Günümüzün Mottosu: “Görünüyorum O Halde Varım”*

Dünya ve hayat artık ekranın içinde, ekran üzerinden, ekranda görüldüğü sürece; bir başka ifadeyle ‘seyredilerek’ ve ‘görünerek’ yaşanıyor, ‘seyredildiği’ ve ‘göründüğü’ oranda anlam ve değer kazanıyor, gerçekliği bu kapsamla sınırlı kalıyordu.

Hakkı Yücel  
yucelh@kibrisonline.com

 

Geçenlerde hastanede yatan bir dostumu ziyarete gitmiştim. Bulunduğu odada bir başka hasta daha yatıyordu. Konuşkandı, “geçmiş olsun” der demez anlatmaya başlamıştı: 65 yaşındaymış, ufak tefek sıkıntıları varmış, eşinin ısrarı üzerine bir kardiologa gitmiş, o da tetkik amaçlı anjio önermiş. Sabahleyin hayırlısıyla anjiosu yapılmış,  çok şükür damarlarında herhangi bir sorun yokmuş, bir süre istirahat edecek, akşamüzeri de taburcu olacakmış. Orada kaldığım süre zarfında dikkatimi çeken cep telefonunun neredeyse dakika başı çalması -üstelik iki telefonu vardı- ve onun da her seferinde ağzı kulaklarında muhataplarının hemen hepsine aynı izahatta bulunmasıydı. Evet, nihayetinde hastaneye yatmıştı, eş dostun arayıp hatır sorması, geçmiş olsun dileklerini iletmesi son derece normal ve hastanın moralini yükseltmesi açısından önemliydi. Ancak böyle olduğunu biliyor olsam da bu denli sık ve sürekli aranması karşısında “Maşallah arayanınız çok” demekten de kendimi alamadım doğrusu. O ağzı yine kulaklarında “face’de/instagramda  görüyorlar, arıyorlar” diye yanıt verdi ve söylediklerinin doğruluğunu kanıtlamak istercesine telefonunu bana çevirerek, ekranda hasta yatağında çekilmiş -yanında eşi, ayakta- paylaştığı fotoğrafını gösterdi. Tam o esnada refakatçi olarak yanı başında oturan eşi devreye girdi ve kendi telefonuna -aynı fotoğraf onun telefonunda da vardı- dostlardan (yoksa hayranlardan mı demeliyim) ardı sıra gelen yorumları, özel olduğuna bakmadan (şöhret ve ün mahremiyeti ortadan kaldırmıyor muydu) adeta benim ve dostumun özellikle duymamızı isteyerek, yüksek sesle okumaya, saniye saniye artan ‘like’ sayısını aktarmaya başladı. Görüntülü/görüntüsüz çalan her telefon, gelen her yeni yorum ve çoğalan her ’ like’la sanki yüzleri daha çok gülüyor, gözleri daha çok parlıyordu. Tuhaf gibi görünse de aslında gördüğüm, benzerlerine her gün, her an tanık olduğumuz, hemen hepimizin içinde yer aldığı sayısız örneklerden sadece bir tanesiydi. Toplumların kültürel gelişim serüvenin niteliğine bağlı olarak ton ve doz farkı gösterse de, evrensel ölçekte içinde bulunduğumuz çağa damgasını vuran en temel karakteristik şöyle özetlenebilirdi: Dünya ve hayat artık ekranın içinde, ekran üzerinden, ekranda görüldüğü sürece; bir başka ifadeyle ‘seyredilerek’ ve ‘görünerek’ yaşanıyor, ‘seyredildiği’ ve ‘göründüğü’ oranda anlam ve değer kazanıyor, gerçekliği bu kapsamla sınırlı kalıyordu.

Akademisyen Antropolog-yazar Tayfun Atay, 2017 sonunda yayınladığı kitabına “Görünüyorum O Halde Varım” başlığını koyarken -bu ‘üst başlığı’ tamamlayan ‘alt başlık’ da bir o kadar çarpıcıdır: “Meşhuriyet Çağı”nda Kültür ve İnsan”- işte tam da bu gerçekliği ima etmektedir. (Bu arada söylemeden geçemeyeceğim: Bilenler bilir, Türkiye’de Cumhuriyet Gazetesi’nde yaşanan son yönetim değişikliği nedeniyle gazeteden uzaklaştırılan ya da kendi isteğiyle ayrılan köşe yazarlarından birisidir T.Atay ve artık sürekli yazamayacak olması -en azından şu ana kadar durum budur- kanımca büyük bir kayıptır.) Ağırlıklı olarak ‘Türkiye Gerçeği’ üzerinden kaleme aldığı, yer yer evrensel kapsamıyla da olgunlaştırdığı yazılarında Andy Warhol’un “Bir gün herkes 15 dakikalığına meşhur olacak” ünlü deyişine göndermede bulunan Atay, içinde bulunduğumuz çağda tam da bunun gerçekleştiği bir zamanın yaşanmakta olduğunun -örneklerle zenginleştirerek- bir kez daha altını çizer. Görünür ve meşhur olma tutkusunun sosyal/ekonomik statü farkı tanımaksızın hemen herkesi kapsaması ise bu süreçte dikkat çeken bir başka önemli husustur.

