Yıllardır yakından takip ettiğim, yeni çıkan kitaplarını heyecanla edindiğim ve okuduğum Kırmızı Kedi Yayınevi, hem yayımladığı yazarlar hem de duruşuyla beni en çok etkileyen yayınevlerinden biri oldu. Özellikle İstanbul’un kalbinde, İstiklal Caddesi’nin sonunda, Asmalı Mescit Mahallesi’nde, Tünel Meydanı’nda yer alan yayınevinin konumu da benim için ayrı bir anlam taşıyor. Tarihi dokusuyla her ziyaretimde beni içine çeken bu yapı, içinde barındırdığı yayıneviyle birlikte daha yakından tanımak istediğim bir yer haline geldi.
Kitaplarını okuyup raflarında vakit geçirdiğim, yayın politikalarını ilgiyle takip ettiğim bu yayınevinin hikâyesini dinlememek, merak ettiklerimi sormamak olmazdı. İşte bu düşüncelerle, Kırmızı Kedi Yayınevi’nin kurucusu Haluk Hepkon ile bir araya geldik. İstanbul’un simgesel yapılarından biri olan tarihi Tünel Geçidi İş Hanı’nda gerçekleştirdiğimiz bu keyifli ve ufuk açıcı sohbet, yalnızca bir yayınevinin değil, aynı zamanda yayıncılık dünyasının ve düşünsel duruşun da kapılarını araladı. “Biz, sadece kitap basmayı değil, bir duruş sergilemeyi de hedefledik,” diyor Haluk Hepkon, sohbetin henüz başında. Bu söz, Kırmızı Kedi Yayınevi’nin temel felsefesini de özetliyor aslında.
“Kımızı Kedi benim hikayemmiş”
Öncelikle Kırmızı Kedi Yayınları’nın doğuş hikayesini anlatan Haluk Hepkon, aynı zamanda yayınevinin yayıncılık anlayışına ve üstlendiği misyona dair önemli değerlendirmelerde bulundu.
“İşin aslı kırklı yaşlarımda kitaplarla daha teşne hayat kurmak istemiştim ama zihnimde net bir yayınevi politikası yoktu. Sadece bir yayınevinde çalışmak istiyordum. Daha sonra bizi biz yapan, diğerlerinden ayıran Türkiye’nin iç siyasi saflaşmaları oldu. O dönemde biz birtakım yazarlarla tanışıyorduk ancak FETO kumpasları sürecinde Barış Pehlivan ve Barış Terkoğlu ile tanışmıştık. Soner Yalçın’da geçmişten tanıyordum. Bir kitap üzerinde anlaşmış Wikileaks kitabı çıkaracaktık. Onlar kitabı hazırlayamadan Oda TV operasyonu oldu. Cezaevine girdiler. Türkiye değişik bir atmosfere girdi. O dönemde aslında siyasi kaygıdan öte daha çok kişisel sözlerle onları yarı yolda bırakmanın yakışıksız olacağını düşünerek, Sızıntı kitabını bastık. Bu kitap çıktığı andan itibaren başka gelişmeler de oldu. Ardından Soner Yalçın, Müyesser Yıldız, Tuncay Özkan gibi isimler içeri girdi. Bu kitabın başarısıyla Balyoz kumpası ile cezaevine girenlerle irtibat kurduk olayların gelişimi ile de hayat Kırmızı Kedi’ye bambaşka bir yol çizdi. Biz de o yolda yürümeye devam ettik. Açıkçası bundan da memnun olduk. Haksızlığa uğramış insanların sesi olduk. Normalde bunu basının yapması lazımdı ama baskı altında oldukları için biz üstlenmek zorunda kaldık. Dünya görüşlerimiz de yakındı ama insani nedenlerle başladık. Hepimizin hayatta bir hikayesi var, o da çok uzun değil. Bu da benim hikayemmiş onu gördüm. Türkiye’de önemli insanlarla tanıştım, onlarla mücadele ettim. Zamanla özgürleştiklerini gördüm. Bugün geldiğimiz noktada, hem yayınevi hem de yayınladığımız yazarlar açısından memnuniyet verici bir yerdeyiz.”
