanırım 7 Ocak 2018 seçimleri Kuzey Kıbrıs siyasi tarihinde sadece bir geçiş dönemi olmak zorunda kalacak. Halkın seçimlere olan ilgisizliği ve önemsememesi de siyasetin halka yeterli kalitede bir “siyaset” sunamamasının sonucu olarak halkın değil, bir kez daha “kariyerist siyaset”in suçluluğunu işaret edecek.

Dergiler Haberleri