Daha çok kültürün penceresinden baktığı değerli çalışmasında Atay (sürecin ekonomik altyapısı ve politik-ideolojik karşılıklarını da gözeterek kuşkusuz) “ değerler, duyuşlar, düşünceler, inançlar, edimler ve pratikler toplamı olan kültür”ün günümüzde artık “sermaye” olduğuna vurgu yaparken, “bu ‘sermaye’nin birikiminin de seyirle” sağlandığını ısrarla belirtir. Yazdıklarından çıkarabileceğimiz özetin özeti ise şudur: “Bu süreç oldukça farklı bir insanlık algısı ve anlayışının da biçimlenmesine yol açar. Artık ‘düşünmek’ten çok ‘seyretmek; ’bilmek’ten çok ‘görünmek’; kafaya değil göze hitap etmek; meslek sahibi olmaktan çok şöhret sahibi olmak; çalışmaktan çok kolay para kazanmak; ‘emek’ten çok ‘eğlenmek’, toplumsal tercih olarak rağbet görmeye başlar.”  

İnsanlığın tarihsel gelişim süreci içinde, gündelik hayata ilişkin olarak, üç kültürden söz eden Atay; ‘modern-öncesi’ (Pre-modern) dönemde kültürün, köylülüğün hâkim olması nedeniyle köylü halkın gündelik hayat kültürü olarak tanımlanabilecek ‘folk kültürü’ olduğunu söyler ve bunun da belirgin özelliklerini, ‘geçimlik ekonomisi’ne dayanması, ‘sözel’ ve kendisiyle sınırlı olması olarak açıklar. ‘Folk Kültürü’ takiben gelişen kültür olan ‘popüler kültür’ ise tarihsel olarak ‘modern dönem’e denk düşen kültürdür. ‘Popüler kültür’, üretim ilişkilerinin değişime uğramasıyla paralel olarak şehirleşmenin yaşandığı (endüstriyel topluma geçildiği), ‘pazar ekonomisi’nin bu sürecin altyapısını teşkil ettiği ve ‘sözel’in ‘yazılı’ olanla yer değiştirdiği, yaygınlaşan kültürdür. Ve nihayet “elektronik teknolojisindeki gelişme, alabildiğine ticarileşen hayat ve tüketimci kapitalist işleyiş sürecine” bağlı olarak mahiyet değiştirecek olan ‘popüler kültür’ ise, giderek ve asıl “televizyonla şahikasına varacağı”, sonrasında sibernetik (internet) boyutlarıyla çok daha çeşitlenerek, bu kez de ‘yazılı’ olanın ‘görsel’ olanla değişeceği ‘kitle kültürü’ halini alacaktır ki bugünün dünyasında yoğun biçimde hâkim olan kültür de işte budur.

Ancak tarihsel/ekonomik/toplumsal seyrine göre tanımlanan, gündelik hayatta tezahürleri farklılıklar gösteren kültürlerin bütün toplumlarda özdeş olduğunu söylemek de mümkün değildir. Örneğin “folk kültürü”den “popüler kültüre”, oradan da “kitle kültürü”ne geçişi (sırasıyla sözel-yazılı-görsel) doğal ekonomik/sosyal dinamikleri ve sürekliliği içinde yaşayan toplumlarla (ör.Batı); bu süreci doğal olmaktan öte sıkışarak/sıçrayarak  yaşayan toplumlarda (ör.Türkiye ya da benzeri doğu toplumlarında) tam da bu niteliksel değişiklikler nedeniyle süreç farklı, bir başka deyişle ‘sorunlu’ gelişecektir. Atay Türkiye ölçeğinde bu ‘sorunu’, sürecin “kitle kültürünün iktisadi altyapısını oluşturan ‘endüstriyel’ hayatın içerisinden değil, bir toplumsal yaşam biçimi olan ‘köylülük’ten geçiş” yaparak yaşanması, bunun da “folk kültürü”nün (sözel kültürün) büyük oranda hâkim olduğu bir ortamdan ‘yazılı kültürü’ gereğince yaşayıp içselleştirmeden doğrudan “görsel-elektronik” kültüre sıçranması olarak açıklar. Bu konuda verdiği çarpıcı Türkiye örneği ise “Televizyonlarda Amerikalı rap şarkıcısı Eminem’in klipleri gençleri ekrana mıhlarken, ‘Eminem’in tişörtü geldi!’ diye bağırarak satış yapan işportacının, annesinin adı ‘Emine’ olan bir vatandaş tarafından öldürülmesidir.”

Ne var ki ister doğal isterse sorunlu bir gelişim izlesin bugün evrensel ölçekte hâkim olan kültürel iklimin temel özelliği ‘görsel’ bir karakter taşıması, bunun da hayatın bütün alanlarında ve bireyin varoluşunda belirleyici unsur olarak öne çıkmasıdır. Hayat algısında hayatı üreterek/düşünerek ona anlam/değer katma çabası sergileyerek yaşamak yerine; tüketerek/ eğlenerek ve seyirlik bir serüven olarak yaşayarak geçirmek esas hale gelmektedir. Bireysel varoluş sürecinde ise okumak/düşünmek/sorgulamak/empati vb.anlam/değer yüklerinden arınmak, onun yerine ‘görünmek’le iktifa etmek, ‘kafaya takmamak’ geçerli olmaktadır. Atay’ın söylediği gibi “okumadan duramayan yazılı kültür insanının çok gerilerde kaldığı, seyretmekten duramayan görsel kültür insanının dünyasıdır” bu.

Öyle olduğu içindir ki Descartes’in cogitosu (“Düşünüyorum o halde varım”) bugünün dünyasında geçerliliğini yitirmiş, o dünyayı daha doğru anlatan bir başkasıyla ikame edilmiştir: Görünüyorum o halde varım!”  

 

“Görünüyorum O Halde Varım” (Meşhuriyet Çağı’nda Kültür ve İnsan”). *Tayfun Atay. Can Yayınları. İstanbul. 2017. S.301

 

Dergiler Haberleri