“Yalnızca siyasi mesajlar veren bir kurum olamayız”
Kırmızı Kedi yelpazesi çok geniş bir yayınevi. Kurgu, kurgu dışı eserlerden oluşuyor. Bu çeşitlilik tercihinin nedenlerini ve genel yayın yönetmeni Enis Batur’un varlığının kattıklarını da konuşuyoruz.
“Biz bir yayıneviyiz, sadece siyasi mesajları olan kurum olamayız. Türkiye’de maalesef insanlar uzun zamandır apolitikleştikleri ve siyaseten hiçbir şeye dokunmamaya çalıştıkları için yazarlarımızın kitaplarını basmamız bile çok politik eylem gibi görünüyor. Aslında öyle değil. Biz sadece yayıncılık yapıyoruz. Yayıncılık sadece siyasetle olmaz edebiyat, şiir, çocuk kitapları olmalı. Aksi halde geleceğe kalıp, başarılı olamayız. Önemli olan kalıcı olmamız. Genel yayın yönetmenimiz Enis Batur, hem kişisel olarak tanımaktan çok mutlu olduğum birisi, hem de Türk edebiyatında çok önemli bir şahsiyettir, köşe taşıdır. Bilinenden çok daha derin, zengin bir insandır. Onunla birlikte yayınlarımızda bu alanlara yer veriyor olmamız kıymetli. Biz bir yayıneviyiz; yalnızca siyasi mesajlar veren bir kurum olamayız. Uzun soluklu bir başarı için her alandan yayınlar yapmamız, aynı ölçüde okura sunmamız gerekiyor.”
“Ticari ve entellektüel kaygılar arasında buluşmanız lazım”
“Ticari ve entelektüel kaygılar arasında buluşmanız lazım,” diyor Haluk Hepkon. Bu cümle, Kırmızı Kedi Yayınevi’nin yayıncılık anlayışını özetler nitelikte. Rıfat Ilgaz’ın Çınar Yayınevi’ni de bünyesine katarak yaşamasını sağlamaları, bu yaklaşımın somut bir yansıması gibi. Öyle sanıyorum ki Hepkon için önemli olan yalnızca ticari başarı değil; asıl mesele, entelektüel sorumlulukla, yayınevinin kültürel mirasa da sahip çıkan duruş sergilemesi.
“Türkiye’de para kazanmak için yayıncılık yapacaksanız, sıkıntılı bir durumdasınız demektir. Genel olarak yayıncılık yapıp zengin olan kimse yok. Banka yayınevleri bile bu işi para kazanmak için değil, sosyal sorumluluk ve marka değeri amacıyla yapıyor. Kuşkusuz, yayıncılık entelektüel bir sorumluluk işi ama bunun uzun soluklu olabilmesi için ticari kaygılar ile entelektüel kaygılar arasında bir denge kurmanız gerekir. Ancak bu sayede hem okurlara iyi kalitede kitaplar ulaştırabilir, hem çalışanlarınıza maaş ödeyebilir, hem de yeni kitabevleri açabilirsiniz. Bizim başarımız da burada saklı: Ne yalnızca ticari kaygılarla hareket ettik ne de siyasi hezeyanlara kapıldık. Bu iki yönü doğru oranlarda birleştirmeye çalıştık. Çınar Yayınları’ndan Rıfat Ilgaz’ın oğlu Aydın Ilgaz ile abi kardeş gibiydik. Ne yazık ki artık aramızda değil. Ben çocukluğumdan beri kitap fuarlarına giderdim. Onlar, baba-oğul, her yıl küçük bir stantta kitaplarını sergiler, satarlardı. Rıfat Ilgaz orada imza verirdi. Onların bu işe bir ömür adamış olmaları benim için çok kıymetliydi. Belki bugün adımız daha çok duyuluyor ama biz on altı yıllık bir yayıneviyken, Çınar Yayınları kırk yıllık bir geçmişe sahipti. Aydın Ilgaz yaşlandığında ve yayınevini sürdürmekte zorlandığında, Çınar markasını bünyemize kattım. Çok memnun olmuştu.”
“Avrupa merkezci edebiyatın esiri değiliz”
Haluk Hepkon’un Çin yayıncılığı ile kurduğu yakın ilişkiler ve Çin edebiyatına duyduğu ilgi, benim de yayınevini araştırırken en çok dikkatimi çeken konulardan biri olmuştu. Batı merkezli yayıncılık anlayışının dışında, farklı coğrafyaların edebiyatına açık duruşu, Kırmızı Kedi’nin yayın politikasının evrensel boyutunu ortaya çıkarıyor.
“Esas olarak Avrupa merkezciliği hatalı buluyorum. Pekin kitap fuarına sık giderim. Dünyanın üçüncü büyük kitap fuarı. Teknoloj olarak inanılmaz yenilikler var. Avusturalya, Malezya, Japonya, Kore edebiyatını da izleyebileceğiniz bir fuardır. Fakat şunu fark ettim. Frankfurt kitap fuarına Türkiye’den elli yayıncı giderken, Pekin’e ancak birkaç kişi gidiyor. Bu durum biraz ideolojik, biraz batı merkezcilik. Çin edebiyatınca çok önemli isimler var. Türkiye’de birkaç yazar ancak biliniyor. Kültürel olarak beni bu durum rahatsız ediyor. Avrupa merkezci prangalardan sıyrılıp Çin’den de farklı, siyasi kitaplar da basıyoruz. Ben kişisel olarak önemsiyorum. Dünyada her otuz, kırk yılda bir kartlar yeniden dağıtılar. Bazen savaşlar, bazen kıyımlar buna eşlik eder. Dünyada da kartların siyaseten ve kültürel alanda yeniden dağıtıldığını düşünüyorum. Burada Türk insanının 1950’lerde tek alternatifin Batı olduğunu düşünmesini, kültürel fakirliğe işaret ettiğini düşünüyorum. Biz yayınevi olarak farklı bakış açılarını okura sunuyoruz. Hangisini kabul edeceğini, zaman gösterecek tabii. Siz bir kitap yayınlarsınız, size başkaları ulaşmaya başlar. Burada da aynı şey oldu. Türkiye’den az sayıda yayıncı gidince bu süreç kendiliğinden tetikledi.”
“Esas olan kitapların her zaman etrafımda olması”
Haluk Hepkon yalnızca yayıncı değil, aynı zamanda araştırmacı yazar… Kurgu dışı eserleri, özellikle uluslararası ilişkiler ve siyasi analizler üzerine yaptığı çalışmalar, onun entelektüel birikiminin yansımalarını gösteriyor. Yayınevinin ardındaki isim olarak içerik üreten ve içerik seçen konumda yer alıyor. Yalnızca yayımladığı kitapları değil, kendi yazdıklarını da sorumlulukla taşıyan bir figür… Hem yazar hem yayıncı kimliğiyle Türkiye’nin edebiyat ve düşünce dünyasına değerli katkılarda bulunuyor.
“Hayatımda esas olan kitapların her zaman etrafımda olması. Özel olarak bir kimlik inşasından öte, çok okuyorum. Kitap fuarlarına gidiyorum. Bu kadar çok kitap okuyunca birtakım dertleri de ifade şansı buluyorsunuz. İlk kitabım Komplo Teorileri Tarihi adıyla farklı bir yayınevinden çıkmıştı. Türkiye’de sıkıntıların başladığı yıllardı. Cumhuriyete karşı yeni bir tarih kurgulanıyordu. Bu yapılırken de en önemli araç komplo teorileriydi. Elimden geldiği kadar o kitapta cumhuriyete dair komplo teorilerini çürütmeye çalıştım. Başka bir yayınevinde de genel yayın yönetmenliği yapıyordum. Fark ettim ki komplo teorileri Türkiye’de çok konuşuluyordu ama kavramın kendisinde bile doğru bilinmiyordu. Önce kavramı çalıştım, sonra teorilere baktım ve kitabı yazdım. Son olarak da TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan ile görüştüm. Türkiye’deki solun 1980’ler ve 1990’lar sonrasında Neoliberalizm etkisiyle Türk adının geçtiği, cumhuriyetle ilgili her şeyi eleştiren, küçümseyen yaklaşımdan hoşlanmıyordum. Oysa ben de kendimi solda konumluyordum. Ama tüm bunların solculukla ilgisi olmadığını düşünerek Kemal Okuyan’ın cumhuriyete sahip çıkan tavrı çok hoşuma gitti. Böylece bir söyleşi kitabı hazırlamak istedim.”